Dr. Dizdar her türlü gıda ile ilgili bilim dışı iddialara dayalı felaket senaryoları yaratarak ününe ün katmaya ve medyada yıldızlaşmaya devam ediyor. Beyaz et konusunda yazdıklarını da bu kapsamda değerlendiriyorum. Dr. Dizdar’ın “olsa olsa böyle olur” şeklindeki bilimden uzak yaklaşımlarına karşı Dr. Ali Rıza Üçer’in yazdığı bilim odaklı cevaba yürekten katılıyorum ve kendisini kutluyorum. Bilim dışı iddialara karşı sessiz kalmanın sonuçları gıda ile sınırlı kalmaz. Sonunda toplumda hurafeler bilimden daha çok itibar kazanır. Somut bir örneği, tıp alanından verelim. Yıllardır otla çöple ve uydurduğu kürlerle her türlü hastalığı tedavi ettiğini iddia eden ve aynı Yavuz Dizdar arkadaşımız gibi medyanın göz bebeği olan İbrahim Saraçoğlu, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı gibi çok yüksek bir kamu görevine (sağlıkla ilgili) atandı. Burada söz konusu olan hastanın tedavi tercihi değil, hurafelerin üst düzey kamu görevliliği ile ilişkilendirilerek meşrulaştırılmasıdır. Bu uygulamaya, ne yıllardır kanıta dayalı tıp öğretisini benimsetmeye çalışan tıp fakültelerinden ne de sağlık profesyonellerinin meslek örgütlerinden tek bir ses dahi çıkmadı. Böyle bir ortamda, Dr. Üçer’in yıllardır akıl dışı, bilim dışı uygulamalara karşı sergilediği yürekli duruşunu saygı ile izliyorum.
Bilime aykırı iddialar her konuda olabilir. Ancak gıdanın bu konuda çok özel bir yeri vardır. İlk olarak, gıda-sağlık ilişkisi toplumdaki her bireyi çok yakından ilgilendirmektedir. İkincisi, gıdalar tarladan/çiftlikten çatala kadar olan süreçte binlerce risk etkeni ile karşılaşabilir. Bu risklerin bilime dayalı regülasyonlarla yönetilmesi ölçüsünde de insan sağlığı korunabilir. Gıdalardaki risklerin yönetilmesine esas teşkil eden regülasyonlar uluslararası işbirliği ile oluşturulur. Bu regülasyonların arkasında on binlerce araştırma ve bu araştırmaları yapan on binlerce bilim insanı ve bunların kurumları bulunur.
Dizdar arkadaşımızın, kolay anlaşılabilmesi için hazırladığım “Dünya Gıda Güvenliği Ağı” şemasını incelemesini öneririm. (Yazı resmi.. editör notu)
Şemayı biraz açalım. Solda Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Gıda Tarım Örgütü’nün ortak kuruluşu olan “Kodeks Alimentarius” yer alıyor. Bu örgüt Yavuz Dizdar’ın bugüne kadar gündeme getirdiği her gıdadaki insan sağlığını koruma odaklı standartları belirliyor. Ortada yer alan “ Avrupa Birliği Gıda Otoritesi-EFSA”, AB’de gıdanın bilim odaklı yönetilme aracı işlevini yükleniyor. Buna ek olarak her Avrupa ülkesinin de ulusal gıda otoritesi var. Örneğin İngiltere’de “ FoodStandardsAgency” , Fransa’da “ANSES” gibi. Şemanın sağında diğer ülkelerdeki gıda otoritelerinden örnekler var. ABD’de FDA gibi çok güçlü gıda otoriteleri de bu sistemin içindedir. Bu uluslararası gıda güvenliği ağı tamamen birbiri ile etkileşim halinde. Diğer bir deyişle insan sağlığına zararı kanıtlanan bir uygulamanın bu sistem içinde kalması mümkün değildir. Böyle uluslararası bir ağa gereksinim duyulmasının nedeni de gıdaların sınır tanımayan ürünler olması, bir ülkede üretilen bir gıdanın diğer ülkelerde de tüketilmesidir.
Yavuz Dizdar arkadaşımızın gündeme getirdiği ve tartıştığımız gıda ile ilgili felaket senaryolarında bütün bu sistemin göremediği ancak Dizdar arkadaşımızın farkına vardığı bir durum söz konusu. Biraz garip değil mi? Dizdar arkadaşımızın, benzerlerinin sıkça yaptığı gibi, bu kurumların satıldıkları ve bilimi saptırdıkları gibi soyut ifadelerle görüşlerini savunacağını tahmin ediyorum. İnanmak isteyen inanır. Demek ki bütün dünya bilimi ile kurumları ile bir oldu, hepimizi kandırıyor. Bir tek Dizdar her konudaki uzmanlığı ile gerçekleri görüp “yemezler” diye feryat ediyor.
Gıdalar ile uluslararası regülasyonlar bilim odaklı şeffaf süreçlerde hazırlanır. Her noktada da eğer aykırı görüş var ise bunların da ifade edilebileceği platformalar yaratılır. Örneğin EFSA’da bu amaçla oluşturulan platformun “link” üyeleri arasında “EuropeanPublicHealthAlliance” , “Greenpeace”, “Friends of the Earth” ve Avrupa ülkelerinin tüketici derneklerinin federasyonu olan “TheEuropean Consumer Organisation” gibi güçlü sivil toplum örgütleri de vardır. Sayın Yavuz Dizdar kimselerde bulunmayan bilimsel alt yapısı ile ortaya çıkardığı gerçekleri bu sivil toplum örgütleri vasıtası ile uluslararası gıda otoritelerinin gündemine sokabilir. Ancak yine de dikkatli olmasını öneririm. Bu sivil toplum örgütleri aktivist ünlerinin yanı sıra ciddi örgütlerdir. Kapıları bilim dışı ipe sapa gelmez iddialara kapalıdır. Arkadaşımızın ciddi hazırlık yapması gerekir. Dizdar arkadaşımız böyle zahmetli yollara girip tüm dünya insanlarına hizmet sunacağına! kendince daha rasyonel bir yolu tercih etmiş görünüyor. Nasıl olsa her şeye inanmaya hazır bir toplumda yaşıyoruz “link”. Gıdalar kendi alanlarındaki başarıları ile adlarını duyuramayan akademisyenler için hiç bir risk taşımadan sanal ün kazanılacak serbest atış alanı. Gıdanın koruyanı yok. Bilim temelli meslek örgütlerinin bilim dışı iddialarla toplumu yanıltan üyelerine karşı etik kuralları mevcut değil. Toplumun işin doğrusunu öğreneceği, bilime dayalı açıklamalar yaparak anında reaksiyon veren üniversiteler de dahil, bir kamu kuruluşu da yoktur. O halde aklına geleni söyle, kazandığın ün yanına kar kalır.
Riskin “istemeyen sonuçların gerçekleme olasılığı olan” tanımını dikkate aldığımızda, her gün her alanda binlerce risk ile karşı karşıya olduğumuz kolaylıkla anlaşılabilir. Yaşamda sıfır risk yoktur. Sağlıklı ve uzun bir yaşam gerçekleşmemiş risklerden arta kalandır. Her alanda risklerin yönetilmesinde önceliklerin tespiti yaşamsal önem taşır. Uydurma iddialarla toplumun dikkatinin gerçek riskler yerine suni risklere yönlendirilmesi toplum sağlığına zarar verir.
Gerçek gıda riskleri nelerdir. Bu konuda Dünya Sağlık Örgütü’nün “FoodSafety” sayfası incelenebilir“link” özet bir bilgi istenirse “link”. Görüldüğü gibi Dünya’da Dizdar arkadaşımız kadar uzmanlıkları olmasa da gıda güvenliği konusunda başka çalışanlar da var.
Bu noktada yediğimiz, içtiğimiz her şey de güvenli diyemeyiz. Eğer gıda güvenliğinde farkındalığı arttırarak toplum sağlığına katkıda bulunmak istiyorsak aşağıdaki soruların cevapları, sonuç almak için bir anlam ifade eder. İlk üç soruya cevap evet ise, bilimin, yaşamda sıfır risk yoktur noktasından hareketle “kabul edilebilir risk” olarak tanımladığı gıda riskleri ile karşı karşıyayız. Son sorunun cevabını bilmiyorsak veya cevap hayır ise rastgele, kuralsız yapılan gıda üretimi ve sunumunun yol açacağı sağlık kaybının boyutunu bilmemiz mümkün değildir.
Tartışılan gıdanın üretilmesi ve taşıdığı riskin yönetilebilmesi için insan sağlığını korunması ve gıdadan maksimum sağlık yararının sağlanması odaklı bilime dayalı uluslararası regülasyonlar var mı?
Bu regülasyonların tam uygulanması durumunda insan sağlığının korunduğu konusunda dünyada gıda ve sağlık otoriteleri, üst düzey bilim ve sağlık kuruluşları arasında bir görüş birliği arasında var mı?
Bu regülasyonlar Türkiye’de mevcut mu?
Tam olarak uygulanıyor mu?
Bilimsel verileri yok sayarak sorumsuzca toplumu yönlendirmeye çalışmak, yalnız gıda alanında değil, her alanda ülkenin geleceğine yapılan kötülüktür. Her türlü zorluk yenilerek, dünya standardında üretilen, gelişmiş ülkeler dahil, bir çok ülkede pazar payı bulan ürünlere uydurma suçlamalarda bulunanlara karşı durmak ülkedeki her bilim kuruluşunun, her meslek örgütünün, her bilim insanının sorumluluğu olmalıdır.
Yukarıdaki açıklamaların ışığında tavuk eti üretimi ile ilgili birkaç gerçeğin altını çizelim.
*Tavuk üretimi dünyada nasıl yapılıyorsa, Türkiye’de aynı şekilde yapılıyor. Yani Alman, İngiliz,Japon , Amerikalı vs hangi tavuk etini yiyorsa biz de aynısını yiyoruz.
*2014 yılında 431 000 ton tavuk eti 20 den fazla ülkeye ihraç edilmiş karşılığında 700 milyon dolar gelir elde edilmiştir. Yılda 400 milyon dolar civarında gelir de Yumurta ihracatından sağlanmaktadır. Kısacası üretim dünya standartlarında olduğu için yurt dışında pazar bulabilmektedir.
* Üretimin tamama yakını ulusal şirketler tarafından yapılmaktadır. Genelde küçük aile işletmeleri büyüyerek bugünkü, halini almıştır.
Şimdi sormak gerekir. Yavuz Dizdar, asılsız iddialarla insanlarımızı ucuz protein kaynağından uzaklaştırarak ve dünya standartlarında üretim yapan ulusal bir endüstrimizi her ortamda yıpratmaya çalışarak neyi amaçlamaktadır. Konuyu tartışmaya açan “insanbu.com web sitesinin” yazım alanının kısıtlı olduğunu düşünerek. Yazıyı burada sonlandırıyorum. Dizdar arkadaşımızın yukarıda kendine yönelttiğim soruya verdiği cevaptan sonra, yazıya devam etmeyi düşünüyorum.
Saygılarımla
Prof. Dr. Ali Esat Karakaya