Solun kültür sancısı

 

Burada, kendisini devrimci diye diğer soldan ayıran soldan bahsediyorum. Hepimizin umut bağladığı, yarınların kurucusu olarak gördüğü soldan. Toplumda eşitliği, ortaklaşmacılığı, kardeşliği kuracak olan soldan. İnsanın insanı sömürmesini ortadan kaldıracak, en basit insani gereksinmelerin birer kazanç kapısı yapıldığı iğrenç ilişkilere son verecek, toplumun her ferdini kendi kendisini koruyabilecek, doğru ve özgürce ifade edebilecek bilinç düzeyine çıkartacak olan soldan.

 

Bu solun tanımı herhalde sayfalar doldurur; kısaca, insanın insan gibi yaşayabileceği bir dünyayı kuracak olan sol diyelim ve fazla uzatmayalım.

 

Böyle bir solun uzaklardan biryerlerden göz kırptığına bizzat 70'li yılların ikinci yarısında tanık olmuştum. Hemen kolları sıvayıp aynı şeye tanık olduğunu sanan yoldaşlarla birlikte devrimin inşasının bir kenarından biz de tutalım demiştik. Beğenilmedik. Daha doğrusu işi başından aşkın politik mücadelenin sanat vesaire gibi ıvır zıvırla uğraşacak zamanı yoktu. İnat ettik. Çünkü gördüğümüz hayal değil, sosyalist mücadelenin dayattığı zorunluluklardı. Hangi kaynağa baksan, kültür diyordu, başka şey demiyordu. Ama bir merkez-sorumlu arkadaşın bu kaynakların yana döne kültür diye söylediği şeyin, o kültür olmadığına bizi ikna etmesi uzun sürmedi.

 

Demek ki biz kültür diye bir başka şey düşünmüşüz. Yalnız kafamızdaki şu soruya da bir türlü bir yanıt bulamadık: “Peki o zaman bizim düşündüğümüz o şeyi açıkça kaleme alıp bir demokratik kitle örgütünün kongresinde dağıtılan devrimci program broşürüne, devrimci kültür anlayışımız budur diye aynen koymamıza neden ses çıkarmadılar?”

 

Neredeyse kırk yıl oldu. Artık bu kültürle o kültür arasındaki farkı rahatlıkla ayırdedebiliyorum. Bu kültür kocaman bir çöp yığını gibi ortada birikmiş duruyor. O gün ses çıkaramayanların ise çöp yığının altında hala o kültürü kendilerinden ayrı tutmakta direndiklerini, dolayısıyla çöp yığınının altında debelendiklerini görüyorum. Kendilerinden olanı hala görmemekte israr ediyorlar ve yıkmak istedikleri düzenin, bu kültürün ideologlarını omuzlara almak için birbirlerini eziyorlar.

 

Her siyasette durum böyledir. Siyaset derken, kendisini devrimci diye diğer soldan ayıran sol siyasetlerden bahsediyorum. Hiç biri sanatçısını adam yerine koymaz. Çünkü kültüre kafa yoran militanın söyledikleri huzursuzluk yaratır. Oysa huzurlu düzen sanatçılığı, kültür tellallığı, ideoloji simsarlığı safları bozmaz. Politik önderler, kadrolar bir de bunlarla uğraşmazlar. Şekilden şekile giren düzen şakşakçıları, piyasa madrabazları toplumun eğlence ihtiyaçlarını yani, kültür açlıklarını tatmin edebilecek hünerlere zaten sahiptirler. Hem rahatça çekip çevrilebilirler de. İstendiklerinde hemen oracıkta bitiverirler. İmza mı? Listeler dünden hazır. Zaten metinler de standart.Yürüyüş mü? Özel yürüyüş ayakkabıları sabahtan ayaklara geçirilmiş. Kınamalar, yaşasın mücadelemizler gırla. Bir de devrimci sanatçı mı çıksın şimdi başlarına? Nedenleri tartışacak, yanlışları düzeltmeye kalkacak, yok o öyle değil de böyle diye ukalalık yapacak.

 

Yarınları kuracak olan sol yarınlara neden bu kadar yabancıdır? Can çekişme aşamasını çoktan geride bırakıp artık kokuşmaya başlayan bir ceset durumunda olan bir kültürden, burjuva kültüründen yarının sıcak, aydınlık ilişkileri nasıl devşirilebilir? İnsani olan herşeye sırt çevirmiş, insana düşman, emeğe düşman burjuva sanatçısından devrim ne bekler?

 

Karışık bir durum? Ortaya karışık kebap siparişi gibi? Hiç de değil. Bizim aklımız açık, görüşümüz pürüzsüz. Geçmişte bu saflığın ifade edildiği, pürüzsüzlüğün dile getirildiği onlarca edebiyat, sanat, düşün, kültür dergisinin, süreli broşürün, yayının adını sayabilirim. Bunu hepimiz yapabiliriz eminim. Birikim gibi başlığının altında sosyalist kültür dergisi yaftasını taşıyan bir paçavranın hala ve kırk yıldır çıkmakta olduğuna şaşırmayarak hem de.

 

Evet, bizim gibilerin çokbilmişliğinden ürkenler bu ucubelerin, vampirlerin eteklerine yapıştılar. O vaadettikleri yarınların kendi ömürlerini aşacağı korkusunu içlerinde duyarak. Bu kültürü bu ucubelerin daha iyi bildiklerine inandırdılar kendilerini, bu ucubeler onlara gelemeyecek güzel yarınların yalnızca güzel bir düşten ibaret olduğunu şırınga ettikçe. Işıklı reklam panolarının, bol renkli gazete sayfalarının, baldır bacaklı ve hızlı konuşulan televizyon programlarının gölgesine sığındılar. Kumanda ettikleri yayın organlarının kapılarını o kültürü usanmadan anlatmaya çabalayan kendi yoldaşlarının yüzlerine çarptılar.

 

Çok iyi bildikleri tarih sayfalarından bas bas bağıran Mayakovski, Şostakoviç, Rubinştayn yetmedi, Nazımlarla, Enver Gökçelerle -daha sayayım mı?-, kendi kendilerini inkar noktasına kadar gelen ama inançlarını satmayan kendi yoldaşlarıyla uğraştılar. Okumayan okurlar, düşünmeyen beyinler yaratılmasına destek verdiler. Kapitalist dünyayı pespembe, burjuva ideolojisini en karşı konulmaz diye vaaz verenlerle kolkola girdiler. Hayır, mecazi anlamda değil, yürüyüşlerde, gösterilerde, basın toplantılarında, ona buna destek konserlerinde, ödül törenlerinde vs. gerçekten kolkola girdiler. Midemiz bulandı.

 

Bugün bu maskaralıklara itiraz zemini düne göre daha geniş. Gözden uzak tutulur, umursanmaz gibi yapılıp aslında gizliden gizliye ve geçmişin yüreklere saldığı tarifsiz pişmanlık acılarıyla izlenen itirazlar yazılı, sözlü, görsel hemen hemen her yerde dilleniyor, suratlara çarpılıyor. Burjuva öykünmeciliğinin sarhoşluğunda gözden kaçan pek çok genç yoldaşımız bizlerin geçmişini de toparlayarak siperlere giriyorlar. Artık politik sol maskaralıklarının ömrü tükeniyor. O pek bir beğendikleri, sollara sığdıramadıkları liberal sığlıkların foyaları bir bir ortaya dökülüyor. Çöp yığınının altından temiz çıkmalarının mümkünatı yok.

 

Siperlerin güçlenmesi lazım. Kendini kenara köşeye mahkum olmaya koşullandırmış canlarımızın derin bir nefes alıp cepheye girmelerinin zamanı geldi. Solun geleceği artık bu sola bırakılamayacak kadar bıçak sırtında. Halkla birlikte sol tabanı ilkel vahşet dönemine geri sürükleyen bu yobazlığın önüne geçme görevi her zamankinden çok daha acil. Kardeşin kardeş boğazına çökmesine az kaldı. Akıl ve mantık, bilgi ve eğitim bizim sırtımızda ya yarına ulaşacak ya da bu ilkelliğin derin sularına bizlerle birlikte gömülüp gidecek.

 

Siyasi görüş, tarihi ve ülkeyi tahlil, eylem stratejileri vs. bir kenara bırakılmalı. Halka engelsiz yalan söylemenin rahatlığında bizlerin karşısına geçmiş göbek atan şaklabanlara el çırparak tempo tutan solun ne tahlili ne de stratejisi bizi bağlamalı. Biz ne bir reklama, taltife gebeyiz ne de cahil kitlelerin ceplerinden çalınan takdire. Bizim beynimiz ve emeğimiz hiç kimseden hiçbir karşılık beklemez. Ortaya koyduğumuz olması gerekendir ve bize sosyalist devrimimizden başka getirisi yoktur. Ve bu, herşeydir.

 

 

 

Celil Denktaş

 

 

Üvercinka Dergisinin, ağustos 2015, 10. sayısında aynı adla yayımlandı.

 

 

Facebook
henüz yorum yapılmamış
14-09-2015
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210610
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.