Lacan’ın XXIV. Semineri üzerine çalışma gerçekleştirildi

            Lacan’ın XXIV. Semineri üzerine çalışma gerçekleştirildi

            Ortalıkta profesör, doçent, yardımcı doçent gibi unvanların dolaşmadığı, ilaç firmalarının bulunmadığı, kongre çantası nevinden hediyelerin verilmediği, beş yıldızlı kongre otelinde değil, sıradan bir toplantı salonunda vuku bulan ama fikirleri, kavramları, düşünceleri bolca bulabileceğiniz, vay o asistan haliyle benim gibi televizyon yıldızı bir akademisyene nasıl böyle karşı çıkabilir biçiminde histerik çıkışları bulamayacağınız bir toplantıyı geride bıraktık. Lacan’ın bilinçdışı ile ilgili olarak yapmış olduğu saptamaların tartışıldığı (gerçekten tartışıldı, onaylama değil tartışma ön plandaydı) çalışmalar 26-29 Ağustos 2015 tarihinde Association Lacanienne International (ALI) tarafından Paris’te Espace Reuilly’de gerçekleştirildi.

            Çalışmanın belki de en ilginç noktalarından birisi, tek bir bilinçdışı değil, birden fazla bilinçdışına sahip olabileceğimiz olasılığının güçlü olduğu idi. Psikanalistlerin oldukça önemli bir kısmının bu yönde gözlemlerinin olduğunu görmek, zaten insanların birden fazla bilinçdışına sahip olduklarını düşünen birisi olarak beni çok heyecanlandırdı. Espace başlığı altında ele alınan ve benim mekân olarak işlemiş olduğum ve bilinçdışının her karşı karşıya kaldığı yapının karşısında yeni bir bilinç ve yeni bir bilinçdışı oluşturduğu biçiminde özetlenebilecek bu önemli nokta, Lacan’ın kuramının Freud’un kuramına getirdiği en önemli katkılardan birisidir kanımca. Bu konuda ALI’in yeni başkanı Marc Darmon ve konuşmacılardan Marc Morali’nin katkıları heyecan verici idi. Bu noktada ALI’nin kurucusu Charles Melman’ın L’Homme Sans Gravité (Ağırlığı Olmayan Adam) adlı, tüketim ekonomisinin insanları nasıl yeni bir histerik yapıya sürüklediğini anlatan kitabını anımsamadan geçmemek gerekir. İçinde bulunduğumuz ekonomik yapı aynı zamanda kişiliklerimizi de belirleyen ana etkendir.

            Toplantı sırasında ötekinin bakışı ve bu bakışın sabitleyici etkisi, bu etkiden kurtulabilmek amacıyla psikanalitik görüşmenin neden yüz yüze değil de divan üzerinde yatarak yapılmasının gerektiği üzerine etkileyici saptamalar ortaya çıktı. Bu saptamaları dinlerken nedense sürekli olarak Sumru Çığır’ın, Örnek akademisyen kimdir, kim değildir başlıklı yazısı aklıma takıldı. Türkiye’nin akademik ortamı, Medusa’nın bakışı karşısında mermerleşerek donmuş bir ortamı anımsattı o bilgi ve fikirlerle dolu tartışma ortamında. Sanıyorum ki kullanılan unvanlar hem insanları hem de özgür tartışma zeminini dondurarak yeniliklere kapalı bir hale getiriyor ülkemizde. Kurtuluş nerede diye sorarsanız önce insanların unvanları ile değil, bilgileri ve ürettikleri ile ortaya çıkmalarını sağlayacak bir ortamı oluşturabilmemizde yatıyor herhalde.

MUTLUHAN İZMİR

 

 

Facebook
yorumlar ... ( 5 )
02-09-2015
03-09-2015 00:02 (1)
Ünlü bir fıkra vardır, bilmem bilir misiniz? Adamın biri çok akıllı bir bilgisayar yapmış. Birçok ülkeden bilim adamlarını çağırmış ve demiş ki “benim bilgisayarıma ne sorarsanız sorun cevap verir”. Gerçekten de, bilgisayar ne sorulduysa hepsini yanıtlamış. Sıra Türk bilim adamına gelmiş. O çok kısa bir soru sormuş. Makine saatlerce çalıştığı halde bir türlü yanıt üretememiş, çalışmış durmuş. Sonunda durdurmak zorunda kalmışlar. Bu makinaya ne sordun da bu hale geldi demişler. O da “çok basit, ne var ne yok, diye sordum” demiş. Bu fıkra, bir algoritmanın açık-seçik adımlar içermemesi halinde neler olabileceğini karikatürize etmek için anlatılıyor. Konu ile ilgili şöyle bir bağlantı oluştu benim zihnimde: Bazı büyük ünvanlı kişiler eğer, yeni fikir ve tartışmalara açık “doğru bir mantık" oluşturamamışlarsa, çalışır gözükseler de anlamlı bir sonuç üretemiyorlar. Sanırım asıl sıkıntı da, yeni düşünce üretilmesine engel olmaya çalıştıklarında ortaya çıkıyor. +++
03-09-2015 00:02 (2)
+++ Kurtuluş için önerdiğiniz ortam nasıl oluşturulabilir bunun daha çok konuşulması gerekiyor bence. Çünkü bu tür ortamların nasıl heyecan ve ilham verici olduğu ve daha çok çalışmak için enerji yüklemesi yaptığı yazınızdan hissediliyor. Ancak çok çabuk bitti, oysa sayfalarca okuyabilirdim. Aklıma takılanları sizin sayfanızda bulabileceğimi umuyorum. İnceledikten sonra belki devam edebilirim. Mutlu gelişmeleri de bizimle paylaşıp umut olduğunuz için teşekkür ederim. Sumru Çığır
03-09-2015 09:15 (3)
Başlatmış olduğunuz tartışma çok önemli bence Sumru hanım. Bir ülkenin düşünce üretimi ufak bir grubun tekeline girmişse o ülkede demokrasi, özgürlük de gerçek anlamda yerleşemez. Bizlerin önce bu ayrıcalıklı akademik Sınıfın olumsuz etkisini kırmamız gerekiyor. Yakında ülkemizde de toplanacağız: http://www.dusunbil.com/etkinlikler/1-uluslararasi-lacan-sempozyumu.html. Mutluhan
03-09-2015 14:17 (4)
Yazı için teşekkürler Mutluhan Bey, Tıp Bu Değil TV programlarında performansınız harikaydı. Aklımdan hiç çıkmadınız. Evet, insanların ünvanı olabilir, giyimleri şık olabilir, ama bunlar önemli midir. İnsanın düşünceleri, duyguları, karakteri, bilgi seviyesi gibi kriterler daha önemli değil midir. Toplum yozlaştıkça, unvan, etiket daha öne çıkıyor sanki. Çünkü çoğunluğun yoz olduğu toplumlarda aydın kişler dışlanır. Tarihte örnekleri vardır. Bu bakımdan, Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi, modern eğitim seferberliği yapmak, Köy Enstitüleri muadili yapılanmalara gitmek ülkemiz insanı için en aydınlık yol olacaktır. Ama maalesef bunlar ülkemizin hiç gündeminde değil, Batı’ nın başımıza açtığı dertlerle uğraşıp duruyoıruz. D.Turgay
03-09-2015 21:55 (5)
Ben tesekkur ederim sayin Turgay. Her bakimdan icerigin bosaltildigi, gorunusun one ciktigi zamanlardan geciyoruz ne yazik ki. Saygilar, Mutluhan
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210802
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.