Azizm Sanat Örgütü’nün set ölümleriyle ilgili bildirisini yayımlıyoruz:
Sektörleşememiş dizi-reklam-sinema pazarında 11 Eylül’de bir
can kaybı daha gerçekleşti. Star kanalında yayınlanan "Kaçak
Gelinler" adlı dizinin setinde çalışan Engin Küçüktopuz, üç günde
45 saatlik bir çalışma neticesinde geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını
kaybetti. Meslektaşımız Engin’i saygıyla anarken aynı dizinin setinde birkaç
gün önce stok karakter olarak çalışan bir emekçiye de yine set ekibinden
birilerinin cinsel saldırıda bulunduğunu hatırlatalım.
Aynı sette arka arkaya meydana gelen bu korkunç olaylar, set çalışanlarının
olumsuz koşullarını bir kez daha gündeme getirdi. Yıllardır değişmeyen,
düzelmeyen aksine kötüleşen bu koşullar, ayda iki-üç gün “uyku izni” dışında
haftanın her günü ve günde ortalama 15 saat ve üstü çalışmayı gerektiriyor. Sigorta
konusunun muğlaklığı ve kazanılan ücretin düşüklüğü ise durumun ciddiyetini
arttırıyor. Vahşi kapitalizmin en ilkeliyle başa çıkılmaya çalışılan bir
sahanın, sadece ölümler gerçekleştiğinde konuşulması kendisine solcu diyen her
örgütün özeleştiri yapmasını gerektirmektedir. Görünüşe göre anlı şanlı
kitlesel örgütlerimiz bunu yapmayacak öyleyse biz, bir kez daha çapımızı
aşarak, iki yıl öncesine kadar sürekli gündemde tutmaya çalıştığımız söz konusu
meseleyi uzunca bir süre sonra ancak bir ölümle hatırladığımız için özür
dileyerek konuya giriş yapalım. Bu konuda sessizleşmemizde hiç şüphesiz hamle
yapabilecek nüfuza sahip olanların hiçbir şey yapmaması yatıyor.
Yine görülüyor ki bu vahim olay sonrasında da “hesabı sorulacak”tan öteye
geçmeyen, tek bir somut yöntem içermeyen tepkilerden fazlası gelmeyecek. Fakat
bu konuda birileri mutlaka bir şeyler yapmalı, peki ne yapmalı?
Uzun çalışma sürelerinin asıl sebebi olarak dizi sürelerinin uzunluğundan söz
ediliyor. Doğru olmakla birlikte ciddi bir eksiklik barındırıyor, çünkü reklam
ve sinema filmleri pek de uzun olmadıkları halde emekçileri neredeyse aynı
çalışma koşullarına mecbur bırakıyor. Sorun söz konusu pazarın bütününde
gerçekleşiyor. Sanki bu çalışma koşulları olmadan bu işlerin gerçekleşemeyeceği
kanıksanmış durumda. Öyle ki söz konusu vaziyete saha içerisinde olup da sesini
yükseltenlerin sayısı gerçekten çok az. İş kaybetme korkusu bir yana emeğinin
bilincinde olmama sorunu daha büyük bir engel teşkil ediyor. Bunu örgütleyecek
bir sendika yapısı ise mevcut değil. Yakın gelecekte bu sahada güçlü bir
sendikal mücadele yaşanacak gibi gözükmüyor. Seslerini çıkar-a-madıkları için
boş vermek gibi bir tutum sergilenemeyeceğine ve emek düşmanı iktidardan sorun
ile ilgili çözüm beklenemeyeceğine göre çare başka odaklarda aranmalı.
Bu arayış neticesinde kimi anlı şanlı ve duyarlı(!) ünlüler, sorumluların
seyirciler olduğunu, uzun dizileri onların tercih ettiğini ve kapama tuşuna
basıp aygıtlarını kapattıklarında sorunun hallolacağını söyleyebiliyorlar. Bu
ve benzeri akıl dışı yorumları yapanların solcu örgütlerce sahiplenilmesinin
rezaletinden daha önemlisi halkın hatırı sayılır bir kesiminin TV’den
uzaklaşmış, dizilerin uzatılmak adına ne kadar ciddiyetsizleşip
kalitesizleştiğini görebilmesidir. Halkta ağır adımlarla da olsa yaşanan bu
aydınlanma, bilinçli bir örgütlenmeyle doğacak eylemlere desteğini mutlaka
verecektir.
Bundan birkaç yıl önce “yerli dizi, yersiz uzun” çağrısıyla eyleme geçen ve
aralarında hatırı sayılır ünlü oyuncuların yer aldığı kitle, bir süre boyunca
medyada yer bulmuş fakat en ufak bir kazanım elde edemeden buharlaşmıştı. O
dönem yaptığımız çağrılarda, iletişime geçtiğimiz kanallarda işin varacağı
noktayı belirtmiş, sonuç alınmak isteniyorsa setlerin başroller tarafından terk
edilmesi gerektiğini söylemiştik. Ekonomi politiği olarak sürekli
hırpaladığımız ABD’de yazarların grevleri neticesinde sektörün durma noktasına
geldiği, Altın Küre Ödülleri’nin iptal edildiği, Oscar’ların ise eylemin sonuç
vermesi neticesinde gerçekleşebildiği somut örneğin hemen akabinde ülkemizin
“star”larının hiçbir ciddi tavır ortaya koyamaması, set emekçileri için büyük
bir yenilgiydi. Bu isimler arasında toplum nezdinde halkçı, toplumcu, duyarlı
ve hatta solcu olarak algılananların olması ise can sıkıcı.
Emeklerinden değil fakat ünlerinden, nüfuzlarından ve dizilerin vitrini
olmalarından doğan güçlerini kullanmayıp bir de üstüne sosyal sorumluluk ve
farkındalık adına söylemler geliştirerek puan toplayan sanatçıları rahatsız
etmek, ilk etapta yapılması gereken hamlelerden biridir. Onları
duyarlılıklarının karşılığını somutlaştırmaya zorlamalı, yapmadıkları takdirde
toplumun ilerici kesimlerinde edindikleri meşruiyeti sorgulatmalıyız. Akıl
almaz bir hazinenin akışıyla meydana gelen dizi-reklam-sinema pazarının albenisine
kapılan isimlere her fırsatta sorular yöneltmeliyiz. Daha da önemlisi, söz
konusu aşamalardan sonra hala elde kalabilen isimler var ise onların sayıları
az olan muhalif medyada çalışabilecekleri, üretebilecekleri sahalar açabilmeli
bunun için kolektif bir dayanışma meydana getirmeliyiz. Söz konusu durumun
sadece dizilerde değil sinemada da olduğu, en piyasacısından Nuri Bilge Ceylan’a
kadar herkesin memnuniyetini dile getirdiği bu düzenin cephelerinde en azından
gedikler açmalı, emekçileri cesaretlendirecek ve örgütlü bir mücadeleye
yöneltebilecek somut kazanımları gerçekleştirmeliyiz. Bu uğurda
samimiyetsizlik, ürkeklik ve tutarsızlık yapanları deklare etmeli, emek
hırsızlığını ve sömürüsünü afişe etmekten korkmamalıyız. Bu yolda sırf söylem
bazında muhalif diye göklere çıkarttıklarımızın iş seçimlerinden, eylemlerinden
ötürü bizlere ve en çok da set emekçilerine karşı sorumlu olduklarını sıklıkla
hatırlatmalıyız.
Bu çağrı kişilerden önce sol örgütlerimizedir. Parıltısından ötürü vahşiliği
görmezden gelinen bu pazarı sadece ölümlerde hatırlayıp hesabının sorulacağını
yinelemek kandırmacadan başka bir şey değildir. Sekiz saati aşmayacak bir iş
düzeni, dizi-reklam-sinema sahası için imkânsız değildir. Hatta böylesine göz
önündeki bir çalışma hayatında gerçekleşecek kazanımların diğer sektörleri
etkilemesi mümkündür. Azizm olarak bizler bu mücadelede elimizden gelen katkıyı
sağlamaya hazır olduğumuzu bildiririz,
Azizm Sanat Örgütü