Yavuz Dizdar'a cevap.. "Tavuk eti" tartışmasında Ali Esat Karakaya'nın yanıtı

Dr. Dizdar her türlü gıda ile ilgili bilim dışı iddialara dayalı felaket senaryoları yaratarak ününe ün katmaya ve medyada yıldızlaşmaya devam ediyor.  Beyaz et konusunda yazdıklarını da bu kapsamda değerlendiriyorum.  Dr. Dizdar’ın “olsa olsa böyle olur” şeklindeki bilimden uzak yaklaşımlarına karşı Dr. Ali Rıza Üçer’in yazdığı bilim odaklı cevaba yürekten katılıyorum ve kendisini kutluyorum.  Bilim dışı iddialara karşı sessiz kalmanın sonuçları gıda ile sınırlı kalmaz. Sonunda toplumda hurafeler bilimden daha çok itibar kazanır. Somut bir örneği, tıp alanından verelim. Yıllardır otla çöple ve uydurduğu kürlerle her türlü hastalığı tedavi ettiğini iddia eden ve aynı Yavuz Dizdar arkadaşımız gibi medyanın göz bebeği olan İbrahim Saraçoğlu, Cumhurbaşkanlığı  Başdanışmanlığı gibi çok yüksek bir kamu görevine (sağlıkla ilgili) atandı. Burada söz konusu olan hastanın tedavi tercihi değil, hurafelerin üst düzey kamu görevliliği ile ilişkilendirilerek meşrulaştırılmasıdır. Bu uygulamaya, ne yıllardır kanıta dayalı tıp öğretisini benimsetmeye çalışan tıp fakültelerinden ne de sağlık profesyonellerinin meslek örgütlerinden tek bir ses dahi çıkmadı. Böyle bir ortamda,   Dr. Üçer’in yıllardır akıl dışı, bilim dışı uygulamalara karşı sergilediği yürekli duruşunu saygı ile izliyorum.

Bilime aykırı iddialar her konuda olabilir. Ancak gıdanın bu konuda çok özel bir yeri vardır. İlk olarak, gıda-sağlık ilişkisi toplumdaki her bireyi çok yakından ilgilendirmektedir.  İkincisi, gıdalar tarladan/çiftlikten çatala kadar olan süreçte binlerce risk etkeni ile karşılaşabilir. Bu risklerin bilime dayalı regülasyonlarla yönetilmesi ölçüsünde de insan sağlığı korunabilir. Gıdalardaki risklerin yönetilmesine esas teşkil eden regülasyonlar uluslararası işbirliği ile oluşturulur. Bu regülasyonların arkasında on binlerce araştırma ve bu araştırmaları yapan on binlerce bilim insanı ve bunların kurumları bulunur.

Dizdar arkadaşımızın, kolay anlaşılabilmesi için hazırladığım “Dünya Gıda Güvenliği Ağı”  şemasını incelemesini öneririm. (Yazı resmi.. editör notu)

Şemayı biraz açalım. Solda Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Gıda Tarım Örgütü’nün ortak kuruluşu olan “Kodeks Alimentarius” yer alıyor. Bu örgüt Yavuz Dizdar’ın bugüne kadar gündeme getirdiği her gıdadaki insan sağlığını koruma odaklı standartları belirliyor. Ortada yer alan “ Avrupa Birliği Gıda Otoritesi-EFSA”, AB’de gıdanın bilim odaklı yönetilme aracı işlevini yükleniyor. Buna ek olarak her Avrupa ülkesinin de ulusal gıda otoritesi var. Örneğin İngiltere’de  “ FoodStandardsAgency” , Fransa’da “ANSES” gibi. Şemanın sağında diğer ülkelerdeki gıda otoritelerinden örnekler var. ABD’de FDA gibi çok güçlü gıda otoriteleri de bu sistemin içindedir. Bu uluslararası gıda güvenliği ağı tamamen birbiri ile etkileşim halinde. Diğer bir deyişle insan sağlığına zararı kanıtlanan bir uygulamanın bu sistem içinde kalması mümkün değildir. Böyle uluslararası bir ağa gereksinim duyulmasının nedeni de gıdaların sınır tanımayan ürünler olması, bir ülkede üretilen bir gıdanın diğer ülkelerde de tüketilmesidir.

Yavuz Dizdar arkadaşımızın gündeme getirdiği ve tartıştığımız gıda ile ilgili felaket senaryolarında bütün bu sistemin göremediği ancak Dizdar arkadaşımızın farkına vardığı bir durum söz konusu. Biraz garip değil mi? Dizdar arkadaşımızın, benzerlerinin sıkça yaptığı gibi, bu kurumların satıldıkları ve bilimi saptırdıkları gibi soyut ifadelerle görüşlerini savunacağını tahmin ediyorum. İnanmak isteyen inanır. Demek ki bütün dünya bilimi ile kurumları ile bir oldu, hepimizi kandırıyor. Bir tek Dizdar her konudaki uzmanlığı ile gerçekleri görüp “yemezler” diye feryat ediyor.

Gıdalar ile uluslararası regülasyonlar bilim odaklı şeffaf süreçlerde hazırlanır.  Her noktada da eğer aykırı görüş var ise bunların da ifade edilebileceği platformalar yaratılır. Örneğin EFSA’da  bu amaçla oluşturulan platformun “link”   üyeleri arasında  “EuropeanPublicHealthAlliance” , “Greenpeace”,  “Friends of the Earth” ve Avrupa ülkelerinin tüketici derneklerinin federasyonu olan “TheEuropean Consumer Organisation”  gibi güçlü sivil toplum örgütleri de vardır.  Sayın Yavuz Dizdar kimselerde bulunmayan bilimsel alt yapısı ile ortaya çıkardığı gerçekleri bu sivil toplum örgütleri vasıtası ile uluslararası gıda otoritelerinin gündemine sokabilir. Ancak yine de dikkatli olmasını öneririm. Bu sivil toplum örgütleri aktivist ünlerinin yanı sıra ciddi örgütlerdir. Kapıları bilim dışı ipe sapa gelmez iddialara kapalıdır. Arkadaşımızın ciddi hazırlık yapması gerekir. Dizdar arkadaşımız böyle zahmetli yollara girip tüm dünya insanlarına hizmet sunacağına! kendince daha rasyonel bir yolu tercih etmiş görünüyor. Nasıl olsa her şeye inanmaya hazır bir toplumda yaşıyoruz “link”. Gıdalar kendi alanlarındaki başarıları ile adlarını duyuramayan akademisyenler için hiç bir risk taşımadan sanal ün kazanılacak serbest atış alanı. Gıdanın koruyanı yok. Bilim temelli meslek örgütlerinin bilim dışı iddialarla toplumu yanıltan üyelerine karşı etik kuralları mevcut değil. Toplumun işin doğrusunu öğreneceği, bilime dayalı açıklamalar yaparak anında reaksiyon veren üniversiteler de dahil,  bir kamu kuruluşu da yoktur. O halde aklına geleni söyle, kazandığın ün yanına kar kalır.

Riskin “istemeyen sonuçların gerçekleme olasılığı olan” tanımını dikkate aldığımızda, her gün her alanda binlerce risk ile karşı karşıya olduğumuz kolaylıkla anlaşılabilir. Yaşamda sıfır risk yoktur. Sağlıklı ve uzun bir yaşam gerçekleşmemiş risklerden arta kalandır. Her alanda risklerin yönetilmesinde önceliklerin tespiti yaşamsal önem taşır. Uydurma iddialarla toplumun dikkatinin gerçek riskler yerine suni risklere yönlendirilmesi toplum sağlığına zarar verir.

Gerçek gıda riskleri nelerdir. Bu konuda Dünya Sağlık Örgütü’nün “FoodSafety” sayfası  incelenebilir“link” özet bir bilgi istenirse “link”. Görüldüğü gibi Dünya’da Dizdar arkadaşımız kadar uzmanlıkları olmasa da gıda güvenliği konusunda başka çalışanlar da var.

Bu noktada yediğimiz, içtiğimiz her şey de güvenli diyemeyiz.  Eğer gıda güvenliğinde farkındalığı arttırarak toplum sağlığına katkıda bulunmak istiyorsak aşağıdaki soruların cevapları, sonuç almak için bir anlam ifade eder.  İlk üç soruya cevap evet ise, bilimin, yaşamda sıfır risk yoktur noktasından hareketle “kabul edilebilir risk” olarak tanımladığı gıda riskleri ile karşı karşıyayız. Son sorunun cevabını bilmiyorsak veya cevap hayır ise rastgele, kuralsız yapılan gıda üretimi ve sunumunun yol açacağı sağlık kaybının boyutunu bilmemiz mümkün değildir.

Tartışılan gıdanın üretilmesi ve taşıdığı riskin yönetilebilmesi için insan sağlığını korunması  ve gıdadan maksimum  sağlık yararının sağlanması odaklı bilime dayalı uluslararası  regülasyonlar var mı?

Bu regülasyonların tam uygulanması durumunda insan sağlığının korunduğu  konusunda dünyada  gıda ve sağlık otoriteleri, üst düzey bilim ve sağlık kuruluşları arasında  bir görüş birliği arasında var mı?

Bu regülasyonlar Türkiye’de mevcut mu?

Tam olarak uygulanıyor mu?

Bilimsel verileri yok sayarak sorumsuzca toplumu yönlendirmeye çalışmak, yalnız gıda alanında değil, her alanda ülkenin geleceğine yapılan kötülüktür. Her türlü zorluk yenilerek, dünya standardında üretilen, gelişmiş ülkeler dahil, bir çok ülkede pazar payı bulan ürünlere uydurma suçlamalarda bulunanlara karşı durmak ülkedeki her bilim kuruluşunun, her meslek örgütünün, her bilim insanının sorumluluğu olmalıdır.

Yukarıdaki açıklamaların ışığında tavuk eti üretimi ile ilgili birkaç gerçeğin altını çizelim.

*Tavuk üretimi dünyada nasıl yapılıyorsa, Türkiye’de aynı şekilde yapılıyor. Yani Alman, İngiliz,Japon , Amerikalı  vs hangi tavuk etini yiyorsa biz de aynısını yiyoruz.

*2014 yılında 431 000 ton tavuk eti 20 den fazla ülkeye ihraç edilmiş karşılığında 700 milyon dolar gelir elde edilmiştir. Yılda 400 milyon dolar civarında gelir de Yumurta ihracatından sağlanmaktadır. Kısacası üretim dünya standartlarında olduğu için yurt dışında pazar bulabilmektedir.

* Üretimin tamama yakını ulusal şirketler tarafından yapılmaktadır. Genelde küçük aile işletmeleri büyüyerek bugünkü, halini almıştır.

Şimdi sormak gerekir. Yavuz Dizdar, asılsız iddialarla insanlarımızı ucuz protein kaynağından uzaklaştırarak ve dünya standartlarında üretim yapan ulusal bir endüstrimizi her ortamda yıpratmaya çalışarak neyi amaçlamaktadır. Konuyu tartışmaya açan “insanbu.com web sitesinin” yazım alanının kısıtlı olduğunu düşünerek. Yazıyı burada sonlandırıyorum. Dizdar arkadaşımızın yukarıda kendine yönelttiğim soruya verdiği cevaptan sonra, yazıya devam etmeyi düşünüyorum.

Saygılarımla

Prof. Dr. Ali Esat Karakaya

Facebook
yorumlar ... ( 112 )
05-08-2015
05-08-2015 22:31 (1)
Sayın Ali Esat Karakaya’nın tartışmaya katılması sevindirici. Ali Rıza arkadaşımız arı kovanına çomak soktu, yılanı uyandırdı, Yavuz da yazıyla katkıda bulundu, güzel oldu. Bu konuda Türkiye’de en çok öne çıkan isimlerdir bu tartışmaya katılanlar. Hepsine teşekkür ederiz. Kaan Arslanoğlu
05-08-2015 22:31 (2)
Sayın Ali Esat Karakaya hocam, dünyada gıda konusunda “bilime dayalı regülasyonlar”ı yöneten örgütlerden bahsetmişsiniz. Yavuz’un bunları “satılmış” veya “bilim saptıran” örgütler olarak görebileceğini söylüyorsunuz. Yavuz ne der bilmem, ben yıllardır aynen böyle söylerim. Dünyada bilim kurumları, bilimsel temelle regülasyon yaptığını iddia eden neredeyse tüm idari kurumlar uluslar arası tekellerin piyonu durumundadır. Az buçuk aydın bilinci olan milyonlarca insan bunu böyle görmektedir. Bu kurumların elbette yaptığı faydalı hizmetler de vardır, ama ağırlık olarak dünyada emperyalizmin yaptığı yıkımı gözden gizleme, insanları aldatma işlevini yerine getirirler. Biz bunun için TIP BU DEĞİL diye bir kitap yazdık, sağlık ve tıptaki düzeni ve egemen bilimin sahteliğini göstermek için. Gıda, tıp, inşaat, bankacılık, otomotiv vb. sektörleri aynı bütünün parçasıdır ve birbirinden farkı yoktur. Bir sektörde muhalif duranın+++KAAN Arslanoğlu
05-08-2015 22:32 (3)
öteki sektörde sermayeden yana tavır alması ise şaşırtıcıdır. Bu bilim kurumları içinde eleştirel ve bağımsız çalışmalar yapan gerçek bilim insanları da vardır. Ya da oligarşinin hizmetindeki bazı bilim insanları yararlı işler de yapabilirler. Ama genel tablo budur. O yüzden “majestelerinin bilimi” “sermayenin bilimsel sözcüsü” gibi ifadeler duyarsanız bizden, lütfen üstünüze alınmayınız, bu kişisel bir mücadele değildir, hedefler de kişilere indirgenemez. Madem söylediğimiz bazı şeyler kişisel suçlama gibi algılanıyor, o zaman suçlamayalım, size bazı sorular soralım: 1-Gıdaların sağlığa zararlılığı iddiaları hakkında neden bu kadar hassassınız? 2- Türkiye’de tavukçuluğun ağırlıklı olarak sağlıklı yürüdüğüne kefil olmuş görünüyorsunuz, doğru mudur? 3- Türkiye’de ve dünyada gıda denetiminin ağırlıklı olarak düzgün işlediğine kefil olmuş görünüyorsunuz, doğru mudur? 4- Uluslar arası ününüzü de düşünerek bu konularda daha tarafsız ve +++KArslanoğlu
05-08-2015 22:32 (4)
nesnel görünmeniz yararlı olmaz mı? 5- Türkiye ve dünyada tavuk etinde antibiyotik kalıntısı bulunmadığına, bu vakaların pek ender görüldüğüne kefil misiniz? 6- Antibiyotik kalıntılarının insana zarar vermeyeceğine, kemik iliği depresyonu vb. yapmayacağına, antibiyotik direnci yapmayacağına kefil misiniz? 7- Dünyada ve türkiyede hayvancılıkta hormon kullanılmadığına kefil misiniz? 8- Dünyada ve Türkiye’de tarım alanlarının giderek daraltıldığını, var olanlarda üreticinin canından bezdirildiğini görmüyor musunuz? 9- Böyle bir ortamda emperyalizmin dayattığı doğal olmayan tarımsal üretim yöntemlerinin (modern-vahşi tavukçuluk dahil) ne kadar ulusal olduğuna inanıyorsunuz? 10- Bu tarımsal üretim şekli velevki ulusal olsa ne kadar sağlıklıdır ve buna nereye kadar kefil olunabilir? 11-Son bir araştırmada dünyada her yıl şekerli içeceklere bağlı ölümlerin 184 bine çıktığı gösterildi. Şekerli içeceklerin toksik kabul +++K. Arslanoğlu
05-08-2015 22:32 (5)
edilmesi (günde bir iki litre içen milyonlar var) ne zaman gerçekleşecek? 12- Sayın hocam, sıklıkla kullandığınız “kabul edilebilir risk” kavramının insana zararda kabul edilebilir risk anlamına geldiğinin farkında değil misiniz? 13- Bu kavramın gıda kartelinin dayatmaları sonucu oluştuğu ve bilimsel olmayıp tümüyle kapitalist bir kavram olduğunu, yüksek kazanç hesapları ile kabul edilebilir ölümler arasındaki gayri insani bir denklemi yansıttığını size daha önce söyleyen çıkmadı mı? 14- Gıdadaki bu muhalif sesleri neden Yavuz Dizdar’ın kişiliğine, kişisel tavrına (aşağılayıcı ifadelerle) indirgemeye çalışıyorsunuz? Yavuz Dizdar gibi düşünen pek çok bilim insanı, akademisyen, hekim ve vatandaş var bu ülkede. Tek farkları TV’lere çıkmamak. 15- Tıp BU Değil kitabını okudunuz mu, orada bu yöndeki görüşlerin birçok alanda ifade edildiğinin farkında değil misiniz? 16- İnternette kısa bir gezintiyle Amerika ve Avrupa’da +++Kaan Ars.
05-08-2015 22:32 (6)
gıdalardaki skandal bulguların (bilimsel laboratuarlardaki testlere dayanan) ayyuka çıktığını, Yavuz Dizdar’ın burada yaptığının onlarca katı güçte bir gıda muhalefeti oluştuğunu herkes görür. Hal böyleyken buradaki cılız muhalefeti neden yıkıcı görüyor, birkaç kişinin bozgunculuğuna indirgiyor, onları bilimdışı dinci üfürükçü çevrelerin medyatik söylemleriyle aynıymış gibi göstermeye çalışıyorsunuz? 17- Gıdadaki sağlıksızlığa değinmenin halkta sağlıklı gıda bilinci oluşmasında hiç mi faydası yok, bu üretim yöntemlerinin hiç mi değişime ihtiyacı yok? Saygılarımla. Kaan Arslanoğlu
05-08-2015 22:32 (7)
Sayın Ali Esat Karakaya’nın bana gönderdiği GDO ile ilgili yazısında ilginç ifadeler var. Bunun böyle olduğunu zaten biliyordum, Karakaya teyit etmiş oldu. Karakaya GDO’lu tarımsal üretimi bir dünya gerçeği olarak görüyor ve kabul etmemizi öneriyor. Her GDO’lu ürüne ayrı bakılmalı, zararı-yararı ayrı araştırılmalı ve ayrı karar verilmeliymiş. GDO’ya toptan karşı çıkılmamalıymış, aksine GDO’ların yararlarının kabulü için herkes el birliğiyle çalışmalıymış. İşte bazı alıntılar: “Yukarıda verilen risk algısı değerlerinin ülkeler arasındaki büyük farklılıklarından kolaylıkla anlaşılacağı gibi bugün yaşanan bir bilimsel değerlendirme sorunu değil, bir risk iletişimi ve buna bağlı risk algısı sorunudur (Bilimsel veriler her ülkede aynı olduğuna göre). Ülkemizde GDO konusundaki belki de dünyadaki en yüksek negatif risk algısının nedeni tek taraflı olarak yapılan bilim dışı kampanyalardır.” “Güvenlik değerlendirmesinden geçirilerek +++KAAN Arslanoğlu
05-08-2015 22:33 (8)
bugün ticarete konu olan ürünler (mısır, soya, kanola, pamuk vb.) karşılıkları olan biyoteknoloji ürünü olmayan geleneksel ürünler kadar güvenlidir. Bugüne kadar da bu ürünlerin tüketiminden doğanbir sağlık sorununa rastlanmamıştır.” “Biyotek ürünler bir dünya gerçeği olduğu, her geçen yıl ekim alanlarının arttığı ve ülke olarak en azından yem ithalatı olarak bu gelişimin dışında kalamayacağımız dikkate alınarak, GDO konusunda toplumun risk algısının bilimsel gerçeğe yaklaştırılması için TÜBA, TÜBİTAK, üniversiteler ve kamu otoritesine görev düşmektedir.” Sonuç olarak burada da bir uluslararası şirket ve hükümet savunusu var. Bu ürünleri Türkiye’ye kamıoyunca malum kişiler ve şirketler getirmiş, “regülasyonunu” da AKP hükümeti yapmıştır. Kolaycı bir biçimde henüz bir zarar gösterilememiştir yargısı da ibretlik. Bunu daha önce defalarca anlatmıştık. O kadar çok yoldan o kadar çok zehir ve yapay maddeye maruz kalıyor ki bedenlerimiz, artan metabolik sendrom, alerjiler, oto immün +++K.A
05-08-2015 22:33 (9)
hastalıklar ve kanserlerin hangisinden kaynaklandığını bulmak çok zor. GDO tamamen zararsız da olabilir, ama bunun kesin kanıtı için birkaç kuşak denek hayvanı durumuna düşürülmüştür. Onların rızaları hiçbir şekilde alınmadan. GDO’nun bedene doğrudan zarar verip verip vermediği GDO meselesinin sadece çeyreğidir. Bu konuda Kenan Demirkol’un kitabını okumanızı öneririm. Sitemizde de tanıtımı yapılmıştı: http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1204 GDO dünyada tarım alanlarını bitirme, doğal tarımı yok etme kapitalist dayatmasının bir parçası ve yalanı. “Dünya nüfusu artıyor, bunu doyuramayacağız.” O halde niye tarımı bitiriyorsun a gözü doymaz kapitalist domuzinsan! “GDO tek çaremiz.” Böylece ulusal tarım diye de bir şey kalmıyor, tüm tarım alanları emperyalist zincirin eline geçiyor. Yine bir doğal yıkım projesi ve yine onun savunucusu bilim kurulları, ünlü bilim insanları. Kaan Arslanoğlu
05-08-2015 23:00 (10)
fantom yazıyı okuyup yorumları hazır etmiş. yorumlar da peşin ışıdı. buna pre-emptive strike derler. ama biz fantomu severiz. sevsek de doğru bildiğimizi söylemekten fantom zumzuğu çenemize çakar deyu çekinmeyiz. bizim de yorumlarımız gelecek elbette. hazır olun! iş gerçekten iman mertebesine kaymakta. bozulduğum o. yoksa yavuz dizdar'ın savunduğu şeyler koca bi safsata demedim. sadece "biraz desteksiz çıkmış abim" idi pozisyonum. zorla insanı karşı tarafın adamı yapıyosunuz. gerçi bitaraf olan bertaraf olur mottosu nedense Kafkasya asabiyetinde sık görülen bişe. eleştirdiğimiz aziz yıldırım da senelerdir aynı şeyi yapmakta. tek fark, o kafkasoid değil. böyle olmaz. arayolcu olak da demiyorum ha. ama hatalı taraflar gösterilince bence biraz fazla celalling hali seziliyore. azıcık eksplozivite eşiğimizi yükseltek mi? hürmetsss. of kors tu bi kontinyut
06-08-2015 00:10 (11)
Sayın Kaan Arslanoğlu, Yazımı bir kere daha dikkatli okumanızı öneririm. Yazıda bir sistem anlatılıyor. Ayrıca sistem içinde aykırı görüşlerin de ortaya konabileceği mekanizmalardan söz ediliyor. Hurafelere itibar edilince bunun sonunun gelmeyeceği anlatılmaya çalışılıyor. Benim yazımıve sizn eleştirilerinizi okuyan site takipçileri kendi kararlarını vereceklerdir. Sitenin da amacı bu değil mi ? Benim yıllardır dert ettiğim konu ülkemizdeki üniversitelerin ve bilimin sefaleti. Bu konuda yıllardır çok sayıda eleştirisel yazım vardır. Bunlardan internette olan olan birini bilginize sunuyorum. http://www.universite-toplum.org/text.php3?id=146 tavuk, Kanser, GDO, ilaç vb konulardaki uydurma bilgilere yazı ile karşı çıkışımın nedeni 45 yıldır çalışmakta olduğum konuya saygıdır. Yazıda düşünce sistematiğimi özetlemeye çalışmıştım. Aşağıda tekrar ediyorum+++
06-08-2015 00:10 (12)
Önceki yazıya devam. 1.Tartışılan gıdanın üretilmesi ve taşıdığı riskin yönetilebilmesi için insan sağlığını korunması ve gıdadan maksimum sağlık yararının sağlanması odaklı bilime dayalı uluslararası regülasyonlar var mı ? 2.Bu regülasyonların tam uygulanması durumunda insan sağlığının korunduğu konusunda dünyada gıda ve sağlık otoriteleri, üst düzey bilim ve sağlık kuruluşları arasında bir görüş birliği var mı ? 3.Bu regülasyonlar Türkiye’de mevcut mu ? 4. Tam olarak uygulanıyor mu ? Bu soruların cevabının ne anlam ifade ettiğini de yazdım. Ancak siz yazımda da belirtiğim gibi"Dünyada bilim kurumları, bilimsel temelle regülasyon yaptığını iddia eden neredeyse tüm idari kurumlar uluslar arası tekellerin piyonu durumundadır" gibi tüm kurumları suçlayan bir değerlendirme yapmışsınız. Canınız sağ olsun. Kendimi inanç sahibi bir din adamı ile evreni, evrimi tartışan safın teki gibi düşünmeye başladım. Yönettiğiniz sitede yazı ile tartışmak lehinize asimetrik bir tartışma oluyor++++
06-08-2015 00:11 (13)
devam... Oluşturacağınız her ortamda, GDO başta olmak üzere daha önce yazı yazdığım her konuda sizinle yüz yüze tartışmaya hazırım. Umarım böyle bir ortam yaratılabilir. Slogan düzeyindeki görüşler suçlamalar havada kalmaz. Saygılarımla Ali Esat Karakaya
06-08-2015 09:05 (14)
Sn. AEK, cv'sine uygun bir savunu yapmış da "Gıdalar kendi alanlarındaki başarıları ile adlarını duyuramayan akademisyenler için hiç bir risk taşımadan sanal ün kazanılacak serbest atış alanı" ne ola? Kendi alanlarında başarıları ile adını duyuran nice akademisyenin başarılarında az emek, çokca reklam vardır bilmiyor değiliz. Bürokratik yükselmelerin, kadro işgallerinin, proje yürütücülüklerinin, al gülüm ver gülüm biliminin içinde bulunduğumuz akademik tiyatroda nasıl gerçekleştiğini az biraz biliyoruz allahtan. Yutmazlar! mh
06-08-2015 09:05 (15)
Ali Esat Hocam, iddianız Dr. Dizdar'ın ekranlarda görünerek ününe ün katmak için safsatalarla dolu bir kitap yazdığı. Kitabı dikkatlice okuyup, onun "safsatalarına" inanmış birisi olarak bir şeyi öğrenmek isterim. Ünlü olmayı Dr. Dizdar ne için istemiş olabilir sizce? Yemezler'i okudunuz mu bilmiyorum ancak 14 bölümden oluşan kitabın her bölümünde en az 50 referans var. Bunların bir bölümü kitap referanslarından oluşuyor. Safsata yazmak için bu kadar referans vermeğe ne gerek var? Kendi meslek alanımdan bir örnekle saygın kuruluşların insan sağlığını korumadaki yerine bir gönderme yapayım isterim. Bugün cep telefonlarının insan sağlığına "kanıtlanmış" bir zararı olmadığı ileri sürülüyor. Siz bu açıklamaya dayanarak çocuğunuza oynaması için cep telefonu verir misiniz? Saygılarımla, Özgür Coşar / Elektrik - Elektronik Yüksek Mühendisi
06-08-2015 10:26 (16)
Sayın Özgür Çoşar, Benim vurgulamak istediğim, her riskin yönetilebilmesi için dünyada bilim odaklı ve yoğun olarak çalışıyor olması. Cep telefonu-sağlık riski de aynı kapsamda. Bilim kuruluşlarını kategorik olarak sermayenin yönetiminde olarak suçlarsak işin içinden çıkmayız. Kendi yarattığımız dünyada suni risklerle oyalanırız. Cep telefonu konusuna gelince bu beğenmediğimiz kuruluşlardan WHO-International Agency for Researh on Cancer, Dünyadaki tüm bilimsel verileri toplayıp uzmanlarca değerlendirerek 460 sayfalık bir raporla cep telefonunu(EMF) Grup 2B (muhtemel karsinojen) olarak sınıfladı. http://monographs.iarc.fr/ENG/Monographs/vol102/mono102.pdf. Ancak bunu, mevcut verileri konunun uzmanlarını toplayıp inceleterek yaptı. Sayın Dizdar'ın kitabındaki literatürlere de bu gözle bakmak lazım. Kendimden örnek vereyim. Bu kitapta benim klorlu hidrokarbon insektisitler konusunda yaptığım uluslararası makalelerden üçü atıf olarak kullanılmış. Ancak yanlış yorumlanmış. Konuların +++
06-08-2015 10:51 (17)
AEK devam konuların bu kadar çeşitlendiği ve derinleştiği günümüzde uzmanlığa saygı göstermek durumundayız. Yarım bilgi yanlış sonuçlara götürebilir. Bu konuda İlber Ortaylı' nın "adam Goethe'yi de duymuş, Faust 'uda duymuş ancak kimin kim yazdığını bilmiyor" sözünü hatırlamamak mümkün değil. Hangimiz uzmanı olmadığımız konuya yarım bilgi ile girersek karşılaşacağımız sonuç bundan farklı olmaz. Saygılarımla Ali Esat Karakaya
06-08-2015 10:52 (18)
Ali Esat Bey, bu mecrada sizden direkt bilgi alma fırsatını bulabildiğim için oldukça memnunum. Zira soruları yanıtlamaya başlamışsınız, ben de aklıma takılanları paylaşmak istiyorum. 1- Piliçlerin durduk yere hızlı büyümeyeceği hepimizce malumdur. Bu hızlı büyümenin nedenleri de, okuduğunuz üzere, sayın Dizdar'ın yazısında (2. bölüm) ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Sizin bu konuda söyleyecek sözünüz var mı? 2- Sayın Dizdar'ın ünlenmesinin kendisine getirisi ile ilgili bize bir kanıt sunabilir misiniz? 3- Kitabının içeriğinde “bikini diyetlerinin” yerine daha çok teknik konulara yer veren bir yazarın, amacının çok satmak olduğu söylenebilir mi? 4- Halkımızın basiretine neden bu kadar güvensizsiniz? Sizce bizler her söylenene hemen kanacak durumda mıyız? Yoksa bunca yıl kandırıldıktan sonra artık gözümüzü açmış ve doğru ile yanlışı ayırt etmeye başlamış olamaz mıyız? SÇ (Sumru Çığır)
06-08-2015 11:22 (19)
Sumru Hanım, Tavukla ilgili sorduğunuz soruları konunun uzmanı veteriner hocalar defalarca açıkladılar. Sayın site okurları, ucu açık olan her soruya buradan cevap vermenin vakit sorunu olduğunu ve zorluğunu takdir edersiniz. Ben bu saate kadar yazdıklarımla derdimi anlattığımı düşünüyorum. Bundan sonra sınırları belli ve uzmanlığım dışında sorularınız cevapsız kalırsa lütfen kusura bakmayın. Saygılarımla. Ali Esat Karakaya
06-08-2015 11:44 (20)
Ali Esat Bey, sizin ve ilgili kişilerin bugüne dek yazdıkları zaten ortada. Eğer sıcaktan bunaldığımız şu günlerde, bu konular tekrar tartışmaya açıldıysa, ve siz de buna iddialarınız ile dahil olduysanız, bizlerin soruları olacağını göze almışsınızdır diye düşünüyorum. Ancak haklısınız yazılı yanıt vermek çok emek istiyor. Ancak kabul edersiniz ki, emeğini ortaya koyan başka bir insana da, ün peşinde olduğu karalamasında bulunmak, altını doldurmayı gerektiriyor. Yoksa bu itibarsızlaştırmaya çalışma tutumu, bilimsel yaklaşıma uymuyor. Madem öyle, ben de kendi düşüncelerimi belirtmek isterim. Hepimizin bildiği gibi %1 lik bir “risk” bile bizim başımıza geldiğinde artık %100'dür. Yani insan sağlığını ısrarla “risk yönetimi” mantığıyla ele almak, üzgünüm ama beni tatmin etmiyor. Tüm adı geçen kurumlar bir araya gelse, sayfa sayfa bilimsel çalışma yayınlasa bile ben artık eski yediğim tavukların lezzetini alamıyorsam, nasıl içim rahat piliç tüketeceğim? +
06-08-2015 11:44 (21)
+ Günümüzde bilginin çeşitlenmesi ve derinleşmesi uzmanlığı gerektiriyor demişsiniz. Bilginin kolay ulaşılır ve yayılabilir olmasının da, sorgulama yapmayı gerektirdiğini sanırım kabul edersiniz. Sayın Dizdar'ı dağdan ot toplayıp, sokakta köşe başında satan biri gibi göremeyeceğimize göre, yaptığı sorgulama neden dikkate alınmıyor? Bilimselliğin yüceltilmesine karşın, eleştiriler neden zaman zaman bel altı seviyesinde kalıyor. Gıda gibi kapsamlı bir konunun çözümü sadece 'bir grup bilim insanının' risk yönetimine bırakılmamalı diye düşünüyorum. Saygılarımla. SÇ
06-08-2015 11:45 (22)
45 günlük süre hakkında ne düşünüyorsunuz.Yalan mı
06-08-2015 12:12 (23)
Koalisyon hükümetinin kurulması için gereken sürenin de 45 gün olması ilahi bir işaret mi? 45 günü görünce aklıma geldi. Önemsemeyin lütfen �� Sayın hocam ne güzel anlatmışsınız bir sürü bilimsel kuruluş var uzmanlıklar var ve dahi alt uzmanlıklar var diye. Kusura bakmayın ama sizin yazdıklarınız ve Dr. Dizdar'a diğer itirazlar bana biraz bilimsellikten uzak geliyor. Dr. Dizdar kitabının başlarında bu kanıt isteyen yaklaşımı eleştirerek giriş yapıyor. İlerleyen bölümlerde deney ve gözlemlerin nasıl yapılmadı gerekliliğinden dem vurup kişisel olanak kısıtlarını açıklıyor. Kıymetli hocam, basit bir mantık yürütmesiyle kitap ileri sürdüğünüz gibi safsata olsaydı bugün kadar beyaz et üreticileri başta olmak üzere kitapta konu edilen endüstriyel gıdacılar bunu 50 kez ortaya koyardı. Oysa klasik bir yaklaşım göstermişler Dr. Dizdar'ın yazdıklarına göre. Öncelikle bilmezden gelip sorunu beraber araştıralım demişler. Sonra ve şimdi görmezden gelip insanlarca sorgulanmamasını sağlamay
06-08-2015 12:12 (24)
Gerçekten tartışmanın üslubu tartışmacıların kariyerlerine yakışmıyor. Siz adamın NE söylediğini değerlendirmelisiniz. "Bunu TV'na çıkmak için yapıyor" demek adamın NE dediğini değerlendirmek değil ki. Şimdi ben Yavuz Dizdar berbere gitmiyor, bu nedenle söylediklerini ciddiye almamak gerek desem ne kadar "bilimsel" olur? Yalan da değil, YD'nin berberlerle arası pek iyi değil. AA.
06-08-2015 12:22 (25)
çalışıyorlar gibi geldi bana. Sizin iyi niyetinizden biran için bile kuşku duymadan bir öneride bulunmak istiyorum. Eminim hepimizin amacı aynı, varsa bir sorun bilelim. Yoksa da bilelim ve içiniz rahat etsin.Öneririm sizler tv ekranlarına çıkartmak falan değil. Anlı şanlı endüstriyel gıda üreticilerinin eminim bir çok bütçesi fonu vardır. Gelin diz de öncü olun biz de tüketiciler olarak destek verelim bir deney/test/çalışma yurutulsun. Dr. Dizdar'ın endişelerinin sınanabilir olanlarını değerlendirsin. Sonuçlar açıklanınca hepimiz rahat ederiz. Bu önerim ne kadar uygulanabilir emin değilim. Dediğim gibi tıpla ilgim elif/mertek seviyesinde. Saygılar ve kıymetli Kaan hocama bu tartışmaya ev sahipliğinden ötürü teşekkürler. Kaan hocam bize (blog-söyleşi) de bekliyoruz... Sadeceozgur - Özgür Coşar
06-08-2015 12:37 (26)
AEK'nın alteregosu olarak ortaya çıktığımı iddia edecek gerzek olabilir mi acaba? Olursa da olsun. Neyse. Şimdi 18 numaralı yorumun sahibesi olan nevzuhur kişinin oradaki ikinci sorusu ne kadar anlamlı? Muhatabı AEK mı (aslında "mi" olmalı)? İkincil kazanç diye bişeyden bu şahsın haberi yok mu? Geçtim ikincili, boru gibi birincil kazanç bile mevcut. Üçüncü sorudaki bikini dieti rimarkı ne allahaşkına? Ferrarisini satan cingöz, tanrıların inekarabaları gibi besselırlar mikini teğeti mi anlatıyodu? Kam oğn. Halkınızın basireti varmış bi de... Bak sen şu işe yahu. Yalavuz, bilimde hâlkın basîr ve semî sıfatlarının varlığı-yokluğu bişey ifade etmiyo. Hedepeye oy verek de hâlkların kardeşliği sonsuza dek sürsün masalı da anlamsız. Çünkü bilimde demokrasi geçmiyo. Neymiş? Bilim faşizmmiş. Biz de hâlkın pis faşist düşmanlarıymışız. Siz de nopasarancılarmışsınız. Şaka la şaka. Bilimde demokrasi geçmiyo. Çünkü bilimde cumhuriyet kanunları geçerli. Yani temele dayanıyo. Masaya değil! Ha guzuma
06-08-2015 13:59 (27)
Akif Abi de konuyu sapıttırma korosuna dahil olmuş. Yandık ki ne yandık. Dün boşuna yazmamışım. İş iyice imana bağladı. Hoşgeldin ikinci ziyazıkkım savaşı! Hayırlısı allahtan. Ne diyeyim? Hüseyin Batuhan'ı tam da bu günler için önerdiydim. Pontius Pilatus ne demişti? Benim ellerim temiz! Gazamız mübarek olsun. Benden günah gitti. Hürmetsss
06-08-2015 13:59 (28)
Sn AA 24, bu dedikleriniz sitenin geçmişinde ad hominem savaşlarında çokca irdelendi, haklısınız. MH
06-08-2015 14:00 (29)
-26- Muayenehanesi olmayan bir hekimin tanınmışlıkla elde edebileceği ikincil bir kazanç benim aklıma gelmiyor. Kitap telif ücretlerini açıklamış bir kişi için (Tavuk gerçeği ve şehir efsaneleri -1 Yorum -58-) vay be ne kazanmış diyemedim ben. Hatta bu kadar düşük kitap telifine hem şaşırdım hem de cidden üzüldüm. Bir kişinin ün peşinde olduğunu iddia etmek, bu soruların muhatabı olmayı gerektiriyor bence. Gıdada hazır reçete sunan kitaplar her zaman daha çok satar, yanılıyor muyum? Oysa sayın Dizdar'ın kitabı hazır lokma değil. Sindirebilmek için iyi okumak gerekiyor. Ben kendi adıma biyoloji ve medikal geçmişim olmasına rağmen ders çalışır gibi not alarak okudum. Bilimi masadan, lab.a taşımak bir kişinin sorumluluğu olmamalı.-25- numaralı yorumcunun isteği ne anlamına geliyor? Lütfen açıklar mısınız,doğal yolla tavuk üretimi var mı ki, endüstriyel pilçlerle kıyaslansın?İspatlamanın önünü tıkayan bir sistem var. Gözlemleri/deneyimleri/bilgisi ile sorgulama yapmak isteyen için ise...SÇ
06-08-2015 14:01 (30)
AEK'nın WHO, GreenPeace gibi örgütleri mutlak doğruluğu simgeleyen kurumlar olarak ele alması hayal kırıklığı yarattı bende. Ama akademik camiamızda yaygın bir hastalık bu. İsminin başında Prof. Dr., Doç Dr. unvanları olanların her birinin tapındığı bir uluslararası bilim kurumu var. Bizde de DSM tanı kitapçığını hazırlayan bilim! insanlarının %70'i ilaç firmalarıyla bağlantılı çıkmış. Bilim bazlı regülasyonlara dayalı Dünya gıda güvenliği ağı adı çok etkileyici ama bilimin kriterlerini kim elinde tutuyor sormak lazım. Mutluhan İzmir
06-08-2015 14:16 (31)
Sevgili AYA kardeşim, sen ne diyorsun. Bilimde demokrasi olmazmış! Tabii olmaz, ben de aynısını söylüyorum. Bin tane profesör ünvanlı insan toplansa, onların elli tane kurumu olsa, bir tek kişi çıkar entelektüel bilimsel şiddet uygular, yani adam gibi bir kitapla, hatta makaleyle karşılarına dikilir, hepsinin karizmasının ağzını burnunu dağıtır. Sen Yavuz'un kitabını beğenme, yetersiz bul, gavurun ülkelerinde yüzlerce Yavuz var, bu sözde bilimsel kurumlarda faça falan bırakmamaışlar. Tabii ki demokrasi yok. Al işte biri çıkmış hesaplamış, şekerli içecekler (kola bilmem ne) yılda 184 bin ölüme yol açıyor. Bilimsel dergide de yayımlatmış. Şimdi oylama yapılsa sen haksızsın dese ne yazar o binlerce çakma bilim adamı, o makale beyinlere çakılmış, maskeleri düşürmüş. Ondan sonra 80 tane bilim kurulu oybirliğiyle karar alsa dese ki kola risk yönetiminde çok tehlikeli kategorisine girmez. Aklı çalışan herkes o bilim çoğunluğuna en hafif tabirle hadi ordan der. Devam edecek. Kaan A.
06-08-2015 14:16 (32)
İmana gelince Sevgili AYA, takımlara ayrılmaya gelince. Yahu, ben açıkça diyorum, sağlıksızdır ama tavuk eti yiyin, ben de yiyorum. Herkes her şeyden azar azar yesin, çünkü gıdalarımızın yüzde 90'ı cidden sakat. Seçme şansımız yok. Bu mu iman oluyor. Burada sayfalarımızı açmışız, açacağız karşıt görüşe, yorumlarda da istediklerini yazıyorlar, bir yazı daha gelecek Ali Rıza'dan, sen diyorsun ki, onlar mağdur! Az biraz nesnel bak, adamlar tavuk etinin tüm günahını Yavuz'a ve kitabına yüklemeye çalışıyorlar. Doğrudan aşağılayarak, ün varmış, şu varmış bu varmış. Sanki dünya gıda muhalefetinin tek adamı Yavuz. Bir tek o bilimdışı. Bilim için önce somut elle tıutulur bilgi gerek. Adam koyuyor, etiniz antibiyotikli, doğru mu yanlış mı? Yalan söylüyorsun, yok öyle şey densin. O da yok. Bu soruya cevap verilmedikçe başlarım bilimine. Yavuz babamın oğlu değil. Hayatta iki kez karşılaştım, toplam 15 dakika konuşmuşluğum yoktur.Biraz nesnellik reca ederiz.O olmadan kilim bile olmaz.SaygıbizdenKA
06-08-2015 14:25 (33)
GDO: Çağdaş ESARET. Kenan Demirkol. Bu mu slogansı görüşler? Bu mu bilimdışı üfürükçü bakış. İçinde dünya kadar bilimsel referans var. İşte tanıtım yazısı: http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1204 Şimdi buradaki doğrular için oylama mı yapacağız? Yazmış kitabını bir adam sermaye sözcüsü bilim insanlarının bilimdışılığını göstermiş. Karşımızda maRanki, Saraçoğlu yok... K.A.
06-08-2015 14:42 (34)
Abilerim, ablalarım! Bi daha bakın. Ben ne demişim. Burada saf tutuluyo. İtirazım da buna. Olmaz böyle şey. Artık inadına ben bulacam şu referansları. Baydıvey, yurttan seslere bağlamışız. Hürmetsss mil
06-08-2015 15:18 (35)
Sayın SÇ, işin doğrusu ben de ne önerdiğimi çok bilemedim yazdığımı yeniden okuyunca. Amacım Dr. Dizdar'ın kitabında basit düzeneklerle gerçekleştirmek durumunda kaldığı deneylerin daha kapsamlı ve muhtemelen daha maliyetli, herkesi ikna edecek ölçüde "bilimsel" şekilde tekrarını zorlamaktı. Dediğiniz aslında bir yerde Dr. Dizdar'ın söylediklerini onaylar nitelikte. Televizyonlarda dönen reklamlar bile acayipleşmiş. Kolalı içecek ile cipsi birlikte tüketmeye yönelik yayınlar var. Bunlar halk sağlığına kastetmek demek değil midir? Dr. Dizdar'ın kitabında nişasta bazlı şekerin metabolizma hastalığını laboratuvar ortamında oluşturmak için 80'lerin başından beri kullanılageldiği yazıyor mesela. şimdi sayın yorumculara sormak isterim. Bu da mı gol değil? Saygılarımla, Özgür Coşar
06-08-2015 17:19 (36)
Elverdi terbiyesizlik! Hasetlerden cephe kur, olmadı alter-kişilikle saldır, lafın arasında da illa akademiye, doçemte-profesöre küfür et. İstanbul'a hıncı için her boka çanak tutacak yalakalardan değilim, buyrun burdayım, yıkıldığında kıçınıza kına yakacağınız Çapa'da, profesöre-akademiye hıncınızı çıkartmaya bekliyorum, sıkıyosa gelin kırın ağzımı, bütün uzun boyunuzla, eski enver hocacı kolpalarınızla, taşra erkan-ı harpliğinizle gelin. Ne TTByle sizin kadar rabıtam var, ne öğretim üyeleri bilmemnesiyle, ne de o ulusal uluslararası boardlarla. Açık yüreklilikle bildiğimi yazıyorum ama "banane, başkasını kastediyorlar, ben de kalabalığa karışıp savurayım taşı" diyemem. İnsan bu kadar mı zulmedenine benzer, ne biçim ezikliktir, stockholm sendromudur? S..arım böyle solculuğa. İki satır yazan burnundan kıl aldırmasın,karşısındaki holiganlığın dibini bulsun, okur da nerde linç edecek koreli var, ona baksın...Hala daha laf anlatacağız, yazıklar olsun anlattığımıza! Derste Kaya Çilingir-
06-08-2015 17:19 (37)
oğlundan doçentken kıçına tekmeyi yiyip kıkırdayan adam Marankiden de ötekinden de beterdir. Yakında sahaflardan tavukla ilgili hadis kitabı toplayacaksın... Ne istediğin de belli değil, sordum cevap alamadım, şeker zehir,karbonhidrat bok, tavuk kaka, sığır osurur, bir de hayvan kardeşlerimizi yemeyelim...Ne bok yiyelim? Aranızda kaçınız sigara içmiyor? Biz olmuşuz GDO! Tabi ki sentetik yiyecek olacak, Danimarkalı mıyız? Bunun eğrisi-doğrusu insan gibi tartışılır. Sanki firmacı boardcı var aranda, ha babam küfür. Aynı gurmenin kitabındaki İdris karakteri gibisiniz, varlığını sürdürmek için illa bir düşman şart. Memlekette düşman, tehdit mi yok? Yazmıyorum tıp, bilim milim, isteyene profesör kaffası olur. AYU
06-08-2015 17:20 (38)
CHLORTETRACYCLINE AND OXYTETRACYCLINE RESIDUES IN POULTRY TISSUES AND EGGS. ---MEREDITH WE, WEISER HH, WINTER AR. --- A pad-plate method of assaying residual amounts of chlortetracycline (CTC) and oxytetracycline (OTC) using Bacillus cereus 213 was used to determine amounts of antibiotic left in tissues and eggs of poultry fed 1,000 and 200 ppm of CTC and OTC in basal feed mixtures. The effects of various methods of cooking the tissues and eggs and the potentiating effect of terephthalic acid (TPA) were studied. It was found that normal methods of roasting, frying, and autoclaving poultry tissue destroyed all residual CTC and OTC, even with the potentiating effect of TPA. The largest amounts of residual antibiotic were found in the liver, then breast, and then thigh tissue when assayed for CTC. Tissue assays for CTC revealed that it was not taken up as extensively as CTC and the largest amounts were found in the liver, then breast. OTC residue was seldom found in the thigh tissue. ++++
06-08-2015 17:20 (39)
++++ Terephthalic acid in 0.5% concentration increased the concentration found in all cases. Cooking by poaching and scrambling eggs did not destroy the antibiotic in all cases. --- bu makale beleş. ta 65'ten. alın okuyun. çeviri isterseniz dilek taşına yazın. ben hallediciğm. söz. daha bissürü var. peyderpey göndericiğm. arif yavuz aksoy sadece sağlam metodolojinin tarafıdır. böyle biline. hem destekleyenleri, hem köstekleyenleri ifşa edeceğim. ahlakımdan şüphe duyulmasın. beklerken sıkılmasınlar diye ingilizce bilen babolilere pubmed'den "antibiotic residue poultry" yazmalarının kafi olduğunu ayrıca belirteyim. 200'ün üstünde makale var. eskilerden beleş var. bazıları çince, felemenkçe, rusça. ama kasarsanız hepsinden bişe bulacaksınız. bahusus öperce!!!
06-08-2015 17:31 (40)
Yağız, 36 ve 37 de bana mı sesleniyorsun? Bana öyle geldi. Alter egoyla saldırmak ne? Kim saldırmış? Hasetlerden cephe kuran kim? Terbiyesizlik yapan kim? Her neyse benim veya değilim, bu yaşıma geldim, paranoyak ve manyaklarla, histerik ve şımarıklarla uğraşmaktan bıktım artık. Beğenmiyorsan çek git. Bunu kaşıyıp duruyorsun. Senin emosyonel gelgitlerine, öfke patlamalarına otuz kırk bilmem kaç kere katlandık. Yeter artık, biz de insanız. Eleştirilerimizi sürekli üstüne alınıyorsan burada ne işin var, işte kapı. Özür borçlusun kırk kere. Dile veya dileme süresiz kadro dışısın. Umarım bu abuk sabuk, ciddiye alınsa insanı tımarhaneye düşürtecek iki yorumu (36-37) sen yazmamışsındır. Bu ne paranoya bu ne asılsız mesnetsiz suçlamalar. Yazık bize de yahu, bir sen değilsin ki manyak, hangi birinizle uğraşalım kardeşim. Hadi kal sağlıcakla. Kaan A.
06-08-2015 19:04 (41)
Chloramphenicol residue in eggs. Sisodia CS, Dunlop RH. --- bunu zor okursunuz. ben özetliym. davıh heyvanının içme suyuna kloramfenikol katmışlar. 3 gün sonra yumurtada albumine bağlı kloramfenikol kalmamış. amma sarısında 4,5 gün sonra bile eser miktarda ilaç görülüyomuş. ta 72'den. --- Residues of doxycycline and oxytetracycline in eggs after medication via drinking water to laying hens. Yoshimura H ve şürekası yazmış. ta 91'den. bakın ne diyo: Doxycycline (DOTC) and oxytetracycline (OTC) were dissolved in drinking water (0.5 g/l) and supplied to laying hens for 7 consecutive days. Eggs laid were collected daily during and after medication, and the antibiotic concentrations in the yolk and albumin were determined by the cup-plate method with Bacillus cereus var. mycoides ATCC 11778. The concentrations of both antibiotics were increased in yolk day by day with the advance in medication, reached peaks 2 days after withdrawal and then declined gradually. Mean peak concentrations in +++
06-08-2015 19:07 (42)
+++ the yolk were 6.70 micrograms/g for DOTC and 1.42 micrograms/g for OTC. Peak concentrations in the albumin occurred in the middle stage of medication, where the mean values were 12.24 micrograms/g for DOTC and 1.03 micrograms/g for OTC. DOTC was detected in albumin until 24 days after withdrawal and for 2 days more in yolk than in albumin. OTC was detected in yolk until 9 days after withdrawal. The depletion period of OTC was shorter for the albumin, where the residue disappeared in all eggs 6 days after withdrawal. In spite of similarities between DOTC and OTC in structure, DOTC was deposited in higher concentrations and lasted for a longer period in eggs. This characteristic was considered due to its greater lipophilicity, closely correlated with oral absorption and tissue penetration. --- neymiş hanımefendi? öyle hisle, basiretle olmuyomuş bu işler. alın size bilim (ilim değil. cısss)! --- Oxytetracycline residue levels in chicken eggs after oral administration of medicated ++++
06-08-2015 19:08 (43)
++++ drinking water to laying chickens. Omija B, Mitema ES, Maitho TE. --- meraklısı açsın baksın. rakamlar var. hisler yok. bakın hele, bu da ilginç. sıçtığımız bokun üstünü nasıl kumla örteriz dememişler. bu kalıntıları gidermenin yolu var mı diye de bakmışlar. ahandas! --- Microwave extraction of incurred salinomycin from chicken tissues. Akhtar MH, Croteau LG. --- A rapid, accurate, environmentally friendly and cost-effective microwave extraction technique was developed for the extraction of spiked and incurred salinomycin from chicken tissues (kidney, liver, muscle, ovarian yolk and fat). Extraction of salinomycin from various tissues was achieved by irradiating the sample in absolute ethanol and 2-propanol (15 + 2) for 9 sec. in a common household microwave oven. The extract was analysed without further cleanup by HPLC on a C18 column (5 microns) and detected at 592 nm via post-column reaction with 4-dimethylaminobenzaldehyde (DMABA) in a heated reactor coil at 86 degrees C. ++++
06-08-2015 19:08 (44)
++++ Recoveries of salinomycin from spiked tissues at 30 ng/g level ranged between 87 and 100%. The limit of quantitation was found to be 10 ng/g. The developed method was applied for the analysis of incurred tissues and ovarian yolk of laying chickens given sodium salinomycin in feed at different levels for 14 consecutive days followed by withdrawal periods. Residues were detected in all tissues and ovarian yolk at 0 withdrawal time but declined during the withdrawal period. Highest residue were found in fat and ovarian yolk. --- bakın. ne oluyomuş? ışımayla bilgi elde edilemiyomuş. deney! büyük harfle yazayım mı? DENEY! deniyosun, yanılıyosun. yıkıyosun, çıkıyosun. standart yöntemle bi bok bulamadık ama daha kalıntı vardır diye kasmışlar. bunu da göstermişler. sonra yetmemiş, bu tekniği de rafine etmişler. daha da ileri gidip başka yöntemler geliştirmişler. ve mukayese etmişler. bunları yapan da insan evladı. ben bunlara soruyo muyum "nerde kanıtınız?" diye. çünkü adamların kanıtı ++
06-08-2015 19:09 (45)
++ mevcut. transsendental meditasyon gibi bişeyle vahyolunmuyo. yapmışlar deneyi. yazmışlar sonucu. --- ne dedim? taraf değilim. kanıt sordum. gargaraya getirildim. yazdıklarına iman etmemi istediler. yok öyle şey. bütün sorularımın cevabı vardı. kıçımdan soru uyduracak halim zaten yoktu. aha bakın. --- Effect of cooking on enrofloxacin residues in chicken tissue. Lolo M ve şürekası yazmış. The aim of this study was to determine the effect of different cooking processes (microwaving, roasting, boiling, grilling and frying) on naturally incurred enrofloxacin residues in chicken muscle. Enrofloxacin and its metabolite, ciprofloxacin, were analysed using a validated LC-MS method with limits of detection (LOD) and quantification (LOQ), respectively, of 2 and 5 ng g-1 quinolones in muscle samples. The method was shown to be linear over the range 5-500 ng g-1. Mean intra-day relative standard deviation (RSD) at a concentration of 50 ng g-1 (n = 6) was 6%; inter-day RSD was 12%. A recovery ++
06-08-2015 19:11 (46)
++ study demonstrated that 65-101%, of the drug and metabolite could be recovered from the tissue. The RSD with naturally incurred roasted chicken breast was 9.18% at a concentration of 11 +/- 1.01 ng g-1 (n = 6). In water, enrofloxacin remained stable for 3 h when heated at 100 degrees C. It was concluded that residue data from raw tissue are valid for estimation of consumer exposure to this drug, as well as the ADI calculations because cooking procedures did not affect enrofloxacin residues, which remained stable during heating. However, there was an apparent decrease in quinolone concentration in tissue because some was lost by exudation into the liquid used for cooking. Conversely, for a cooking procedure with water loss, there was an apparent increase in residue concentration.--- yani? "haşlanınca başka oluyo, fırınlanınca başka oluyo, bi kısmı suya da geçiyo" diyo adam. e ama ben sorunca sanki sizin düşmanınızmışım gibi "makul şüphe"nin yettiğinden bahsediyodunuz. gerek var mı? +
06-08-2015 19:11 (47)
+ kanıt var a okurlar. kanıt varken makul şüpheye ne gerek var? 2006'dan hemi de. bunlar yavuz abi'nin kanıtları arasında vardı da ben keyfime mi sordum? yoktu da sordum! bissürü kaynak var. aha bi tane de 2011'den. --- Occurrence of antimicrobial residues in Brazilian food animals in 2008 and 2009. Nonaka CK ve saz heyeti yazmış. hem sığır, hem "pilij" var. --- Brazil is one of the most important countries as a producer and exporter of cattle and poultry. In 2009 cattle accounted for 30% of the export market and 41.4% for poultry meat. The Brazilian National Residues and Contaminants Control Plan (PNCRC) follows the guidelines set by the Codex Alimentarius Commission and checks compliance maximum residue limits (MRLs) to ensure the quality of these commodities. Kidney samples (n = 2978) were analysed between January 2008 and December 2009. Fifteen antibiotics of the macrolide and aminoglycoside groups (clindamycin, eritromycin, lincomycin, tylmicosin, tylosin, amikacin, apramycin, +++
06-08-2015 19:12 (48)
+ bok atılan fao ve who da kaç tane ortak rapor çıkarmış. alın: Evaluation of certain veterinary drug residues in food. Forty-seventh report of the joint FAO/WHO Expert Committee on Food Additives. işte ayıboluyo. bunu diyorum. bakın: Evaluation of certain veterinary drug residues in food. Fiftieth report of the joint FAO/WHO Expert Committee on Food Additives. erinmemişler. senelik çalışmaları var. hiç de taraf gibi durmuyolar. tabii ki informasyon saklama ve saptırma vardır. yoktur demiyorum. ama adamların buna kafa yormadığını falan söylemek süzme cahillik. gündelik siyasetle ilişkisine bile dikkat çekilmiş: Residues of antibiotics and protection of the health of consumers. Notions of maximal residues limit and withdrawal time! ta 2000'de! lütfen. rica ediyorum. dr. strangelove'da hava saldırısını başlatan tırlak bi general vardı. komünistlerin suya flor kattıklarını ve herkesi zehirlediklerini düşünüyodu. bu fikre de bi gece "kuş havalanmayınca" ermişti. böyle saçmalık olmaz. ++++
06-08-2015 19:13 (49)
++++ yağ yemeyelim, yoğurt yemeyelim. et yemeyelim. alkol fena; ayıltıcısını imal edelim. bıroholi kanser mi yapıyo, kanserden mi koruyo? e fotosentez yapamıyoruz henüz. bi zahmet, nasıl besleneceğimizin kılavuzu da var mı? yoksa HAL gibi bi yapay zekanın içine bilinçlerimizi entegre edip kıçımıza da fiş mi takcaz? elektriği de rüzgar ya da güneş enerjisiyle üretek yannız. çevre dostu, doğa şeysi olsun, he mi? lütfen! bu tartışma değil. savunu da böyle olmamalıydı. ama hakkaten çok ayıboldu. gereksiz yere birbirimize bu kada dalmanın anlamı da yoktu. sonuç? yine birileri ünlendi! kabul etmeseniz de sekonder kazancın dibidir bu. arif yavuz aksoy hususi saygılarını gönderir. okuyuculara da yukarıdaki referanslar için okuma sabrı diler. mucucuksss
06-08-2015 19:51 (50)
47 ile 48'in arasında bi tane daha vardı. o kısım uçmuş. hanfendiye hakaret yoktu. ama olsun.
06-08-2015 19:51 (51)
Durun, n'apıyosunuz? Biz kardeşiz! (a.y.a. sen de kes şu pabmed bombardımanını) mh
06-08-2015 21:55 (52)
Üzerlerine toz kondurulmayan FDA, EFSA gibi kurumlar şekerin toksik, sigaradan bile zararlı olduğunu, gıdalardan uzaklaştırılması gerektiğini beyan etmiyorlarsa, benim gözümde halkın sağlığıyla oynayan kurumlardır. Bu sitede şekerin nasıl damar kireçlenmesi yaptığına dair yazım ve yorumlarıyla bazı ifadelerime itiraz eden kardiyologlara cevaplarım vardır. Hayır, şeker damar kireçlenmesi yapmaz diyebilen varsa, cevabını merak ederim. Makina mühendisi Derya Turgay
06-08-2015 23:19 (53)
Kireçli borulara bakan mühendis abim de geldi. Bilimsellik yine tavan yaptı. O değil de tarhun, fırında tavuğa çok yakışıyor, deneyin derim. Ev yapımı ekşi mayalı ekmek eşliğinde. Afiyet bal şeker olsun.. Şeker, pastane değil de, damak tadı lobisi olabilir orda. Yaşlanmak, sigara, göbek, diyabet hepsi koroner arter hastalığı nedenleridir. Fazla protein tüketmek de hiperürisemi ve koroner arter hastalığı ( sizin anlayacağınız dilde kireçlenme diyelim) nedenidir. Aşırı yağ tüketmek de özellikle doymuş yağlar (margarin vs) damarları tıkar. Diyetten proteini, yağı çıkaralım mı, olmaz değil mi? Öyleyse ne yapıyoruz, herşeyden kararında tüketiyoruz. Diyetçilerin niyetlerinden şüphe ediyoruz. Konuyu bilmesek de tüm diyetçilerin ünlü olmasından ortada bir yanlış olduğunu anlayabiliriz. Tüm dünyada tek kitapla ve az zahmetle bol kazanç kapısıdır diyet mezusu. Kitap satar, tv programı reklam alır, halkın ilgisi boş konulara yönlendirilir. Sistem karşıtlığı sonuçsuz, anlamsız bir alana taşınır.MB
07-08-2015 00:22 (54)
Vücutta neresi yaralanırsa, orada kalsiyum kirecinden bir kabuk oluyor Sayın MB. Bunu herkes görüyor ve biliyor. Bu nedenle damar içinde zedelenmiş bir yerde farklı bir şey beklememek lazım diye düşünüyorum. Diyabet hastalarında damar kireçlenmesinin erken olması kanlarında şekerin yüksek olmasıdır. Şekere su damlatın tutkal olur. Kanı ne hale getirdiğini anlayın artık. Derya Turgay
07-08-2015 00:23 (55)
Sigara endotelden salınan, damarı esnekleştiren, iç yüzeyini kaygan yapan NO daki O yu eksiltir, NO salınımını bozulur, damar zedelenmeye daha açık olur. Sigara böyle damar kireçlenmesi yapar. Derya Turgay
07-08-2015 00:23 (56)
Yaşamak öldürücü bir süreçtir. Bebeklere bakınca insanın onlara yer açmak için ölesi gelir... Ölüm iyidir; hayatı besleyendir. Hayat, kronolojik bir hadise değildir; içeriğine ait yoğunlukla ölçülür. Bakın; bir zamanlar zorla, zincirlenerek köle olarak satılmak üzere gemilere bindirilenler, üçte bir "telef" ile son limana varanlar, şimdi neredeyse aynı "zayiat" oranı ile üste para verip o ölüm teknelerine ne umutlarla biniyorlar... Yazık ki, aşmışsınız siz.. ben oralara gelemedim.. OG
07-08-2015 00:24 (57)
Margarine yağ dememek lazım bence, ne sinek konuyor, ne karınca uğruyor. Plastikle arasında bir molekül fark var deniyor. Vücutça tanınmayan bir düz dizilimi var, ABD de geçiş süresi verildi, sonra yasaklanacak. Karaciğere zarar verdiğini biliyorum, damar tıkadığına dair bilgim yok, kaldı ki damarlarda yağ yoktur, olsa yoğunluk farkı nedeniyle kana karışmaz, beynimize çıkarlardı. İnsanda göbek olması karbonhidrattan zengin beslendiğinin işaretidir. Karbonhidratlar da kan şekerini yükseltirler, özellikle beyaz unlular ve alkol. Modern insan 65.000 yıldır varsa, bunun 64.800 yılında şeker olmamıştır. Pankreasımızdaki alfa hücreleri de, bu son 200 yılda kan şekerinin ani yükselmesine adapte olamamıştır. Kan şekerinin her ani yükselişinde, vücut zarar görmekte, ömür kısalmaktadır. Bu son ifadem Prof. Dr. Kenan Demirkol’ a aittir. Derya Turgay
07-08-2015 00:42 (58)
Sayın OG, korku veya açlık insana her şeyi yaptırıyor. Açlık gıdanın eşitçe paylaşılamadığı, korku dinin iyilik yanının kullanılmadığı için. D.Turgay
07-08-2015 00:42 (59)
Sayın MB, fazla protein tüketmek belirttiğiniz gibi vücudu asidoz yapar, Dr. Robert Young' a göre asitli ortam pankreasın insülin üreten hücrelerini harap eder, diyabet olunur, bu da damar zedelenmesini kolaylaştırır. D.Turgay
07-08-2015 00:50 (60)
"damarlarda yağ yoktur, olsa yoğunluk farkı nedeniyle kana karışmaz, beynimize çıkarlardı." seviye zirve.
07-08-2015 00:50 (61)
bilim olmuş perdede filim, yerde kilim; başlarsam tüy kalmaz dilim; bilirim sabitfikir değişmez milim; en iyisi boşvereyim çalmasın zilim bitmesin pilim. selamdar
07-08-2015 08:55 (62)
Derya bey, tam Robert Young'ın ve diğer çok satar alternatif tıpçıların hitap ettiği okuyucu kitlesinin prototipisiniz. Asidoz ve kireç kabuğuyla bağlantı kuramayacağınız patolojik süreç yok. Bu kitaplar nasıl bu kadar çok satıyor, sayenizde daha iyi anlıyorum. Aklıma gelmişken, amerikada evinde kaldığım küba göçmeni bana gökyüzünde uçakların bıraktığı izleri gösterip, bu izlerin amerikan hükümetinin iklime ve doğa olaylarına müdahale ettiğinin işaretleri olduğunu söylemişti. Ne dersiniz, doğru olabilir mi? MB
07-08-2015 08:55 (63)
55'e baktım. Bi daha baktım. Sigarayla nitrik oksit arasındaki ilişki o kadar çarpıcı bi şekilde anlatılmış ki... O kadar olur. Çarpıldım. Medyum Keto'ya döndüm. 60'a einen katılıyore. Seviye zirve. Hatta zırva. a.y.a. ne diyeceğini bilemesss
07-08-2015 10:20 (64)
Sigara dumanı ile NO düzeyi arasında ters orantı TKD dergisinde bir yazıda yayınlanmış: http://old.tkd.org.tr/pages.asp?pg=:dergi/dergi_content&plng=tur&id=897&dosya=84 Burada belli branşta olanlar, kendi alanlarına girildiği zaman tepki veriyorlar. Tepki haklı kabul edebilebilir. Ama beklentim, açıklamalarım yanlışsa, doğrusunun ne olduğunun, neden sonuç ilişkisi ile kolay anlaşılır şekilde aktarılmasıdır. Teşekkürlerimle. D.Turgay
07-08-2015 10:21 (65)
YD. Ali Esat Karakaya’ya yazısı ve bütün katılanlara bu verimli tartışma ortamı için çok teşekkür ediyorum. 45-49’da değinilen örneklerden bol miktarda bulunmaktadır, Danimarka’nın antibiyotiklerden toplan vazgeçmesi gibi örnekler de söz konusudur. Ancak koruma amaçlı antibiyotiklerin de etkisi yine hızlı büyütmek üzerinedir, antibiyotiğin sınıflamadaki yerinin değiştirilmesi bir şey ifade etmez. Hızlı et tutturma işlemi her koşulda hayvanın metabolizmasına müdahale ile olmaktadır. Bu hayvanların sağlıklı olmadıkları, asit sendromu vb. nedenlerle öldükleri halk tarafından da bilinmektedir. O tesislerde çalışanların bizatihi yürüttüğü gözlem çalışmalarının sonuçlarını dün arabasına bindiğim taksiciden de dinledim, çünkü bu coğrafyanın, bu sütunlarda da tanık olduğumuz “kontrolsüz zeka” gibi bir özelliği vardır.
07-08-2015 10:21 (66)
YD. Hastalıkların arttığı, epidemiyolojik özelliklerinin değiştiği herkesin ortak gözlemidir. Bunun “herkesin ortak maruz kaldığı bir şey” dışında açıklanması mümkün olmayacağına göre, işin ucu gıdaya gider. Tıbbın öncelikli görevi hastalığın oluşmasını engellemek olmalıdır, bu tablonun altından tedavi etmeye çalışarak çıkamıyorsunuz. “Neler değişmiş” diye baktığınızda ise durum açıktır, bu durumda hala “bak Japonya’da böyle yapıyor” demenin bir anlamı yoktur, nasıl yapacakları ve ne hastalıkla karşılaştıkları onları ilgilendirir. Mamafih uygulama biçiminin aynı olması şaşırtıcı değildir, sistem zaten küreseldir, aynı yöntem farklı ülkelerde aynı şekilde kurulur.
07-08-2015 10:21 (67)
YD. Mesela GDO meselesini EFSA’nın ikinci derece yetkilisine de FoodDrinkEurope toplantısında sordum (Seralini çalışması), verdiği yanıt “biz 80 kiloluk sıçan değiliz” olmuştur. Yani zihniyette bir değişiklik yoktur: Endüstri en karlı olan yöntemi bulur, bunu güvenlik kurulları vb. kurarak yerleştirir, Tohum Yasası gibi düzenlemelerle zaten var olanı ortadan kaldırır, sonrasında da alana hakim olur. Ama gördüğüm kadarıyla bu uygulama küreseldir, siyasi yönetimin kimde olduğundan bağımsızdır. O zaman elinizde “konunun halka anlatılması” dışında başka seçenek kalmaz, çünkü bu konular akademinin zaten ilgi alanında değildir. Siz herhangi bir ana akım tıp kongresinde GDO ya da şeker meselesinin konuşulduğunu gördünüz mü, ben görmedim, zaten bildirileri de reddetmişlerdir.
07-08-2015 10:22 (68)
YD. Ali Esat Karakaya’nın sözünü ettiği bilimsel otoritelerin neden ve nasıl kuruldukları zaten tartışmalıdır. Büyük bir keyifle ve dört kez okuduğum “Küresel bilimin otoyolundaki yayalar” adlı çalışmasına binaen örneğin COSTED adlı kuruluşun ne olduğunu da araştırdım, düşüncenin mantığı kendi bilimsel anlayışlarının küreselleştirilmesidir, Rockefeller Üniversitesi’nden Jesee H. Ausubel tarafından kaleme alınmıştır, sıkılmazsanız okuyabilirsiniz. http://www.maneyonline.com/doi/pdfplus/10.1179/isr.1995.20.2.104 Ne var ki bilim küresel değildir, başka görüşlerin tartışma ortamına bile alınmaması durumunda sadece kendini tekrarlayan bir tebliğler manzumesi haline gelir. +++
07-08-2015 10:23 (69)
+++ Küresel bilim aslında otoyola çıkan yayalara aldırmamakta, ama “otostop yapan yayaları” muteber görmektedir. Amaç “dünyada olması gereken stabilizasyonun sağlanmasıdır”, aynen zamanında kilisenin kendi dünya görüşünü kabul ettirme arzusuna benzer, oysa bilim stabilizasyon üzerinden ilerlemez. Hele hele bizim gibi bir coğrafyada insanlar otostop konusunda da son derece temkinlidirler, bununla kalmaz kendi yan yolları açarlar. Dolayısıyla akredite bilim kuruluşlarına güvenmemeyi de bilirler, unutmayalım Çernobil çayı dönemin bakanı tarafından içirilmiş, sebze-meyvenin çamaşır suyuyla yıkanması da gıda güvenliği amacıyla kurulmuş dernek tarafından dile getirilmiştir. +++
07-08-2015 10:23 (70)
+++ Bu tarz “arzu edilen bir bilimsel yapılanma” yeni bir şey üretmeyi başaramaz, yani aynen Ali Esat Karakaya’nın dediği gibi, makale sayısı 500’den 9000’e çıkar, ama sonuçta bir şey değişmez. Oysa bilimsel gelişme zaten olmakta olan “sıra dışı” bir olayın (yoğurdun ekşiyememesi, civcivin hızlı büyütülebilmesi)açıklanabilmesinden geçer, aynen elmaların yere düşmesi gibi. Hele hele bunu açıklamaya yönelik ayağı yere basan bir açıklamanız da varsa (“herhalde gizli enfeksiyonları önlüyoruz” gibisinden değil) o zaman paradigma pek çok alanı da etkileyecek biçimde kayar. Bu durumda artık otoyoldaki yayalar olmaktan çıkarsınız. +++
07-08-2015 10:24 (71)
+++ Beri yandan, bilimin üstünlüğüne inanıp, bilimsel otorite olduklarını savunan kurumlara koşulsuz bağlılığın ciddi bir açmazı vardır, sizi bilim insanı olmaktan çıkarıp “bilimci” konumuna sürükler. Bu noktada savunmaların bütünü sadece “bilime güzelleme” üzerine kuruludur. Tartışma “iddianın çürütülmesinden” uzaklaşır, doğa dışı bir hızlı büyüme olayı ya da uzun raf ömrünün savunusu, “ama bütün dünya böyle yapıyor, ama bilimsel otoriteler böyle diyor” şekline dönüşür. Bu yöntem bir bilimsel tartışma biçimi değil, otorite kabul edilen kurumların eteğinin altına sığınma çabasıdır. Halbuki tartışmayı yürütecek bilgi birikimi bu mecrada ve coğrafyada zaten mevcuttur.
07-08-2015 10:24 (72)
YD. SORUYA YANIT: Amacım halkın ucuz protein ihtiyacının engellenmesi değildir. İnsanda yapılamayan amino asit hayvanda da yapılamaz, dolayısıyla esansiyel kaynak için (diğerleri zaten sentezlenebilmektedir) bitkilere bağımlıyız. Ortada gerçek anlamda bir “ulusal” endüstri olmasa da, antibiyotik ve kimyasallarla hızlı büyütülmüş beyaz et / piliç yerine, ederi neyse, gerçek tavuk yetiştirmeleri durumunda yine başımızın üstünde yerleri vardır. Lakin bunca yıllık endüstrinin ve eriştiği ekonomik boyutun, bir zamanlar var olan tavuğu, bugün 75 milyonluk ülkede kendi koşullarında üretemiyor olması bizi kuşkusuz “küresel bilimin otoyolundaki yayalar” haline getirir, yani aslında amaca erişilmiştir. +++
07-08-2015 10:25 (73)
+++ Tavuk sanılan, piliç denilen kuş II ve III’de ifade edilen hızlı büyütme mekanizması, antibiyotikler, yarı sentetik yolk boyası, yumurtanın klorlu bileşiklerle yıkanması gibi tartışmanın merkezi noktalarına “böyle yapılıyor” dışında bir açıklama gelmediği gibi, antibiyotik sorununun ciddiyeti okurlar tarafından araştırılıp teyit edilmiştir. Varlıklı olan kesim zaten kaliteli et yemektedir, ama yoksulları “piliç / beyaz et / endüstriyel yumurta halkın ucuz protein ihtiyacını karşılamak içindir” diyerek eğlemek, otobandaki yayaları yola sürmeye benzer.
07-08-2015 12:56 (74)
Bilim nasıl yapılır? Bir soruya yanıt ararken önce kanıtlar toplanır, bilimsel kriterlerle yeterince kanıt toplanabilirse yargıya varılır. Yine de kanıtların geçerliliği daha geçerli başka kanıtlarla ortadan kalkarsa fikir değişimine açıktır bilim. Bilim nasıl yapılmaz? Kesin yargıya iman edip çevresine kanıt toplayarak bilim olmaz, gurur ve önyargı olur. Siz yargınızdan eminseniz taraf tutarsınız, yanlışlarınızı doğru sanarsınız. İnsanın en büyük düşmanı kendisidir. Taraf tutmayı ortadan kaldırmak için bilimsel çalışmalarda subjektif verileri en az 2 uzmanın değerlendirmesi esas alınır. Bilimin kriterlerini kendi yargılarımızın üzerinde tutmamız, bizi birkaç yüz metreden uzağı göremeyen sınırlı bakış açımızın yanılabilirliğinden korur. MB
07-08-2015 17:41 (75)
YD'nin yazılarıyla "Bütün dünya böyle yapıyor", "istihdam sağlayan ulusal sektörümüze darbe vurmakla eline ne geçicek?" gibi laflarla "bilim savunuyorum" diyenler arasında bir fark olduğu ortada. Bilime çok meraklıysan önce bu demagogları eleştir. Antibiyotik vb birçok meseleye hala doğru düzgün cevap gelmiyor. Metodoloji dersi vermeyin, yazdıklarınızdan belli bilim felsefesinden haberiniz yok, kanıt manıt diye ukalalık yapmayın burada. -Adamların bilimsel dayanağı "zararı kanıtlanmadı" ve "kontrol edilebilir risk". Böyle saçmalık olmaz.
07-08-2015 19:32 (76)
47 ile 48'in arasında gönderilmiş olan kısmın neden uçtuğunu şimdi sanırım daha iyi anlıyorum. Antibiotiğe zaten cevap mevcuttu. Ama tam da kontrol edilebilir riski içermekteydi o kısım. 47'deki brezilya verilerinin devamıydı. Kalıntıların olduğunu hiçkimse yadsımıyodu. Ama MRL'ye erişmemişti hiçbiri. Şimdi bize bilim felsefesi öğretmeye kalkan 75 numara adsız süperzekasının çok haklı olduğu bu dünyada benim tüm okurlara son yorumum şudur (ayrıca alacağın olsun anadolu ajansı; sen bile bunu zımnen destekledin): "zararı kanıtlanmadı" 75'e göre "olmayacak saçmalık" kategorisindeymiş ya, bundan sonra hiç doktora gitmeyin. Hani belki sadece sizi muayene etmesine izin verirsiniz doktor amcanın. Çünkü günümüzde her tıbbi ya da cerrahi tedavinin mutlaka belli oranda istenmeyen etkileri ya da komplikasyonları vardır. Tedaviyi geçtim. Tetkikler bile çok tehlikeli olabilir. Bi düşünün. Damarınızı delip kan almalar, radyasyon ışınları falan. En iyisi hiç yaşamamak! Ölüm riski % 100. aya adiosss
07-08-2015 19:34 (77)
Bilim felsefesine henüz geçemedik. Temel kavramları anlatıyoruz, sayın 75. Sorunuz ya da katkınız varsa alalım. "Bilime meraklıysan demagogları eleştir" demişsiniz. Şu anda tam olarak bunu yapıyorum. MB
07-08-2015 20:52 (78)
Bu memlekette ota-boka antibiotik yazılırken ve hastalar kutunun yarısını kullanmazken, gittiği ikinci doktor da bir başka antibiotiği dayarken.. Ne kalıntısı! Çuvalla yiyoruz antibiotiği.. Bir Doktor
08-08-2015 09:29 (79)
40. Aynen iade ediyorum. Doğru ya da yanlış, benimki belli bir tutumun eleştirisi, seninki kişiye yönelik hakaret. Süreki bir şiddet alt tonu kullanıyorsun. Emekli psikiyatrist olmak, site yöneticisi olmak yetişkin insanlara, kurumlara hakaret hakkı vermiyor.. En azından ben buna ortak olmak istemiyorum. Süresiz bilmemne filan vız gelir, yazılarımı kaldır, adımın bu saçmalıklarla aynı yerde yer almasını onaylamıyorum. İsteri misteri değil bu, hep aynı rahatsızlığı duyuyorum, dostluk mostluk bir yerlerden dönüyoruz, Görüyorum ki ne dostluk var, ne niyet uyuşması. Besa, Yağız Üresin
08-08-2015 09:40 (80)
Yağız, "yazılarımı kaldır" lafını daha önce de iki kez yazmıştın. Sonra bunu dikkate almamış, yazılarını bekletmiştik, sen de teşekkür etmiştin. Aklına estikçe yazmış, gönderir göndermez hadi yayınlayın hadi yayınlayın diye aceleci davranmıştın. Her neyse, bu da yukarıda bahsettiğim güvenilmez karakterin bir ürünü. Böyle bir hukuki veya etik hakkın yok, ama senin gibi insanlar aklına geleni ister, istemekle kalmaz fazlasını ister. Herkesi aşağılar, ama kendisine fiske istemez. Yazılarını kaldıracağız, belki vazgeçersin diye son yirmi dört saat bir bekleyelim. Ondan sonra yavaş yavaş kaldırırız, o da bir emek istiyor tabii ki, sana verdiğimiz onca emek gibi. Birkaç gün içinde hiçbir yazın kalmaz, sen de rahat edersin, biz de nefes alırız. Kaan Arslanoğlu
08-08-2015 19:03 (81)
Valla ilk üç gün ben de destekledim ama markette "sen kimsin be?" vb laf eden densize akademik künye saymak narsist kişilik tipine net oğlu net bir örnektir. Non-Alter Pseudo-Ego
08-08-2015 19:03 (82)
Bilginin giriş yeri kalbimizdir, beynimiz değil.Bu görüşe katılıyorum ve ilerleyen yıllarda ispatlanacağını düşünüyorum. Söylenilenlerin üzerimizdeki etkisinde, kullanılan cümlelerden çok ses tonunun etkili olduğunu hepimiz biliriz. Buna benzer bir mantıkla, farklı düşüncelerden, iyi niyetli olduğunu düşündüğümüz kişilerin görüşlerini almaya daha açık oluruz. Yani “iyi niyet” rakamlardan önce gelir. Artık kabul etmek gerekiyor ki, günümüzde elinde gücü olan, her türlü çalışmayı yaptırıp, istediğini gerçekmiş gibi gösterebilir. Yani ispat tamam önemlidir ama bu “ispatın arka planı” daha önemlidir. Suyun kaynağı temiz olmadır. Temiz kaynaktan çıktığını bildiğimiz suyun tadı bazen sert olabilir ama susuzluğumuzu dindirmek için yine de içeriz. Aynı bazı doğru sözlü kişilerin kalemini kılıç olarak kullanması gibi. Ama bu durumun yarattığı gerginlik asıl konudan uzaklaşılmasına neden olursa üzülürüz. Çünkü biz göz önünde olan kişilerin tartışmasından bile birşeyler öğrenmeye çalışıyoruz. +
08-08-2015 19:04 (83)
+ Bu çağa bilgi çağı diyebiliyoruz ama mutluluk çağı diyemiyoruz. Fazla bilmenin getirisi bazen birbirimizi geriyoruz. Oysa herkesin düşüncelerini açıkça söyleyebildiği hür ortamlara sahibiz. Neden değerini bilmiyoruz? İnsan ilişkilerini gözlemleyip, üzerinde düşünenler bilir ki, eşit şartlarda, genelde saldırgan olan taraf hatalıdır. Kendinden emin olan daha sakindir. Ben daha önce hiç süregelen tavuk-piliç tartışmasını bilmesem ve fikirlerini ortaya koyan tarafları hiç duymamış olsam. İlk kez bu sitede konu ile ilgili yazılanları okusam; ben sayın Dizdar'ın görüşlerini almaya daha açık olurdum. Çünkü görüşlerini açıklarkenki çok net ifadeleri, kendisine yöneltilen iddialara rağmen sakin kalıp, kelime seçimindeki özeni dikkatimi çekerdi. Bu da yazdıklarını okumak ve anlamak için beni daha çok heveslendirirdi. SÇ
08-08-2015 19:04 (84)
kaya çilingiroğlundan tekme yiyen kimmiş, bu arada hangi kaya, babası mı oğlu mu?
08-08-2015 23:31 (85)
Burada sürekli gündeme gelen şu alterego meselesi var ya... 82 ve 83 numaralı yorumları yazan kişi bence tam da yavuz dizdar'ın alteregosu olur. Ya da YD artık şeyh olmuş. Müritleri de onu uçuruyor. Tartışmaları izlerken benim garibime gitti bu rumuz sahibinin tutumu. Bir bana öyle gelmemiş ki evvelden de benzer yönde yorumlarda bulunulmuş. E aylardır olan sorun bu. Kimin kim olduğunun asla bilinememesi... Hayırlısı! M. H. B.
09-08-2015 01:47 (86)
-85- M.H.B., Burada tavuk – piliç konusunda farklı görüşler ortaya konmaktadır. Tartışmaya katılanlar da inandıkları fikrin yanında yer almakta ve kendi üsluplarıyla yorum yapmaktadırlar. Sanırım buraya kadar bir sorun yok. Bence sıkıntı konudan uzaklaşılmasıyla ve üslubun bozulmasıyla başlıyor. Peki neden böyle oluyor.? Benim aklıma gelen tek yanıt: Karşı görüşü çürütmek için yeterli ve mantıklı düşünce geliştiremeyenler, ortamı bulandırmaya çalışıyorlar. Sonuç olarak bir arpa boyu yol alınamıyor ama böylece kimin tarzının ne olduğu ortaya çıkmış oluyor. Benim yapmaya çalıştığımsa; doğru bulduğum görüşün yanında yer almaktır. Sizin algınızdaki gibi bir şeyh-mürit ilişkisine ihtiyaç yoktur. Zira sayın Dizdar'ın duruşu bellidir. Bulunduğu tüm ortamlarda, sorulduğunda bildiklerini açıklamakta, soruları yanıtlamakta ve görüşlerini blogunda yazmaktadır. +
09-08-2015 01:47 (87)
+ Yani, bugüne kadar, talep edildiğinde bildiği doğruları esnetmeden söylemiş birinin sizin ima ettiğiniz anlamda bir mürit desteğine ihtiyacı yoktur. Ama bizlerin yol göstericiye ihtiyacımız var. Zira şeyh bizim ülkemizde tarikat lideri anlamında kullanılmakta ancak Arapçada önder, yol gösteren anlamına gelmektedir. Bu bakış açısıyla, yol gösteren kişilerin varlığı büyük bir kazançtır. Bizlere düşense bu kişileri sizin ifadenizdeki gibi uçurmak, ya da ima ettiğiniz gibi sorgusuz-sualsiz itaat etmek değil, fikir birliğinde olduğumuz konularda yanlarında yer almaktır. Herkes gücünün yettiğini yapmakla mükelleftir. Doğrunun yanında yer almayan, yanlışın hükümranlığına mahkum olur. Düşünceme göre bu ciddi sıkıntılarımızdan biridir. İnsanlar doğru bildiklerini savunmakta sessiz ve pasif kalmaktadırlar. Ben böyle olmak istemiyorum. Herkesin hak ettiğini bulduğuna inanıyorum. Bu nedenle ben kendi üstüme düşeni yapmaya çalışarak iyi olanın etki alanının genişlemesini diliyorum. +
09-08-2015 01:47 (88)
+ Kendi hakkımda geçmiş yorumlarda kısa bilgi verdim. Benim adım ve soyadım en baştan beri bellidir ve SÇ'de onların baş harfleridir. Bundan farklı bir rumuz kullanmıyorum. Siteye bu tartışmayla dahil oldum. Önceki tartışmaları, ego çatışmalarını, farklı rumuzla yorum yapanları bilmiyorum ve ilgilenmiyorum. Bunca lafımdan sonra eğer hala aklınızda soru işareti kaldıysa neden tutumumu garip bulduğunuzu açabilirsiniz. SÇ
09-08-2015 09:29 (89)
S.Ç rumuzlu kişiye sesleniyorum. A) bilimsel bir tartışma sözkonusu ise burada "inanılan fikirlerin yanında yer almak" gibi birşeyden bahsedilemez. bilimde iman yoktur. kanaat başka bir kavramdır! B) "Karşı görüşü çürütmek için yeterli ve mantıklı düşünce geliştiremeyenler"den sonra virgül gelmez (o cümle kurgusunda anlamsızdır). karşı görüş falan da yok. yavuz dizdar nam şahıs muhtemeldir ki şöhret ya da başka bir şey kaygısıyla medyatik bir "devlerle savaşmaya çıkmış yiğit" edasıyla bazı iddialarda bulunmuştur. bu iddialarını kanıtla temellendirmek yerine retorikle ve batıni zırvalarla çevresinde bir inanır grubu teşkil etmeye çalışmıştır. kendisiyle ilgili eleştiri bu tavrı üzerine yoğunlaşmaktadır (bu sitedeki eleştiri sahipleri de genel anlamda bu konsepte bağlı gözüküyorlar). yoksa iddia ettiklerinin (ki orijinal iddialar da değil bunlar; en az 50 yıldır benzer iddialar batı dünyasında zaten mevcut) bazılarının yanlış ya da saçma olduğunu söyleyen yok. devam edeceğim
09-08-2015 09:29 (90)
S.Ç kişisine cevabımın devamıdır. dizdar'ın bazı iddialarının doğru olması diğerlerinin de mantıklı çıkarımlar olmasını gerektirmez (ki sorgulama da burada devreye girmektedir). C) bugüne kadar talep edildiğinde hangi doğruları ne şekilde esnetmeden söylemiş olduğunu bize örneklerle gösterir misiniz? D) arapçada "yol gösteren" anlamına gelen sözcük mürşid'dir. şeyh'in esas anlamı yaşlı adam ya da kabile şefidir. hayatta en hakiki mürşid ilimdir, fendir! bunu unutmamanızı tavsiye ediyorum. oradaki ilmin de sizin daha evvelki yorumlarınızda yazdığınız (yani sandığınız) gibi batıni zırvalarla alakası olmadığını hatırlatmak isterim! E) bahsettiğiniz şekilde "doğrunun yanında yer almak" benzeri ifadeler politik sahnede ya da iman hususlarında geçerli olabilir. lütfen bilimi bunlarla karıştırmayın. F) kanırtmayı pek seven bazılarının iddia ettiği gibi kimse dizdar'ın ifade hürriyetine saldırmamıştır. ama kendisinin yöneltilen sorular karşısında guru mistisizmine bürünmesi gariptir. devam ***
09-08-2015 09:29 (91)
*** ben sadece işyerimde internet kullanıyorum diyen insanlar eğer mümin bir okuyucu kitlesi (tıpkı sizin gibi) bulunan "çoksatan"ların yazarı iseler, bu iddiaları bugün için komik olmaktadır. size karşı bu halis bir mistik tavır göstergesi olabilir, ama bizim akıl düzeyimizde bunu "yemezler"! sayın S.Ç kişisi, size buradan tekrar sesleniyorum. iyi olanın etki alanının genişlemesini diliyormuşsunuz. bu new age spiritüalizm ağızları bir tercih olabilir. ama nasıl bizim takımın cümleleri size "yeterli ve mantıklı düşünce yoksunluğu" gibi geliyorsa, emin olabilirsiniz ki sizin takımın bu "cıvık" ezoterik ağızları da bize çok yavan gelmektedir. ben sizi ikna etmeye çalışmıyorum. lütfen siz de beni hidayete erdirmeye uğraşmayın. tebliğ görevinizi yaptığınıza dair sizin için sonra (eğer varsa) şehadet ederim! egonuzu benle çatıştırmaya kalkmayın. sanırım yeterince açık olmuştur. iyi geceler efendim. M. H. B.
09-08-2015 09:34 (92)
okumuş şarlatan nasıl olunur? işte böyle! "Akan enerjinin saklanma biçimi, keratin ve hastalık ilişkisi"!!! vay ki ne vay. bunu copy-paste edin Google'da. karşınıza çıkacak zırvayı da bir zahmet okuyun. KOAH'taki clubbing (çomak parmak diye berbat bir türkçeleştirmeye yıllardır maruz kalıyoruz; ayrı bir yaramızdır) olgusunu (ki kendisi de baget parmak diye iyice uçmuş) sizin tabirinizle "açımlamış". neredeyse 20 yıl oldu bunun nedeni bulunalı. doğu tıbbıyla, enerjiyle, ezoterizmle kafayı bozacağına bir zahmet PDGF ile clubbing arasındaki ilişkiyi ve arteriovenöz şantların bundaki rolünü okuyaydı. vah türkiyem! bu adam bir üniversitede yardımcı doçent. radyasyon onkolojisinde hasta değerlendiriyor. öğrencilere ders veriyor. vah ki ne ne vah. vay ki ne vay! "bildiği doğruları" böyle "esnetmeden" söylüyorsa aman o doğrulardan öğrencileri biraz uzak tutun. herkese tekrar iyi geceler. sayın S.Ç kişisine ayrıca iyi uykular. M. H. B.
09-08-2015 09:36 (93)
80. Bırak allasen o psiki. alışkanlığınla aşırı tanı koymayı. Arkadan da koro geliyor, yuh! Alıştıklarından değilim, isterik güvenilmez yaftalarını yiyip yutayım. Benim aldığım sorumluluk, yaptığım iş ortada. Belden aşağı vuran sensin, gidecek köy kalmayınca tıp eleştirisinde o da el işiyle tutunmaya çalışıyorsun. Ama altyapı, donanım, güvendiğin dağlar yetmiyor. –benimki de yetmiyor, ne var?- Tartışma istediğin yönde gitmeyince de -ne tanı koyayım şimdi?- zıvanadan çıkıp ona buna saldırıyor, lüzumsuz yere "hocaların ağzını kırdı, suratına patlattı" gibi tehditkar dil kullanımına gidiyorsun. Ben de bunu kabul etmiyorum, illa bana söylemen gerekmez. Biz de mahalle delikanlısıyız. Eleştirilecek çok yanı olsa da mesnetsiz akademi taşlama orjisi ortadaki büyük yanlışın parçasıdır. Canan Karatay’ı tv’da havuz başında vaazederken izleyince mutlu oluyor musunuz? Arada Küçükusta’nın hadisleri de zikrediliyor. Çatır çatır da PROF yazdırıyolar alta. Arzuladığınz bu mu?Dünya buradaki mütevazı +
09-08-2015 09:36 (94)
etkinliğinizden, kamuoyu 3-5 emekli-uçkun laf ebenizden ibaret değil. Haddimizi bilelim. Buraya emek veren bizim gibiler. İlk baştan itibaren hazımsız saldırılara uğrayan da. Baksana yoldaş rock müziğimize, motosikletimize bile takıyor. İsterik, şımarık, manyak deyip arkadan kendince yasak koydun. Ne diyeyim, yağmur yağıyor mu? Bir de “yazılarımı koyun diye tutturdun, yayınlanmayınca sabırsızlık ettin, sana çok emek verdik...” ne kadar ayıp, ne kadar çiğ! Görüşümü duyurmak, ün kazanmak için buraya ihtiyacım mı var Allah aşkına? Millet lütfedip gökten iniyor, bize yaz diyosun yazıyoruz, yorum yap diyosun yapıyoruz. Kim narsist, kim megaloman, “aman yazı yazın, okuyucu abone edin, manyaklaşıp gitmeyin” dedikten sonra kim güvenilmez şimdi? Her guşşun eti yinmez. Yazıları kaldırmak zor geliyorsa bu yorum serisini kaldır. Ödediğin hesapları göndermediğime dua et. Sen beni kadro dışı bırakamazsın, ben sana süresiz saha kapatma veriyorum, plaj futboluna devam... Alacak olana çok selam. AYU
09-08-2015 10:36 (95)
"S.Ç rumuzlu kişiye sesleniyorum" (ama biz de duyuyoruz), "sayın S.Ç kişisi, size buradan tekrar sesleniyorum" (ora nere?) diye buyuran M.H.B. kişisi, insan biraz buralarda vakit geçirince konuşmalar tanıdık geliyor. Sizin uslüp da hiç yabancı diil gibi de, neyse yeni kabul edelim. "Sizin takım, bizim takım" gibi ayrımcılık yapılmaz bu topraklarda ve üst perdeden atmak da hiç tasvip edilmez. Bir de balkondan aşağı tükürmek yok (uzunca süredir 'da, mi ayrı olacaktı, nokta-virgül vs.' düzeltilmiyor ama siz buna çok duyarlıysanız söyliyeyim; S.Ç diil, S.Ç. olacak). Hayırlı pazarlar. mh
09-08-2015 13:18 (96)
-89- 90- 91, M.H.B. Evet sesinizi duydum. Lütfen rahat olun, bu derece öfke ve gerginliğe gerek yok. Sizin söylediklerinizin benzerlerini bu sütunlarda zaten okumuştuk. Sayenizde bu tür eleştirilerin daha saldırgan versiyonuna tanık olduk. Yorumunuzda bolca yer verdiğiniz dini göndermelerle işaret etmeye çalıştığınız noktanın anlaşıldığını biliniz. Evet haklısınız, bilim din değildir. Bilimde teslimiyet yoktur. Aklımız vardır ve gelen bilgileri almadan önce filtreleme yaparız. Lütfen bu konuda bu kadar endişeli olmayın, bizler de aklımızı kullanıyoruz. Ancak, yumuşatmaya özen gösterdiğimiz için ifadelerimiz size cıvık ya da yavan geliyor olabilirler. Çünkü, özellikle de genele açık ortamlarda kelime seçimine özenmek gereklidir ve kabalaşmak doğru değildir... Ben yabancı hayranı değilim. Yani yaparsa adamlar yapar, çalışma onlardan çıkar gibi bir komplekse girmiyorum. +
09-08-2015 13:18 (97)
+ Hele şimdi isimlerini saymakla bitiremeyeceğimiz kurumların her bildirisini -sizin tarzınızda bir ifade kullanarak- kutsal metin olarak kabul etmiyorum. Görünenin ardını anlamaya gayret ediyorum ve bu çabamda sayın Dizdar'ın yazdıklarından, ekranlarda anlattıklarından “büyük” faydalanıyorum. ( Sayın Dizdar'ın doğruları esnetmeden söylemesine örnek istemenize şaşırdım doğrusu. Kitabı, blogu olan ve T.V.'de program arşivi bulunan bir kişi adına benim örnek göstermeme gerek var mı? ) Neyse, bu konu bağlamında yapılan bilimsel çalışmalardan benim anlayabildiğim; piliç yenmelidir, hastalıkların ilerlemesi endişe edilecek hızda değildir. Tamam ama ben bu bilimsel verilerin hayatımdaki karşılıklarını bulamıyorum. Tavuk tadını bilen bir kişi olarak bize sunulan piliçlerin eskisi ile hiç bir benzerliği olmadığını fark ediyorum. Bulunduğum yerde, nerelesin hemşerim der gibi, senin kanserin hangisinden muhabbetleri yapıldığına tanık oluyorum. +
09-08-2015 13:20 (98)
+ Çiftlik sahibi veterinerler; "biz onları hayvan değil ticari kazanç olarak görüyoruz ve elbette antibiyotik veriyoruz" diyorlar...vb. Ben bunları göz ardı edemiyorum. O zaman bir sorgulamaya başlıyorsunuz. Ben bunu kendi hayatımda yapıyorum, sayın Dizdar ise aynen sizin söylediğiniz gibi “yiğitçe” toplumun önünde yapıyor. Elbette kolay olmayacaktır. Ucu küresel sermayeye uzanan bir konuda genel kabulleri sorgulamak zor olmalıdır. Yine söylediğiniz gibi bunun dünyada örnekleri de mevcuttur. Bizlerin beklentisi, futbol maçı yapar gibi takım tutmak değil, tüm insanlığın geleceğini ilgilendiren bir konuda birlikte hareket etmektir. Bilimsel ispat beklentisi tek bir kişinin omuzlarına yüklenmemelidir. Anlayabildiğim kadarıyla, bu çalışmanın kurgusu da zaten oldukça sıkıntılıdır. Farklı düşünceler birbirini geliştirebilir ama hakarete varan ithamlar işe yaramaz. +
09-08-2015 13:20 (99)
+ Daha doğrusu bizim işimize yaramaz ama bizlerin birbirine düşmüşlüğü üzerinden kazananların ekmeğine yağ sürer..... Not 1: Şeyh ve mürit kelimlerinin sözlük anlamları değildir benim söylediğim. Arap ülkelerinde şeyh dediğinizde tarikat lideri anlaşılmamaktadır. Zira Arap külliyatında çokça şeyh bulunmaktadır. Bu kavramlar tasavvufta anlatılmaktadır ve kelime çevirisi ile kısıtlı değildir. Ancak konu dışına taşmaya gerek yok. Benim buna zaten bilgim de yetmez. Not 2: Virgül uyarısı için teşekkür ederim. Bu ara sanki “ki” lerde daha çok zorlanıyor gibiyim. SÇ
09-08-2015 14:58 (100)
sayın çığır'a ben de burdan çığırayım bari. bizim mehmet'i asabi bulmuş. beni asabiyetin küpü bulacaktır öyleyse. "Yani yaparsa adamlar yapar, çalışma onlardan çıkar gibi bir komplekse girmiyorum." diye buyurmuş kendisi. cıksss. bu emsalsiz çıkarıma nasıl erdiği ayrı bi tartışma konusudur. kimse bunu türkler yapamaz demedi. bizim argoda "büyük" faydalanmak başka bi anlama gelir. ona hiç değinmeyeyim. "senin kanserin hangisinden muhabbetleri yapıldığına tanık oluyorum." diye de eklemiş. oh maşallah. burada elli sefer kanser insidanslarında artış olmadığı (akciğer hariç-cigaradan) yazıldı. mevcut istatistiğe mi itibar ediym, hanfendinin komşu muhabbetine mi? ayrıca, onu hiç anlamamışsınız. yani anladığınız kadarı cıksss. o çalışmanın kurgusu oldukça sıkıntısızdır! mehmet dalmadan ben daliym. biz arap ülkelerinde yaşamıyoruz. o kelimelerin bizim dilimizdeki anlamı önemlidir. buhran da arapça. ama sorun bakalım, bi tane arap anlıyo mu buhranın ne olduğunu. piliğz! stop! SMY! arifyavuzaksoy
09-08-2015 16:02 (101)
100 arifyavuzaksoy, elli sefer kanserde artış olmadığını yazınca öyle olmuyor. Sağlık Bakanlığı da böyle demiyor: "Türkiye’de 2011 yılı kanser insidansına bakıldığında 2010 yılına göre toplamda yüzbinde 13,55’lik bir yükselme olduğu görülmektedir. Erkeklerde ilk onda yer alan kolorektal, prostat, böbrek kanser türlerinde; kadınlarda ise ilk onda yer alan meme, tiroid, uterus korpusu türlerinde 2010 yılına göre istatistiksel olarak anlamlı bir artış söz konusudur" http://kanser.gov.tr/Dosya/2011Caistatistikleri.pdf (sayfa 42). İstatistikler orada, atmasyona stop! Bizim ve sizin olmayan mehmet harma (MH, mh)
09-08-2015 16:34 (102)
cahillik hep aynı. makam ve unvanla değişmiyo. "atmasyona stop"muş. okuduğunu sorgulayamayana ne derler? 100 binde 13,5, he mi? HÜRMET FALAN YOK BUNDAN SONRA. TARAF OLDUNUZ. AÇIKÇA. BUNU DA DAHA ÖNCE TARTIŞMIŞTIK ÇÜNKÜ. TARAF OLDUĞUNUZ İÇİN HALK GOYGOYCULUĞUNA SIĞINDINIZ. BUNUN NEDENİNİN KAYIT RAFİNASYONU OLDUĞU DA 50 SEFER DİLE GETİRİLDİ. BİR SENEDE 100BİNDE 13,5'LUK ARTIŞI ANCA BU KAFA SORGULAMADAN KABUL EDER. KANSER İSTATİSTİĞİNDE SENELİK FARKIN TEK ANLAMI OLABİLİR: KAYITTA DÜZELME (ATOM BOMBASI PATLAMAMIŞSA). HANGİ ETKİYLE? HANGİ NEDEN-SONUÇ İLİŞKİSİYLE? SİZ DAHA DOĞUM KONTROL HAPININ KANSER YAPMADIĞI YUMURTANIZA BENİM VOLEMİN ACISINI ÇIKARTAMAMIŞSINIZ. ÇOK DOĞRU. OYNAYIN TRİBÜNLERE. AYNEN BÖYLE DEVAM! ÇERNOBİL YAZISI DA VARDI. HATIRLAR MISINIZ? ATIŞ SERBEST ANASINI SATİYM. ATMASYONA AYNEN DEVAM ET. BU ARADA, AYNEN KARŞI TARAFIN ADAMISINIZ. BİZİM OLMADIĞINIZ AŞİKAR! arifyavuzaksoy --- ÖNEMLİ NOT: BİOİSTATİSTİK ÖNEMLİ Bİ UĞRAŞTIR. HERKES ANLAMIYO YAZIK Kİ!
09-08-2015 16:40 (103)
atmasyona devam. aynı raporun 35. sayfasındaki tabloya bi zahmet bakıverin. 2007'den 2011'e kadar tüm kanser insidanslarında artış mı varmış görürsünüz. cımbızla laf çeken "muhterem" hocalara hürmet böyle tablolarla şeyetttiriliyo. ayıp. a.y.a.'dan artık saygı maygı yok.
09-08-2015 19:41 (104)
İnsan ilişkilerinde ilk madde “zarar verme” değil midir? Hiç şüphe yok bu konular tartışılacaktır. Ancak akıl kadar ERDEM DE GEREKLİDİR. Akıllı insan, bir meseleye farklı açılardan bakabilen ve isabetli kararlar verebilendir, karşı taraftan oluşturulan görüşe “şiddetle” saldıran değil. Hepimizin kabul ettiği bir gerçek, sağlığımızı koruyamadığımızdır ve gıdaların bozulması da bunun en önemli nedenlerinden biridir. Lütfen dipnotlarla dolu, ağır çalışmaları incelemek üzere şimdilik bir kenara bırakalım. Ne hale gelmişiz biz ona bakalım. Sağlıklı ve doğru yaşama imkanımız giderek azalıyor. Anlatılanları anlamak için bütünsel bir bakış gerekiyor. Belli hastalıklar ya da çalışmalar üzerinden gitmek yeterli olmayacak gibi gözüküyor. Biz ne tüketiyoruz diye sorgularken, bir zahmet acaba giderek tükeniyor muyuz diye de bir soralım. +
09-08-2015 19:41 (105)
aynı rapordan devam: "Tiroid kanseri kadınlarda en sık görülen ikinci kanserdir. Erkeklerde ise ilk on beş kanser türünün içindedir. Tiroid kanser sıklığı oldukça dikkat çekicidir. Ancak bu durum sadece Türkiye’de olmamıştır. ABD’de kadınlarda görülen tiroid kanseri sıklığı artışı dikkat çekmektedir (16). Bu durumun nedeni Türkiye için incelendiğinde, kişilerin teşhis ve tedaviye ulaşımlarının geçen yıllara göre artmış olması ve teşhis konulan her tiroid vakasının kayıt altına alınması ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu konuda Kanser Daire Başkanlığı tarafından hazırlanmış detaylı bir analiz raporu vardır (17)." neymiş??? üfürük başka şeymiş. kim atıyo bi daha bi bakın. herkesin takdirine! arifyavuzaksoy
09-08-2015 19:41 (106)
+ Eğer bunu yapabilirsek, egolarımızdan bir süre arınmayı başarabilirsek, bugüne kadar dikkat etmediğimiz hayati önem taşıyan bir çok ayrıntıyı göreceğiz. Sağlıklı olmak tarihin hangi döneminde bu kadar zordu? Biz madem bu dönemin insanlarıyız doğru yolu da biz bulmak zorundayız. Ancak ha bire birbirimize çelme takarak nasıl ilerleybiliriz ki? Yemek yemek artık bizler için neredeyse bir ceza oldu. Bolluk içinde yokluk çeker hale geldik. Hem de her konuda. Okumuşlar ile dolu bu ortamda, okurken içimizin almakta zorlandığı BAZI yazılara denk gelmek gibi mesela. Savaşı biz niye birbirimize karşı veriyoruz anlayamıyorum ki? Üzerimizde tıkır tıkır işletilen küresel bir proje var. Her türlü kazandırıyoruz. Yerken de, hastayken de, ilaç alırken de... Ama biz birbirimizin kuyusunu kazmaya çalışırken asıl bize kazdıkları kuyuyu daha derinleştirdiğimizin farkında değil miyiz? +
09-08-2015 19:41 (107)
+ Bu işin solu,sağı, inançlısı, inançsızı yok. Konu insan. Kimsenin akademik kariyerinde, cebine girende...vb. gözümüz de yok, sözümüz de. Tek derdimiz bildiklerimizi uygun bir şekilde tartışmak, paylaşmak. Çünkü bilenle bilmeyen bir olmayacaktır. Bilmeyen korkacak ve ümitsizliğe düşecektir. Ama ben yapılan bazı yorumlardan sonra bu duruma düşmek üzereyim bilginiz olsun. Zira bu kadar yazı koyan, açıklama yapan bir insan için, hala topa girmiyor demek ne kadar anlamsız bir sataşma. Halkta karşılık bulan fikirlere gözlerini kapamak nasıl bir durum ? İçinde bulunduğum ruh haline uygun ben de bir söz ekleyeyim bari. “(...Bu rüşt yaşını bi daha gözden mi geçirsek? Ortalık 40 yaşına gelmiş ergenlerden geçilmiyor zira.’ Cahiz. ) Not: Araplar buhran kelimesini bilmeseler de burada bazı yorumlar kendilerine tercüme edildiğinde en azından buhranın nasıl bir his olduğunu anlayacaklarını tahmin ediyorum. SÇ
09-08-2015 20:57 (108)
uyuzum arkadaş. cinsim. inadına bana buradan böyle konuşana ben de böyle cevap vericem. o insan ilişkilerinde değil hekimlik meslek uygulamalarındaki ilk prensiptir ham-fendi. siz hepiniz sağlığınızı koruyamadığınıza ve bunun en önemli sebebinin gıdalar olduğuna iman edebilirsiniz. ediniz de... yalnız bana bulaşmayınız. ben domuz gibi sağlıklıyım şükrillah. ayı gibi içmesem herhangi bi sorunum da olmiicak. ha siz yaşlanmiicaanızı ve ölmiiceenizi sanan firavun tayfasındansanız buyrun piramitlerinize. ben insan olduğum için yaşlanırım da... tamam mı? kıliğr? yemişim bütünsel bakışı. bilimsel-bütünsel oldu mu bu ifade? acaba giderek tükeniyor muymuşuz!?! hele hele. kardelenlerin hamiyesi, cumartesi annelerinin duygudaşı, iki cihanda lekeli olduğumu iddia eden meşhur kokainman hanımın şarkısı vardı öyle: işteğbis oğgüyn tükkeneğceğğizz diye... etrafımızı siz sarmışınız zati. ben egomdan arınmıyorum. buyrun. ürdün nehri orda. yahya'dan rica edin. size bi kese yapıversin. iyi arındırıverir.+
10-08-2015 12:06 (109)
+ hala okumuş diyo. ondan sonra da sükunet ayağına yatıyo. ben de buna kıl kapanzi işte. bilenle bilmeyen bir olmayacakmış. alın size kuran referansı da hazır. buhranı bana siz geçirttiniz ham-fendi. şimdi topa nasıl girilir son kez anlatıyorum. iyi dinleyin! eğer ortalığı velveleye verip kahraman pozuna bürünecekseniz, mahallenin kahvesine girip "zengin bebeleri kadillaklarla gelmiş, mahallenin kızlarına halleniyollar; ırz-namus elden gidiyo" demeniz iyi bi yaklaşım olabilir (mahallenin saf-mütedeyyin kbeli vasatı için namus-bekçisi kahramanlıktan bahsediyorum). ama aklıbaşında bi adamsanız, "nerde koçum? hani kadillaklar? hangi zengin bebeleri? hangi kızlara halleniyollar? nerde gördün?" diye sormanız beklenir. tabii kıraathanenin maldiğneği sakinleri hemen sizi ırzdüşmanı, pis gomoniz, gızılbaş falan olmakla suçlayabilirler. çünkü kahraman koçero bi defa ortaya manyeli vermiştir. durumumuz aynen budur. kıraathanede atış selbez! canımıniçleri, sizlere "ha guzularıma" diyore. a.y.a.
14-08-2015 14:28 (110)
YD. Tartışmaya katılan herkese bir kez daha teşekkür ediyorum. Benim katkılarımın ve yanıtlarımın aralıklı olmasının iki önemli bir nedeni var; (1) elbette tartışmanın gelişme yönünü izliyorum ve araya girip seyrini değiştirmek istemem, ama daha önemlisi (2) yaz nedeniyle izni kısım kısım kullanıyorum. Bir önceki hafta sonu erişim şansım vardı, ama klavye uymadı; bu hafta başı ise üç günlüğüne yoktum, son yanıtları pazar itibarıyla girip kısa bir ara daha verdim. Dolayısıyla özellikle vurgulamak isterim ki “mistik adam, takılmıyor” şeklinde bir durum yok. Bazı noktalarda ise daha özel açıklama gerekiyor: (89-92) Yaşamın, okuyup öğrendiklerimden çıkarttığım, bazı genel işleyiş prensipleri var. Hatırlatayım, okuduklarımın bütünü bilimsel makaledir, Wikipedia gibi kaynaklara mutlaka baksam da (bazen oku oku anlaşılamayacak genellemeleri bir cümleyle aktarabiliyor), diğerlerinin bütünü bildiğimiz ISI kapsamında dergilerdir. +++
14-08-2015 14:28 (111)
+++ “Enerji” ile kastettiğim Doğu tıbbının enerji tanımlaması değildir, ne var ki “enerjinin yoğunlaştırılması diye bir kavram da var, bunu serbest enerjinin moleküle aktarılması olarak tanımlayabiliriz (AMP-ATP gibi). Beri yandan bunun bir yoğunlaştırma mantığı da var (amino asit sentezinden, doku sentezine kadar, bütün sistemi kapsayan bir enerji bilançosu), kastettiğim budur. Enerjinin daha yoğun tutulduğu akral bölgelerin iyileşmesi bu nedenle çok daha yavaş olur, zira doku reorganizasyonun da bir bilançosu vardır. İşte bu yoğunlaştırma mantığıyla atın yüzlerce kilogram mertebesindeki ağırlığı dört ince bilek üzerine taşınabilir. +++
14-08-2015 14:29 (112)
+++ Çomak parmak diye öğretildi, ama baget parmak şekil olarak daha uygun görünüyor, trampet çomağının ucuna bezer bir genişlemeden söz ediyoruz. Bu elbette mekanizma olarak PDGF ya da AV şant ile açıklanabilir, ama olmasının nedeni hiperkapnidir. Bu akral genişlemenin mekanizması bir yere kadar adı geçen faktörlerle açıklanabilir, ama benim irdelediğim ”neden hiperkapniye doku büyümesi reaksiyonu oluyor” sorusudur. Aynı şey yumurta içindeki civcivin koşulları için de geçerlidir, oksijen düşüklüğü büyümeyi uyarır (eritropoietin salgısı gibi). “Oksijen yok, ama doku büyüyor” kendi içinde bir paradokstur, o yüzden söz konusu değişiklikler “sera etkisi” olarak da irdelenebilir.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210297
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.