Natürliche bir ajanın itirafları – Türkiye’de aklın teslim alınışı (3)

2000’e Doğru, Söz ve Evrensel Gazetesi operasyonu

Okudum. Yorum yazanlardan biri, bunlar emekli kahvesi muhabbeti demiş. İyi yapmışsın onu onaylamakta. Çünkü esas problem bunlar. Her yanımız bu tipte insanlarla dolu. Her şeyleri bilirler, bildiklerini ben bilirim, ama inadına bokluk yaparlar. Bokluk yaptıklarını bile bile bokluk yaparlar. Söylediğin zaman bunları biliyoruz, ne olmuş derler. Ne olmuşsa bu olmuş. Türkiye’de aklın nasıl satın alındığını anlatıyoruz, herif emekli kahvesi muhabbeti diyor. Mevlana der ki, “gönül sahibi zehir yese bile, o zehir bal kesilir.” Mevlana kibar adam, benim gibi bok yese diyemez. Bundan anlatmak istediği Mevlana’nın ne ki? Bence şu: Kişi doğru kişiyse, düzgün kişiyse, özü güzelse, ona her şey serbest. Yanlış yapsa bile o yanlış iyiliğe döner, doğruya döner.

Aynı fikirde değilim. Biz devrimciler biz devrimciyiz, ne yapsak her yaptığımız iyiliğe dönüşür dedik. Sağcılar da böyle düşünür aslında, dincisi böyle. Özleri güya iyi ya, ne yerlerse bala dönüşecek. Hesapta. Ama kaz ayağı öyle değil. Bir iki kere bok yemekle insan boka dönüşmez, oraya kadar tamam. Ama sürekli bok yersen boktan bir adam olursun. İki kere iki dört. Sürekli bok yiyorsan zaten baştan  boktansın. İçinden geliyor demek.   

İşte bunlardan çok olduğu için, bunlar artık dünyayı boğdukları için içimden sana yazmak geldi. İkinci mektuptan sonra epey düşündüm. Bırak bu kadar yeter, anlayan anlar dedim. Bu iş boş, boşa kürek çekiyorsun. Sonra yine başka bir ses galip geldi. Emekli kahvesi muhabbeti diyeni okumasam belki devam etmezdim. İşte o kişi beni yine kışkırttı. Sen sitende dünyanın rezaletini belgesiyle ispatıyla koyuyorsun, bunların mantığı yine aynı çalışıyor. Ee, ne olmuş, bunları zaten biliyoruz. Ne olmuş. Ebenin .. olmuş. Benim isimlerle derdim yok. Biri gitse başkası gelir. Bunlardan tonla var. Biz bu rezil kabullenmeye nasıl geldik. Bizi bok yemeye, ee ne olmuş bok yiyorsak demeye nasıl alıştırdılar.

Ajan lafı solda tepki uyandırıyormuş. İyi demişsin. Ajan yerine işbirlikçi desek tatmin olur musun? Eskiden hep o jargon kullanılmaz mıydı. Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri. İşbirlikçi kadrolu ajan olur, gönüllü ajan olur, Natürlich ajan olur, bana ne? Oligarşi denirdi. Komprador sınıf denirdi. Bunların uşakları denirdi. Şimdi bunlar hoş değil. Ötekileştirmeyeceksin. Hedef göstermeyeceksin. Yeni sol bunlara sıcak bakmıyor. Faşist diyebilirsin, ırkçı diyebilirsin. Hapse atabilirsin, öldürebilirsin, her şey serbest. Ajan ııhh! Faşisti kime diyeceksin, sadece MHP’ye falan. AKP’ye diyebilirsin. Konjonktüre göre. Bazen diyebilirsin bazen diyemezsin. Düşman sadece bunlar. Bazen dünyada bütün gericilik bütün faşistlik AKP’yle başlamış gibi ateşli konuşmalar yaparsın. Yandaşlara bindirirsin. Baştan sen çıkardın başımıza. Olsun, onlar unutulur. Beyin yıkama fabrikası çalışıyor. Üç ayda her şey unutulur. Faşist de var işte. Ülkücüler. Ne güzel. Üç kavramla, beş kelimeyle solculuk yapmak ne güzel. Sonra birden AKP iyi olur. Gününe göre kötü olur. MHP hep kötü kalsın. Irkçı çünkü. Bir günah keçisi olacak ki solcu solculuğunu bilsin. Yahu sizden has ırkçı var mı? Ajan demeyecekmişiz. Hedef göstermeyecekmişiz. Kimiz ulan biz, dünyada yedi düvelde yatacak yeri olmayan emekli kahvesi müdavimleri.

Emekli ajanlardan korkun siz. Bütün pislikler içerden deşifre edilir. En sıkı muhalifler o işten atılanlardır. Korkun. AKP en çok kimden korktu. Emekli Amerikan ajanlarından. En çok onları içeri tıktı. Yaaa.

Adama bordroları göstersen bile ee ne olmuş, biliyoruz diyorlar. O bordrolar gösteriliyor zaten, herifler öyle pervasız, parmak izi değil kol bacak bırakıyorlar geçtikleri yerlerde. Kim demişti bu lafı, intihal demesinler şimdi. Neyse. Benim kim olduğumu tahmin etmeye çalışmışsın. İki tahmininden biri tuttu diyelim veya ikisi birden tutmadı. Benim veya bizim için söylediklerin onurumu okşadı. Eğer ben o isem. Belki değilimdir. Sonra açıklarım. Şimdi dikkatini dağıtmak istemiyorum. Ne yazdığıma konsantre daha iyi.

Parmak izi denince bir hikaye geldi aklıma.  Cunta sonrası. Emekli kahvesinde oturuyoruz. Yok şaka şaka. Sokağa çıkma yasağı var. Benim anlatmam iyi değil, buraları da bir düzenleyiver. Hikaye ilginç olmasına ilginç. Motomot koyarsan bir şeye benzemez. O senin sanatın. Devam. Benim kaldığım evi polis bastı. Ben ihtiyaten komşunun bodrumunda kalıyordum. Yukarısı cephanelik. Toplarlar her şeyi, baktılar kimse yok,  giderler diye düşündüm. Herifler oraya karargah kurdu. Ben bodrumda kaldım. Dördüncü günün akşamı yukardan gürültüler duydum, adamlar kalabalıkça iniyor. Bodrumun penceresi yan apartmanın aralığına bakıyor, atladım oradan. Zifir karanlık kaçtım. Ama sokağa çıkma yasağı var. Görüldüğüm an yakalanırım. Az ilerde bir izbelik biliyorum. Türbe gibi taş bir yıkıntı. Hızlı hızlı oraya kapağı attım. Sabaha kadar saklanacağım kuytuda, sabah olunca vın. Saklandım oraya. Birden başıma zeballah gibi biri belirdi. Oranın keşi, eskiden rastlardım. Çek git buradan, burası benim yerim dedi. Ya ne olacak, burada herkese yer var, sabaha kadar kalıp gideceğim dedim. Çek git lan anarşist dedi bana, gidersin gitmezsin elindeki şişeyi bir salladı, ben birazcık çekilsem de kafamı tam koruyamadım. O can havliyle atladım adamın üstüne bir boğuşma, bir çaktım buna, bir hendek varmış, oraya devrildi. Tam o an ikimiz de far ışığından aydınlanıyoruz. Baktım ekip otosu. Ben de atladım hendeğe. Herif kıpırtısız yanımda yatıyor. Araba durdu. Görmüş olabilirler. Ben boku yedik dedim şimdi. Ne yapalım, keş numarası yapacağım. Herifin elinden düşen şişe yanımda. İspirto gibi bir şey var içinde. Olduğu gibi üstüme döktüm. Polisler bağırıp çağırıp etrafa kolaçan ediyor. Çişim de var. Oldu olacak çişimi de yapayım üstüme, tam olsun dedim. Sonunda buldular bizi. Ben baygın numarasındayım, yanımdaki tam baygın. Bizi çıkardılar oradan. Ulan dediler leş gibi kokuyorlar. Ben dört gündür bodrumdayım tabii, ondan öncesi de pek bakımlı sayılmazdım, aynı yerde yiyip defi hacet görüyorum. Ne yapacağız bunları. Biri dedi bırakalım gidelim. Keşke. Öbürü dedi, merkeze götürelim iyi bir ıslayalım, akılları başlarına gelsin. Bindirdiler bizi ekip odasına. Küfrede küfrede.

Merkeze götürdüler, şüphelenip bir de parmak izi aldılar mı tam boku yedim. Biri dedi, ulan bu …nin kafası fena kanıyor. Hadi tuttuk hastanenin yolunu.

İşler değişti. Hastanede, oraların hastanelerinde beni tanıyan çoktur. Önderiz ya güya. Sempatizanımız vardır, adamımız vardır, başka siyasetlerden tanırlar. Şimdi biri görür rezil oluruz. Götürdüler tıp fakültesine. Tanıdık biri hem çıksın istiyorum, hem çıkmasın istiyorum.

İlk bakanlar tanıdık değildi. Sonra birini çağırdılar. Bir doktor hanım geldi. Güzel bir kız.

Ben on beş yıl sonra bu doktor hanımla bir toplantıda karşılaştım. Millet çok itibar ediyor. Oradaki herkes her şeyi çok iyi biliyor. Hepsi sol guru. Ben ama öyle de işin şöyle bir yönü de var diyecek oluyorum, lafı ağzıma tıkıyorlar. Veya hiç dinlemiyorlar. Başka konuya geçiyorlar. Toplantı bitimi doktor hanıma sordum, sizi bir yerden gözüm ısırıyor, acaba daha önce karşılaştık mı? Baktı baktı bana, yok dedi, kusura bakmayın çıkaramadım. Belki bir benzerlik dedim.

İşte bu doktor hanım geldi. Bizim taraftarımız. Daha önce ayak üstü birkaç konuşmuşluğumuz var. Epey geçmiş aradan. Ama ben çok üst düzeyim. Onların gözünde idolüm. Yani ben öyle sanıyorum. Kızlar bana hayran benimle konuşmaları ayrıcalık falan diye düşünüyorum. Öyle yakışıklı sayılmam ama düzgünümdür, bir karizmam var. Konuştum mu söylev falan faslında yine iyiyim. Şimdi bu geldi. Eyvah dedim içimden rezil olduk ki ne rezillik.

Geldi baktı bana, onbaşıyı çağırdı. Bunun kafasına dikiş atılacak dedi, bir de novaljin vurun, bizlik bir sorunu yok. O sıra öbür serseri de uyanmış abuk sabuk bağırıyor çağırıyor. Polisler buna gülüyorlar. Arada bir beni gösteriyor bu anarşist bana vurdu falan diyor. Öyle düşmüş bir yaratık ki polisler sadece gülüyorlar, bereket ciddiye almıyorlar. Beni niye burada tutuyorsunuz, tutuyorsanız şarap verin bari diye bağırıyor. Beni sorarsan sefilliğin dibine vurmuşum. Öbüründen farkım yok, zaten yaşımdan bayağı büyük gösterirdim hep. Saç baş birbirine karışmış. Pantolon sidikle ıslak, üst taraf ispirto rengi. Bodrumda kalırken ateşlenmiştim, zangır zangır titriyorum. Dikkatleri oradan yana ya, ben doktor hanıma sessizden, beni tanımadın mı diye sordum sonunda. Yoo dedi, daha dikkatli baktı. Hakikaten hiç de tanımış gözleri yoktu. Öylesi daha iyi. Bir ricam olacak dedim, tam giderken. Ne var? Beni bugün için yatırsanız, karakola gitmek istemiyorum da… Yüzüme bile bakmadan, sen sus bakalım dedi, ona biz karar veririz.

Sonra bizi yine bindirdiler ekip otosuna. Ülen bunların kokusu daha da mı arttı ne dedi biri. Sokağa çıkma yasağı galiba bitmişti. Bizi Aksaray’ın orta yerine bırakıverdiler. Daha önce bin defa alımlı çalımlı geçtiğim meydanın ortasına. Parmak izinden öyle kurtuldum, ama sen sus bakalım, ona biz karar veririz lafı hala kulağımda. Zaten hep öyle yaptılar.   

Kızıma anlatmadım bunları. Hiç kimseye anlatmadım. Orada uyuz bir köpek gibi titreye titreye bıraktılar. Gidecek hiçbir yeri yok. Hava soğuk mu soğuk, yarı ıslak ve insanlığın dibine vurmuş. Uyuz bir köpek gibi kuyruğu kıstırdım ve uzaklaştım. Nereye gideceğini muhakeme edemez vaziyette. Karizmatik devrimci öndermişim güya. Kızım bile bilmez bunu. Anlatmadım. Sünepe bilir o beni. Uyuz biri bilir…

Mütevazılığın da dibine vurmuştuk. Karakterimiz mi böyle, sana göre öyledir, bize o zamanlar öyle mi öğretilmişti bilmem. Sıradanın sıradanı bakardık, sıradanın sıradanı bir duruşumuz vardı. O karizma falan anlayana tabii. Bunun ajanlık çalışmaları sırasında çok yararını gördüm. Herkes her şeyi rahat anlatırdı bana, iyi dinleyiciydim. Herkes her şeyi öğretirdi.

Önceleri Mahir, Deniz falan onları öğretirlerdi bana. Birçok kişiyle konuşurum, hep aynı yere gelirdi laf. Onlar gibi kimse yok şimdi. Onlar gibi olamadık. Biz bir şey mi yapıyoruz. Evet, derdim onlar gibi olamadık, onlar gibi kimse yok, biz bir şey mi yaptık. Sonra ilginçtir Mahir, Deniz falan daha az anılır oldu. Binlerce insan ölüyordu ne yapacaksın, yıllar on yıllar geçiyordu, Mahir Mahir nereye kadar? PKK’lilerdi ölenlerin çoğu. Onlar gibi olamadık. Evet, biz bir şey mi yaptık, onlar gibi olamadık. Ne kadar ölürsen ne kadar fazla ölürsen o kadar onlar gibi olursun. Ve hiçbir şey yapmayanlar veya az bir şeyler yapanlar ve yani son yıllardaki bizler, o ölümlerle o kadar can buluruz, güç buluruz. Neşe dahi buluruz. Yeter ki birileri ölsün, devrim sürsün.

Sünepeydim ama. Bunda ısrarcıydım. Hep rol yapılmaz, sürekli rol yapmayı kimse beceremez. Galiba cidden sünepeydim. Son yıllarda tanıyanlar beni sünepe zannederlerdi. Etliye sütlüye bulaşmaz biri. Siyaset öğretirlerdi. Bu öyle olmaz şöyle olur derlerdi. Bir iki cevap verirdim. Sonra susar dinlerdim. Herkes kendi konuşmasına aşıktı. Kendi duruşuna hayrandı. Öğretirlerdi. Ben de bunları ilgili kişilere aktarırdım. Sakıncasız olanları. Sakıncalı birileri çok azdı zaten. Sonra kimseye anlatmaz oldum. Kendime sakladım. Dinledim sadece. Dinlemekten çok sıkıldım ama. Bildiğin gibi değil. Onun için yazdım bunları. Emekli bir sünepe olarak.

Can dedim ya. Cana hiç kıymet vermiyormuşuz meğer. Ölen kardeşlerimiz sadece siyasi bir malzemeymiş. Kardeşimiz değilse de canı cehenneme, faşiste acınmaz. Böyle bir kültür çıktı ortaya. Nasıl çıktı?

Ben kendimden biliyorum, onu anlatayım. Onca acı görmüştük ve bu Apocuların isyanı, bir tek onların kalması –direnen, meydan okuyan- hoşumuza gidiyordu. Bu Apo’nun birçok solcuyu, devrimciyi, arkadaşlarımızı öldürmesi yanlışlıktı, sol içi yanlışlık. Bir zaman düzelirdi elbet. Herkes böyle düşünüyordu. Haklıydık, biraz kaba ve nobran, biraz katiller ama bizim işimize yarayan katiller.

Sen meydana çok ehemmiyet veriyorsun, oradan gideyim. Ben de anahtarın orası olduğunu artık keşfettim. 2000’e Doğru Dergisi bile alıyordum o zamanlar. Yazılar hoşuma gidiyordu. Perinçek takımını hiç sevmem, ama ordu şöyle faşist böyle katliamcı iyi bindiriyordu. Apo şöyle devrimci böyle güzel falan. Herkes bir kere iki kere el öpmeye gitti. Devrimci dayanışmaydı o zaman. Yalçın Hoca gitti, eski TKP’liler, Hasan Cemal bile gitti. Murat Belge yine oralardaydı, Kanbersiz düğün olmaz, dergide boy gösterirdi. 2000’e doğru ekibi yeniden sevmişti onu.   

Söz Dergisi’ni burada epey tanıttım, dağıttım. Herkes oradaydı. Barış Demokrasi bloğu ta o zaman kuruluydu. Yahu ne gelmez şeymiş bu barış, öldür öldür gelmiyor yine barış. Kimi ararsan oradaydı yani. İsimleri biliyorsun. Devrim Hadep’le gelişecek falan işleri. Bunların hepsinin operasyon olduğunu anlamamak kolay değil. Biz zoru başarırız.

Bununla yetinmediler, daha büyük proje. Evrensel Gazetesi. Tüm solu birleştirecek ana damar kurulacak. Onun için bu Evrensel’cileri sevmediğim halde gaza geldim, bağış yaptım, bağış topladım. Toplanan paraların tahmin ediyorum en az yarısı Almanya’dan gitmiştir.

Geçenlerde tesadüfen bir röportaj okudum. Mali Müşavirler Odası mı ne söyleşmiş kendisiyle. Nazmi Belge diye biriyle. Aynen şöyle:

 “1994-95 yılları arasında da Mehmet Ali Ilıcak’ın patronluğunu yaptığı Akşam’ın kuruluşunda bulundum. Kriz yılları olduğu için bir süre sonra Akşam’da da ekonomik sıkıntılar yaşanmaya başladı. O yıllarda solda daha geniş kitlelere ulaşabilecek bir gazete çıkarmak için çalışmalar vardı. Celal Başlangıç, Ertuğrul Kürkçü, Murat Belge, Etyen Mahcupyan, Murat Çelikkan, Kemal Kök gibi pek çok tecrübeli ismin de aralarında yer aldığı Evrensel Gazetesi sonraki durağım oldu. Ancak,Türkiye’de en geniş anlamda ‘solu’ biraraya getirmek pek kolay olmadığı için bu ekip de bir süre sonra görüş ayrılığı nedeniyle dağıldı. 1996 yılında Doğan Grubu, Radikal gazetesinin kuruluşu için harekete geçince bana da yine yol görünmüş oldu. 2006 yılında Radikal’de çalışırken emekliliğimi istedim. Ancak, buna rağmen Radikal’deki çalışmam 2007 yılına kadar sürdü. Ardından Ahmet Altan ve Alev Er’in yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf gazetesinin kuruluşu gündeme geldi. Bir yılı aşkın süredir de Taraf’ın ekonomi şefliğini yürütüyorum.”

Belki de gayet muhalif ve iyi niyetli bir insandır Nazmi Belge. Ama sana hani belgesi diyenlere bunu göster. Bundan daha iyi belge olmaz. Nazmi Belge. Murat Belge’den daha sağlam.

Gördün mü? Akşam veya Evrensel, sağ veya sol fark etmez, Kürtçü veya liberal veya derin devletçi olması bir gazetenin fark etmez. Yeter ki hizmet olsun. Evrensel, Taraf, Birgün, Radikal, Hürriyet vb. yazarları profesyonel futbolcu gibiler. Maksat oyun. Saha içinde kavga ediyor görünebilirler, saha dışında hep birlikteler. Dikkat et bu isimlere. Ertuğrul’u, Belge’yi önceden anmıştık. Etyen Mahcupyan, Kemal Kök, Murat Çelikkan adlarına bak, isim benzerliği yoksa bunlar daha sonra nerelerde yazmışlar, ne yazmışlar, hükümetle, iktidarla neler yapmışlar, bir bak. 

Radikal, Birgün, Taraf, Cumhuriyet  vb.. Bunları küçümseriz değil mi. Sen küçümsemiyordun. Kafayı takmıştın. Bunların ne etkisi olacak. Zaten yazarları dön baba dönelim birbirine geçer. Etkisi ne? Öyle bir etkililer ki. Kızım, kızımın arkadaşları, solcu liberal, devrimci, eski devrimci kim varsa bunları okuyor. Etkilenmediğini söyleyenler de en fazla etkilenenler. Bunlara topluca Radikal kuşağı diyebiliriz. Yazarlar profesyoneldir. Paranın nereden geldiğine bakmaz, asla sormazlar. Nereye girdiğiyle ilgilenirler.    

Elimde Evrensel’in çıkış ilanı var. Burada 83 yazarın ismi geçiyor. Sana gönderiyorum. Bu 83 yazarı tek tek incelesinler. Beş altısı dışında büyük çoğunluğu PKK sempatizanı. PKK sempatizanlığı eşittir devrimcilik, diyecek olan çıkar. Tamam, kabul. Bunların yarıdan bir hayli çoğu sonradan AKP’yi destekledi. En azından bir dönem AKP’yi övdü. Bazıları fanatik AKP’ciydi, tetikçiydi. Yanlarına almışlar birkaç tane çerez gibi, güneş pilli lamba gibi sosyalisti, devrimci gazete çıkarıyorlar. Solun beynini … ….

Sen kendine komünist diyeceksin, ama düzenin adamlarıyla gazete çıkaracaksın, ajanlarla gazete çıkaracaksın. Bakın şu isimlere. Çüş artık.  

İlanda bir cümle dikkatine sunulur: “Gazeteniz Evrensel’i her gün alın, her sayfasında yalnızca gerçeği göreceksiniz.” Yok ya! Orhan Pamuk, Ufuk Uras, Hilmi Yavuz, Yıldırım Türker, Murat Belge, Korhan Gümüş ve saire saire… gerçeği anlatacak. Yalancılıkta sağ solu geçer, sol sağı sollar.  

Bir dahaki mektubumda, senin asıl konuna geleceğim. Edebiyata. CIA’in Orhan Pamuk operasyonuna.

B.M.

Facebook
yorumlar ... ( 4 )
08-10-2015
08-10-2015 16:04 (1)
Giderek daha çok merak uyandırıyor. Akif Akalın.
08-10-2015 17:57 (2)
Baader Meinhof'un türkçesi, tefrika ilerledikçe daha bi düzeliyor gibi geldi bana. Yazdıkça açılıyor. Das schön. mh
09-10-2015 08:17 (3)
yok birbirinizden farkınız hepiniz aynı .. soyusunuz demiş adam. aslında en büyük eleştiriyi de "ne yapalım ama bunlar var, bunları okuyoruz diyenlere" Facebook'ta bir fotograf, Ahmet Hakan ile Cüneyt Özdemir. Embedded gazetecilik yapmış bir isim Özdemir. Bu macerasını kitap olarak da yayınlamış. İşin teorisinden gidersem belki yırtarım diye mi düşündü artık bilemiyorum. Kitap, neden embedded olunmaması gerektiğinin yazılı belgesi gibi, merak edenler için. Meşhur bir söz var bu gazetecilik dünyasında: Medium is the Message diye. Hızır paşa desem belki daha anlaşılır olabilir sözün anlamı. Ahmet Hakan'la ilgili bir şey yazmaya bile gerek yok bence. Şimdi bu iki gazeteciden birisi zafer işareti yapmış. Biliyorsunuzdur Özdemir'i Doğan gurubu işten çıkartınca İMC TV'ye geldi. Meselem insanların işsiz kalması, bir dönem tercihleri yüzünden ömür boyu yaftalanması değil. Mesele kimin kim olduğunu bilmek v yazdıklarını hep akıl süzgeçinden geçirmek. Kimseye hak etmediği sıfatları yüklememek.+
09-10-2015 08:17 (4)
Daha geçen hafta bir haber Özdemir'in twitter hesabına yasak istenmiş mahkeme kabul etmemiş diye. Özdemir ile söyleşi yapıyorlar ve diyor ki bu cesur yürek gazetecimiz, ben siyaset çok kızışınca lokantalarla ilgili yazıp paylaşıyorum uzun süredir. Yani twitter'da siyasi içerikli bir paylaşımım yok. Cesur yürek bekle gör demiş kendine belli ki. O facebook'ta fotografını paylaştığınız büyük mücadeleci gazeteci. B.M.'nin anlattıkları giderek heyecan verici oluyor gerçekten. Merakla takibe devam. Gazete / medya deyince ben de bu tespitimi paylaşmak istedim. Özgür Coşar
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210793
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.