Vasatlığa Giriş Dersleri’nin 2. baskısı çıktı. Konuyla ilgili Hayal Dergisi’nin söyleşisi

Vasatlığa Giriş Dersleri’nin 2. baskısı çıktı. Konuyla ilgili Hayal Dergisi’nin söyleşisi

 

Hayal Dergisi: Taylan Kara’nın iki romanını –Cölanj (2008) ve Poe’nun Kuzgunu (2008)-; ayrıca düşünce yazılarını topladığı Böyle de Buyurabilirdi Zerdüşt kitabını Hayal Yayınları olarak siz okuyucularımızın beğenisine sunmuştuk. Şimdi, 2013 yılında yayımladığımız Vasatlığa Giriş Dersleri’nin 2. baskısını yapıyor olmanın mutluluğu içerisindeyiz. Bu kitabıyla Taylan Kara, sert ve sözünü sakınmayan üslubuyla toplumsal düzenin bütün kurumlarına saldırıyor. Algı ve hafızamızın yetersizliğini veya kabullenilmiş bireyliğimizi yüzümüze vuruyor. O, ünlü yazar Mehmet Eroğlu’nun deyimiyle “bir ruhsal anarşist” ve dergimizin bu sayısında söyleşi konuğumuz. Hoş geldiniz.

 

 Hayal Dergisi: İki roman ve iki düşünce kitabı… Son kitabınızın yeni baskısı… Bir de şu an yayıma hazırladığımız yeni kitabınız “Vasat Edebiyatı 101”… Birkaç ay içinde çıkarmayı planladığımız bu kitabınızdan söz eder misiniz?

Taylan Kara: Birkaç yıldır çeşitli günlük gazetelerde, internet siteleri ve dergilerde roman ve kitap eleştirileri yazıyorum. Bu konuda Türkiye’de ciddi bir eksiklik var. Dünyanın en büyük yazarlarının en iyi kitapları hakkında olumsuz birçok yazı bulabilirsiniz. Kafka, Proust, Joyce, Hugo… Her biri için az bile olsa olumsuz eleştiriler okuyabilirsiniz. Ancak Türkiye’de bazı yazarların asla eleştirilmediğine, kitapları hakkında bir tek satır olumsuz yazı yazılmadığına şahit oluyoruz. Romanın en asgari ölçütlerini bile taşımayan gülünç metinlerin “başyapıt” diye topluma pompalandığını hayretle görmekteyiz. Okura hakaret eden bir çeteleşmenin tehdidi altıdadır Türk Edebiyatı.

Son derece sevimsiz ve zaman alıcı bir iş olmasına rağmen bunu bir görev duygusuyla kendime iş edindim. Roman ve edebiyat eleştirilerini içeren “Vasat Edebiyatı 101” isimli bu kitabım yayıneviniz tarafından birkaç ay içinde yayımlanacak.

 

Hayal Dergisi: Tamamlanmış kitaplarınız dışında şu an uğraştığınız bir çalışmanız var mı?

Taylan Kara: Bunlar dışında, şu anda üzerinde çalıştığım, yarısına kadar yazdığım bir romanım var. Bu roman altıncı ve son kitabım olacak. Yazarların zamanında susmaları gerektiğini düşünüyorum. Söyleyecek yeni ve başkalarından farklı bir şeyiniz yoksa konuşmamalısınız. Ben de 6. kitabımla birlikte bunu yapacak ve daha fazla kitap yazmayacağım. İleride söylenmeye değer yeni bir şeyler bulabilirsem bu değişebilir ancak şimdilik düşüncem bu.

 

Hayal Dergisi: Vasatlığa Giriş Dersleri’ni bir tahakküm aracı, ahlaka karşı yapılmış bir sabotaj girişimi olarak tanımlıyorsunuz. Bu kitapla üzerinize yüklediğiniz görevi, toplumsal hafızamızdan çıkan, çıkartılan kötülüğümüzü yine bizim (insanın) yüzümüze vurmak olarak tanımlarsak; “hatırlamak”, şiddetin ve vahşetin başlığında yazılan tarihi değiştirmeye ve kurtuluşumuza dair önerdiğiniz bir çözüm mü?

Taylan Kara: Hatırlamak, değiştirme niyetiniz var ise iyi bir başlangıçtır. Değiştirmek için bellek bir silahtır. Hatırlamak, değiştirmeye yetmez ama, değiştirmek isteyenler hatırlamak zorundadır. Bir insan en fazla 90 -100 yıl yaşayabilir. Bu süre insan türünün milyonlarca yıllık biyolojik on binlerce yıllık kültür geçmişiyle, hatta 8-9 bin yıllık yazılı tarihle karşılaştırıldığında çok çok kısadır. Geçmişi bilmeden neyi nasıl anlayabiliriz? Goethe’nin sözüdür: 3000 yıllık insanlık tarihini bilmeden yaşayan insan günübirlik yaşayan insandır. Günübirlik yaşayanlar hiçbir şeyi değiştiremez.

Bugün yaşadıklarımız, upuzun bir geçmişin uçlarıdır. Geçmiş hiç bitmemiştir ki. Dolayısıyla günü anlamak, geçmişi bilmekle olur. Hatırlamaya muhtacız.

 

Hayal Dergisi: Kitabınızda toplum içindeki birey için kullandığınız vasat tabiri üzerinden düşünürsek; insan varoluşu gereği mi vasattır? Değişemez mi? Umut var mı?

 

Taylan Kara: Bu kitaplar ve bu saptamalar bir umudun olduğunu varsayar.

Eğer “insan doğuştan vasattır ve değişemez” deseydik, başka hiçbir şeye gerek kalmazdı, bu kitapları yazmanın, bu söyleşiyi yapmanın… Hiçbir şeyin gereği olmazdı. Değiştiremiyorsak niye uğraşıyoruz?

İnsan gülünç bir varlıktır, saçma sapan güdüleri olan, nesnel gerçeklikle arasında bir sürü dolayım bulunan, sürekli hatalar yapan yetersiz bir varlıktır. Ama bu yetersiz ve gülünç varlık, insanlık tarihinde birçok şeyi başarmıştır. On binlerce yılda birçok şeyi keşfetmiş, çevresine ve türünün biyolojik evrimine müdahale edecek teknolojiyi geliştirmiştir. Bütün bunları tüm yetersizliğiyle, tüm gülünçlüğüyle başarmıştır. İnsanlığın büyük ustaları Aristo, Sokrat, Heraklit, Galile, Bruno… Bunlar da insandır.

Bugün fark etmeksizin içinde yaşadığımız konforu, geçmişte ismini bilmediğimiz insanlara borçluyuz. Şu an kullanırken sanki hep oradaymış zannettiğimiz makineleri, teknolojiyi adını bilmediğimiz insanlar keşfetti.

İsmini bilmediğimiz insanlar tahıl ıslahını, tarım yapmayı, hayvan evcilleştirmeyi, madenciliği, ateşi, tekerleği ve binlerce şeyi buldu. Adını bilmediğimiz milyonlarca insana borçluyuz.

Ancak bütün bu teknik gelişmelerinin yanında insan türünün ahlaki gelişmesi, bu kadar hızlı olamamıştır ne yazık ki.

Bir ikilemle karşılaşmak üzeredir insan türü: ya bu ahlakı edinip, toplumu ve çevresiyle, biyolojik geçmişini göz önüne alarak dünyadaki yerini barışcıl bir şekilde alacak, ya da yok olacaktır. Bu bir felsefi tercih, entelektüel bir kapris değil, varoluşu için bir zorunluluktur. İnsan, “tür ahlakı”nı geliştirmek zorundadır.

Şimdiye kadar geliştirmekte başarısız olduğu o “tür ahlakı”nı edinmediği takdirde kendisiyle birlikte bütün dünyayı yok edecek.

Ben karamsar bir insanım. Ama karamsar olmak kendime yüklediğim görevime engel olamaz.

Umudu sordunuz. İnsan türü çok daha karanlık çağlardan çıktı geçmişte.  Umut hep vardır, daima olacaktır; onu bulup hayata geçirmek ise bizim elimizdedir.

 

Hayal Dergisi: Peki bu durumda, Taylan Kara ne kadar vasat veya vasatlığın neresinde?

Taylan Kara: Tam ortasında… O kitapta ortaya koyduğum, insanlık durumlarıdır, bunlar da az çok hepimizde vardır. En nitelikli insanların bile gündelik yaşamlarına baktığınızda bunu görebiliriz. İnsanları “vasatlar” ve “vasat olmayanlar” diye ayırmıyorum. Her insanda az ya da çok bulunan “vasatlığın” çeşitli koşullardaki görünüşünü ortaya koyuyorum. Kendimi asla o nitelemelerin dışında tutmuyorum, çünkü tam ortasındayım. Hepsinden fazlasıyla ilk önce kendimde var. Proust: “insanın en öznel haline indiğinizde belirir evrensel” der. Kendimdeki vasatlıklarla mücadele etmeye çalışıyorum. O kitap da bu mücadelenin bir parçasıdır.

 

Hayal Dergisi: Her devlet kendi sosyal mühendislik araçlarıyla kendi “ makbul vatandaşını” kurgular. Ulus fikrinin altında da bu, iktidarın meşrulaştırılması çabası varsa; tepeden inmeci olmayan bir toplumsal üst bilince ulaşılamaz mı?

Taylan Kara: Ulus devlet, uzun insanlık tarihinin çok kısa bir kısmına karşılık geliyor; 500 yıl önce ortada ulus devlet falan yoktu. Sınıflı toplumlarda, ezenin ve ezilenin olduğu her toplumda, eşitsizliği yaratan ve aynı zamanda eşitsizliğin sonucu olan organizasyon –ki bu şu an için devlettir ve devletin günümüz koşullarındaki tezahürü “ulus devlet”tir- kendi kurallarını koyar, dayatır ve kabul ettirir. Egemenlik, tarihin her anında farklı şiddette ve farklı araçlarla sürdürülür. Devlet demek sınıflı toplum demektir; sınıflı toplum, devlet kurumunu gerektirir. Dolayısıyla devlet bir “semptom”dur, “sınıflılık hastalığı”nın bir belirtisi… Sınıflar var ise eşitsizlik vardır, eşitsizlik var ise isyan, bastırma, kolluk gücü, rıza üretimi… Yaşadığımız tarihe kendimizi bir adım geri çekip öyle baktığımızda gördüklerimiz hayret vericidir. İnsan türünün on binlerce yıllık kültür tarihinde (bunu biyolojik tarihe de uzatabiliriz) sınıflı toplum diye bir şey yoktur. İnsan türü, tarihinin çok büyük bir kısmında sınıfsız toplumlarda yaşamıştır. Bugün yaşadıklarımız aslında “bitmeyecekmiş gibi görünen bir istisna”dır. Bu uzun parantez er geç bir gün kapanacaktır. Bu parantezi kapatmak kolay bir iş değildir.

 

 Hayal Dergisi: Kitapta devletin uyguladığı meşru şiddet ve cinayet kavramlarını derince sorguluyorsunuz. Hatta bireyin cinayet işlemesini, devletin meşru cinayet hakkının gaspı olarak tanımlıyorsunuz. Son dönemde, Gezi Olayları gibi toplumsal olaylarda kullanılan ve gittikçe dozu artan şiddeti de göz önüne alırsak, özellikle iç güvenlik paketinin yasalaşmasıyla devlete atfettiğiniz bu meşru cinayet hakkı sizce uygulamada ne gibi sonuçlar doğuracak?

Taylan Kara: Güncel siyaset, beni hep yanılgıya ittiği için yorum yaparken ketum olmaya çalışıyorum. Bu soru, bir önceki sorunuzun devamı, yanıtı da açık.

Devlet artık sokağa çıkarken makyaj yapmaya gerek duymuyor. Normal şartlarda ya da alışılageldik haliyle egemenliğin sürmesi, toplumun “makul” bir oranının gözünün boyanması ve rızasının alınmasıyla olanaklıdır. Bunun için de hiçbir egemenlik tek başına “zor”a, kaba şiddete dayanmaz. Mutlaka, çeşitli ideolojik aygıtlarla rıza üretimi gerekir. Sokaklarda gördüğünüz kaba şiddet ile rıza üretimi, her devlet biriminin kendi özgüllüğünde değişen oranlarda bulunur. Ama az ya da çok daima her ikisi de vardır.

Normal şartlarda devletin bu “pijamalı”, “makyajsız”, kendini gizlemeye gerek duymayan şiddetini bu kadar dolaysız görmemiz bir egemenlik krizinin, bir “yönetememe”, “yönetilememe” halinin göstergesidir. Rıza artık daha zor üretilmekte, kaba şiddete daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Toplumu ve tek tek bireyleri zor günler beklemektedir. Bir çöküşün canlı tanıkları olarak tarihi anlar yaşıyoruz. Tarihi anları yaşarken insanlar genellikle ne yaşadıklarının farkında olmazlar. Yaşanılanların gerçek değeri, geriye dönük bakıldığında daha fazla anlaşılır. Sanırım bugünler bu kuralların da istisnalarını oluşturuyor.

 

Hayal Dergisi: Mehmet Eroğlu sizin hakkınızda yazdığı bir yazıda, kendisine, kendisininkini planlama konusunda fikir vermesi için ünlü yazarların mezarlarının fotoğraflarını gönderdiğinizi söylüyor. Bunu ne amaçla yaptınız? Mehmet Eroğlu’nu yazarlığı konusunda motive etmek için mi? Siz kendinizi yazmaya motive etmek için neler yapıyorsunuz?

Taylan Kara: Ben mezarlık biriktiririm. Mezarlık fotoğraflarını, mezarlık anılarını, mezarlık ziyaretlerini… Çalışma odam küçük bir mezarlığa bakar. Bilmediğim bir şehre gittiğimde o şehrin mezarlığını görmek isterim. Bana göre bir şehri tanımanın en kolay yolu mezarlığını görmektir. Onlarca yazarın mezarını ziyaret etmişimdir. Bir yazarın mezarını ziyaret etmek için 500-600 km 10 saat yolculuğu göze aldığım olmuştur. Brecht’i, Hegel’i, Canetti’yi ya da Lem’i ziyaret ettikten sonra eserlerini daha iyi okuyor, o yazarların yazdıklarıyla daha derin düşünsel ilişkiler geliştiriyorum. Hatta bazı yazarları okumak için mezarlarını ziyaret etmeyi beklediğim bile olmuştur! Victor Frankl’ın kitabını, mezarını ziyaret edene dek bitirmedim.

İnsan, gözünün önündeki ölümlü olduğu gerçeğini ısrarla görmezden gelir; her üç adımda ona çarpıp ağzını gözünü kırsa bile, etrafındakilerin sürekli ona çarptığını gözlese bile algısında ısrarla bir “ölüm körlüğü” geliştirmiştir.

Bana göre yaşamı daha anlamlı ve verimli yaşamanın yolu ölüm bilinci edinmektir. Yaşamın sınırlarını fark etmek, yaşamın sona ereceğini bilmek, bunun bilinciyle yaşamak, beni sadeleştiriyor ve daha verimli olmamı sağlıyor. Ortaçağın meşhur sloganı “memento mori” (ölümü hatırla), -o yıllardaki kullanımını göz ardı edersek- bana uygun bir söz.

Mehmet Eroğlu’ya da bunu hatırlatmak ve de yaşı itibariyle bir süre sonra öleceğini unutturmamak için o mezar resimlerini yollamıştım. Gerçi onun böyle bir şeye ihtiyacı yoktur ama yine de fazla ölüm bilincinin bir zararı olmaz. İnsan unutkan olduğu için sık sık bunu hatırlatmak gerekiyor.

 

Hayal Dergisi: Son olarak okurlarınıza ne söylemek isterdiniz?

Taylan Kara: İnsanın genel eğilimi kendisini gereğinden fazla önemsemesidir. Bir koltuğa oturduğunda, bir titr elde ettiğinde, sıradan bir başarı ya da birilerinin taktirini kazandığında, biçimsel özellikleriyle, saçının şekliyle, adetinin düzeniyle, penisinin boyuyla, parasıyla, malıyla; her an egosunu şişirecek gerekçeler bulmaya, eğer yoksa da kafasından üretmeye hazırdır. Kibir, insanın gülünç zaaflarının en gülüncüdür. Sınırlarımızı bilelim. Sınırlarımızı bilirsek onları zorlayabilir, aşabiliriz. Biz gelişiminin henüz başlarında olan bir türüz; bu halde kalamayız.

Bir cümle söyleme hakkım olsaydı şunları söylerdim:

kozmik önemsizliğini aklından çıkarma.

 

Hayal Dergisi: Teşekkür ederim.

Facebook
yorumlar ... ( 7 )
11-05-2015
11-05-2015 00:00 (1)
Kozmik önemsizlik! Şahane bir saptama. mh
11-05-2015 01:18 (2)
Derginin sorularının altında liberal bir tını var. Takip etmediğim bir dergi ancak bu hemen seziliyor. Taylan Bey nazik ancak tavizsiz yanıtlar vermiş bu sorulara. Çoğu yazarda bulamayacağımız sağlam bir omurgası olduğu belli Taylan Bey'in. Öyle kötü devlet deyip işin içinden çıkmamış. Bu ruhsal anarşist lafı nerden çıkmış pek anlamadım. İyi bir sosyalist hümanist bakış görüyorum burda, toplumsal sorumluluk duygusu takdire şayan.
11-05-2015 23:05 (3)
taylan bey sizi takip ediyorum. yazdıklarınızı da genel anlamda beğeniyorum fakat bence roman eleştirilerinizi yazdığınız romanlara kıyasla daha başarılı buluyorum. en son perihan mağden hakkındaki eleştirinizi bulmuştum fakat düzenli olarak bir yerde yayınlanıyor mu? ben sizi buradan ve twitter'dan takip ediyorum. başarılarınızın devamını ve kitabınızı dört gözle almak ve tavsiye etmek üzere bekliyorum. saygılarımla emrahkilic
12-05-2015 12:25 (4)
Kenan paşanın ölümünden beri yaşadıklarımız Kara'nın insana dair söylediklerinin ne kadar naif kaldığını görüyoruz. Hepimiz 1980 - 83 döneminde bu ülkede faşizme karşı KAÇ KİŞİNİN mücadele ettiğini biliyoruz. 1982 Anayasa oylamasının sonuçları ortada. Şimdi o günlerde biz mücadele ederken en hafifinden ortada görünmeyenlerin, bize "akıl" verenlerin, dahası ihbar edenlerin, 82 Anayasasına EVET diyenlerin Kenan paşanın arkasından konuştuğunu görüyoruz. Bir tanesi çıkıp da "o zaman yanlış düşünmüşüm" demiyor. İşte İNSAN BU diyoruz bizde. AA.
12-05-2015 23:37 (5)
"O zaman yanlış düşünmüş olabilirim" diyorum sn AA; çünkü, çocuk sayılabilecek bir yaştaydım, ama gördüğüm şuydu: Lisede herhangi bir gün, okula gidince okul tatil edilebilirdi, yolda üzerimize taşlar atılabilir, okulun camları kırılabilirdi; 5 dersimizin notu, öğretmenlerimizin açığa alınmasından mütevellit, karneye girmeyebilirdi, ama yine de ben şanslı sayılabilirdim, çünkü ben sağdım, üniv.de okuyan yakınlarımın öldürüldüklerini ajanslarda işitmemiştim... Keşke şu andaki algım hep olsaydı... ama yetmez... başkalarında da olaydı... Mine
13-05-2015 12:12 (6)
Mine hanım (5) elbette çocuk sayılabilecek yaşta olanlardan değil, 1980'de toplumsal yaşamda etkin olup (meslek sahibi, gazeteci, hoca vb) 12 Eylül'e alkış tutan, 4 numaralı mesajımda da belirttiğim gibi o dönemde 12 Eylül'e karşı mücadele edenlere "akıl veren, dahası ihbar edenlerden" (bunların hepsini hatırlıyoruz) bugün 12 Eylül'de mücadele edenlerden daha HIZLI olanlardan bahsediyoruz. Bir tek Kenan Paşa'nın kızı dürüst davrandı, gerisi hep sahtekar. Saygılar. AA.
16-05-2015 12:51 (7)
Taylan Hocam, sizin yazının altındaki tartışma gene alevlenmiş, epey bir dil uzatılmış size. resmen düğmeye basılmış gibi. http://www.gunzileli.com/2014/06/30/taylan-karaturkiyede-edebiyat-odulleri-nasil-verilir/
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210849
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.