Emperyalist kapitalizm için dünyada bu kadar çok sayıda ve bu denli hevesli çalışan yüz binler oldukça… Bunların büyük bölümü ülkelerinde kilit noktalarda, yetişmiş personel oldukça… Hangisi kadrolu ajan, hangisi yarı profesyonel, hangisi gönüllü ayırt etmek pek zor… Benim hiç de yalnız olmayan, bol ajanlı ülkemde o yüzden seçim öncesi-sonrası TEZGAH-KAMPANYA tartışması hiç bitmez.
Yeni ve hiç bitmeyecek çekişmelere belki biraz ışık tutar diye “Kayıp Devrimin Öncesinde” adlı romanımın ilgili birkaç sayfasını aktarıyoruz. Roman, soL Gazetesi’nde günü gününe yazılarak tefrika edilmişti, sonra Yazılama Yayınları’ndan kitabı çıktı.
Konuştaroğlu Bir Ajan Değildi (28 Nisan 2013)
Ah kızım, ben bilmez miyim bir şeylerin altını çizmeyi. Bir tek senin mi aklına geliyor, bağırıp çağırmak, ülke bölünüyor diye çıngar çıkarmak. Bunu yaparız, kemik Atatürkçülerin gözüne gireriz, sonraki seçimde en çok yüzde on. Yahu Alevilere bile sahip çıkmamı küfür kıyamet siz engellediniz. Bir Dersim dedim, bir dövmediğiniz kaldı, ne ajanlığımız kaldı ne Halif Parti düşmanlığımız. Yüzde onu bile bulamayız be yavrum sizinle.
“Ama esprinize bayıldım” dedim az önceki dalgınlığımı büsbütün silmek için. “Böyle giderse kucaklayacak insan bulamayacağız, öyle mi! Bunu izninizle Paditör’e karşı kullanayım.”
“Elbette, memnuniyetle” dedi Mine hanım da az gülümseyerek, biraz gevşemiş ifadeyle.
“Benim demem o ki, bugünlerde dışarıya karşı çok daha dikkatli görüntü vermeliyiz” diyerek söze girdi Pekin. Hah, ondan beklediğim müdahale buydu işte. “Bütün çakallar oturmuşlar kenara, bizim kendi içimizde kavga etmemizi bekliyorlar. CHP sessiz dedikleri bu. İçerden kavga sesi gelsin, parti bölünsün. Şimdi kavga etmek demek, kendini ayağında vurmak demek.”
Böyle konuşurdu Pekin, İngilizcedeki cümle kalıbına benzer söylerdi, “ayağından vurmak” yerine “ayağında vurmak...” O ayrıntıya takıldım, gülümsedim, fakat adam konuştu mu ikna edici konuşuyordu. Önemli meziyetlerinden biriydi zaten bu. Ve toplantı böyle devam etti. Ve toplantı yine biraz zaman kazanıp birlik görünümünü koruyarak bitti.
Konuştaroğlu’na ajan demeye kadar vardırıyorlardı bazıları işi. Keskin Atatürkçüler falan. TESEV vakfıyla ilişkileri, bunun SOROS’la bağlantıları üstünden falan. Şimdi benim de merak ettiğim bu hususa içerden bakıyordum. Daha önce söz konusu ajanlık bağlantısına dair somut bir belge bulamamıştım. TESEV’in malum misyonu ve Konuştaroğlu’nun oradaki bağlantıları dışında, ki bu zaten biliniyordu, adam da inkar etmiyordu.
Evet, irdeledim, adam resmi bir ajan değildi. Garipsemeyin, TC yurttaşları içinde CIA’in ve öteki bazı gizli servislerin kayıtlı kuyutlu, kadrolu, maaşlı personeli hiç de az sayılmazdı. CIA’in üç kademe ilişkisi, üç kademe kadroları bulunurdu ülkelerde. Birincisi bordrolu resmi personel, demin dediklerim. Bundan beş altı kat fazlası ikinci grupta yer alırdı. O kesim kadrolu değildi ve sorsanız “ajan mısın”, “değilim” derlerdi, yemin etseler başları ağrımazdı, ajan olduklarını bazen kendileri bile bilmezdi (gerçi bazıları da bilir, hatta bununla övünürdü), parça başı iş yaparlardı. Bulundukları alanda gönüllü faaliyet, gönüllü ajanlık. Dolayısıyla parça başı ücret alırlardı, çeşitli bahane ve vesilelerle. Parça başı ücret denince yabana atmayın, bazıları bordrolu ajanlardan fazla kazanırdı. Hatta bazıları çok yüksek maaşlı görevlerini bu gönüllü hizmetleri karşılığında elde eder, sürdürürlerdi ki, onu da parça başı kategorisi içinde mi değerlendirmek gerek, yoksa ayrı bir başlık mı açmak lazım, şimdi karar veremiyorum. Bir de üçüncü grup. Daha da kalabalık olanlar. Resmi ve gönüllü ajanların yaptıkları işlerde yardımcıları, dostları, gönüldaşları, ilişkileri… Bunlar da “kendiliğinden ajan” kategorisine sokulabilirdi epeyce zorlayarak. İşte Konuştaroğlu bu kategoridendi.
Şimdi diyeceklerdir ki birçok solcular, üçüncü kademe müçüncü kademe, bir sol partinin başında Amerika’ya zaman zaman kafa tutsa da, sonuçta onun dostluğundan da vazgeçemeyen bir lider oturur mu? “Chavez” diyeceklerdir hemen, “Bak Chavez’e.. solculuk budur, anti Amerikancılık budur.” Fakat kel başa şimşir tarak. Kendilerine sormazlardı, bizler Venezuella solcuları kadar olabildik mi, oradaki halkın bilinç ve tutarlılık düzeyine gelebildik mi?
Ben size soldan birçok saygın şair, yazar sayayım, üçüncü kademe de değil, ikinci kademeden. Yok saymayayım, yine çıngar kopar, asıl meramımı anlatamam, bana ne! Bunlar az çok bilinse de üstü örtülür daima, ona buna şuna durmadan tavizler veren, biteviye uzlaşılmaması gerek kişi ve çevrelerle uzlaşan sıradan vatandaşın, sıradan solcunun yaklaşımı budur. Ancak birinin bir şeyleri siyaseten çok göze batmaya başladı mı, o an akla gelir gizli bağlantılar, ilişkiler, çaşıtlıklar.
Diyelim Alevilerin ezilmişliğini çok öne çıkardım veya “Dersim’de yaşanan utanılacak bir katliamdı” dedim, onu da diyemedim ya, o zaman akla gelir eski dosyalarım. Oysa Pentagon’da eğitim alan subaylar bir dönem az buçuk AKP’ye karşı bir iki laf etmişlerse has be has vatanseverdirler. Ömrünü dışarıda geçirmiş, oralarda birtakım alengirli kurumlarda görev yapmış bir zat ülkeye dönüp vatan toprağını mı öptü, Türklük hakkında cansiperane iki laf mı etti; en baba yurtseverdir bizim çoğu Atatürkçünün gözünde.
Demokratik Bir Kitle Örgütü Olarak CIA (29 Nisan 2013)
Türkiye’de çok fazla ajan istihdam edildiğinden bahsetmiştim ya, işin iç yüzünü bilmeyenler hemen ilkel bir tepkiyle, “Yahu bu doğruysa, bu ülkede ne çok vatan haini, ne çok alçak varmış!” diye bağırıp çağırmaya başlayacaklardır. Hiç de öyle değil. Değişik ülkelerden casusların veya ajanların pek azı kendini bir hain gibi hisseder. Birçoğu aksine sizlerden, benden çok daha milliyetçi, çok daha vatanperverdir. Şaka yapmıyorum, buna inanırlar, hem de yürekten, hem de heyecanla. Yapılması gereken bir misyondur giriştikleri. Veya geçici bir uzlaşma. Ya da zorunlu olarak geçilmesi gereken bir köprü. Kiminin hayalinde İslam ülküsü bulunur, şimdiki ajanların çoğu böyledir. Gün gelecek şimdi birlikte hareket ettikleri kafir Amerikalılara günlerini gösterecekler, her şeyin acısını o zaman çıkaracaklardır. Kimisi aşırı milliyetçidir. 80 öncesi bu ülke böyle aşırı vatansever Amerikan ajanı kaynıyordu. Büyük komünist tehdide karşı ülkeyi kurtarmak için mecbur hissetmişlerdi kendilerini o sevimli ve bol paralı şeytanla işbirliği yapmaya. Sonra ülkenin bölünmemesi için ajanlığı kabullenmek zorunda kalanlar kalabalıklaştı 80 sonrası. Bunlar misyonlarını tamamlayıp emekli edilmeye çalışıldığında direndiler. Kimi öldürülmek zorunda kalındı eski patronlarınca, kimi hapse tıkıldı. Herkesin bir gerekçesi vardı. Ajanlık için.. yakın temas için. Yurt dışındaki devrimcinin, ülke içindeki özgürlükçünün, oradaki buradaki savaşçının, şu ülkedeki ötedeki gerillanın… Aslında en vatansever olanlar en kolay casus oluyordu, ajan oluyordu, hayretle bunu keşfetmiştim.
CIA’yi bir kitle örgütü olarak düşünün. Demokratik bir kitle örgütü. Yarı demokratik diyelim. Her kesimden siyasi var içinde. Her milletten adam var. Bir sürü yan kuruluş. Bir yığın toplumsal faaliyet, dizi dizi etkinlik alanları, meslek çalışmaları. Öbek öbek özgürlükçülük, göbek göbek terörizm, marul marul entelektüel sanatsal performans sahası…
Bakın şimdi yine Meclise konuk gelmiş bir partiliyle konuşuyorum. Düzce il başkanıymış. Bir problemden bahsediyor, şehriyle, parti örgütüyle ilgili. Onu cevaplıyorum. En ciddi söylevlerimde bile önleyemediğim bir gülümseyiş dudaklarımda. Bazen dostlar uyarıyorlar, gülümse, güler yüzlü ol, bu sana yakışıyor, diyorlar; ama çok ciddi bir şeyi söylerken aklına bir fıkra gelmiş gibi sürekli tebessüm etme. Önlemeye çalışıyorum, ama bazen yine kaçıyor. Onlar bilmiyorlar ki, ben kendi halime gülüyorum, bulunduğum duruma gülüyorum. Yoksul bir Tuncelili memurun gariban çocuğu bak buralara gelmiş, ne sorumluluklar üstlenmiş, konuşuyor, bakın da neler konuşuyor. Böyle diyor içimden bir ses, ben ona gülüyorum. Bazen daha ötesine de gülüyorum. Bir şeyler gündeme getiriyorum, herkes ağzımın içine bakıyor, benden bir şeyler bekliyorlar, ben de inanarak güvenerek savlar ileri sürüyorum da, bunlar gerçekleşir mi, kendimi mi kandırıyorum, başkalarını mı kandırıyorum, şu an neredeyim, ben kimim, neler konuşuyorum, niye konuşuyorum? Tüm o problemler düzelir mi, niye çatlatırcasına koşturuyorum? Ne kadar inanıyorum siyasete? Ona gülüyorum.
Biri bir yere geldi mi, bu ülkedeki solcular kadar bilmişi, bu ülkedeki solcular kadar ben merkezcisi yoktu, hata arayan müfettiş gibi incelemeye koyuluyorlardı. Kendi düşüncelerinden en ufak bir sapma mı gördüler, hemen tepesine biniyorlardı. Bu bir kitle partisinin lideri mi, adamı zayıf düşürmek düşmana yaramaz mı, herkes böyle yaparsa parti bölünmez mi, umurlarında değil sanki, vur abalıya. Oysa şimdi bakıyorum, birliği sağlamak ve güçlenmek için en iyileri seçtiğini düşünüyor o. En iyileri mi seçmiş, ne bileyim ben, benim için iyi kötü yoktur, güçlü zayıf vardır. En güçlüleri mi seçmiş? Bazıları evet öyle, bazıları içinse hiç öyle söyleyemem. Sonuçta bu adamda da seçme ve yönetme konusunda bir ufuk darlığı barizdi. Barizdi de kime göre. Başkasına versen aynı görevi daha iyisini mi yapacak, işte o şüpheli. Ama var bir eyyamcılık bu kafada, o kesin. Kolay idare ederim diye bir yığın zayıf insanı da doldurmamış değil meclise. Neyse, bana ne!
Bana ne de, birçok solcu öyle demiyor. Onlar için parti çizgisi ve o çizginin kafalarındakine bire bir, tamı tamına oturması çok önemli. Milletvekili seçilmek önemli. İl başkanı falan olmak çok önemli. Bunlar önemli de mahallelerde, semtlerde, işyerlerinde dolaşıp, orada kalıcı çalışmalar yapmak neredeyse kimse için önemli değil. Bu ülkenin solcularıyla, tek tek sosyalistleri ile bu parti arasında garip bir ana-psikopat oğul ilişkisi sürüyor. Oğul hep isteyecek, hiç vermeyecek, anasını hiç beğenmeyecek, anaysa hep verecek, durmadan verecek, ne yapıp işlerse oğluna dua edecek. Bu ülkede benim bile inatçılığına hayran kaldığım solcular var, yaşamları tutarlı, çalışmaları, konuşmaları sebatlı. Onları kim tanırsa sola kanı kaynamaya başlıyor. Bir de solculuktan soğutan tipler var. Hep alıcı hep alıcı. Yahu bana ne! Bana neydi! Ben kendi işime yoğunlaşmalıydım.
Kaan Arslanoğlu
(Kitabın 110-115. Sayfaları…)
Roman hakkında başka bir yazı: http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1226