Ortodoks Marksizmin sanatsal direnişi / Kemal Okuyan’ın düşündürdükleri

Kemal Okuyan’ın “Direnişin sanatı, devrimin sanatı...” adlı bir yazısını okudum SoL Portal’da. Heyecanla, “sanırım TKP sanat konusunda kıpırdanmaya başladı, günceli yakalamaya karar verdi” diye okumaya başlamıştım ki, yazının ortalarında hevesim kursağımda kaldı. Özetle, Haziran (Gezi) Direnişi sürecinde sergilenen sanatsal potansiyeli, protesto heyecanını önemsediğini; ancak bunun yetersiz olduğunu belirtiyor yazar:

Her şey hazırdı sanki. Barikatlardan yükselen nameler, duvarlara sığmayan dizeler yeni sanatı müjdeliyordu adeta… Oldu mu? Olmadı! Çünkü, çürümeye ve çürüğe, zorbalığa ve zorbaya karşı olmak, yeni hayat için yeterli değildi. Yeni hayata tutunmayınca, sanat istendiği ölçüde özgürleşemiyordu. İşin aslı, sanat, kendi haline bırakıldığında ya da kendisi ile baş başa kaldığında hiç özgür olamadı, olamaz da. Protesto, çıkış için yeterli değil. Nihayetinde bağ, eskiyle kuruluyor. Düşünsenize, ne kadar yaratıcı olursanız olun, Tayyip’e duyulan öfkeden gelişkin sanat çıkmaz. Mücadele güzelleştirir evet ama onun doğrultusu da önemli. Derinlik ve yaratıcı cesaret için devrimci bir perspektif şart.”

Kemal Okuyan bir sanatçı mı, yoksa sanat eleştirmeni ya da sanat tarihçisi mi? Siyasal kimliğinin yanı sıra, belki o özellikleri de vardır, ama ben bilmiyorumdur.  İyi niyetli olduğundan hiç şüphem yok; ama gördük ki, iyi niyet yetmiyor, bilgi şart.  İnsan sanatın özerk dünyasından, kendi iç dinamiklerinden birazcık haberdar olmalı.

“Protesto, çıkış için yeterli değil. Nihayetinde bağ, eskiyle kuruluyor” derken, ne demek istiyor, tam anlayamadım. ‘Çıkış’ derken, bu düzenden çıkışı, kurtuluşu mu kastediyor, yoksa, sanatçı yaratımının başlangıç noktasını, yani, onu tetikleyen şeyi, ilham kaynağını mı? Bu düzenden çıkışı kastediyorsa, bence protesto önemli bir başlangıçtır (yetmez ama evet!). Öte yandan, sanatçıya ilham kaynağı olarak da önemli bir başlangıçtır protesto. Tıpkı ilham kaynakları gibi, çıkış da sürprizlerle doludur (pratik öyle bir şeydir ki, “devrim, sanayinin en gelişkin olduğu ülkede patlak verecektir” şeklindeki teoriyi gözden geçirtir ve “devrim, emperyalist zincirin en zayıf halkasında patlak vermiştir” şeklinde sözler söyletir insana).

Okuyan’ın, “Nihayetinde bağ, eskiyle kuruluyor. Düşünsenize, ne kadar yaratıcı olursanız olun, Tayyip’e duyulan öfkeden gelişkin sanat çıkmaz” saptamasıysa, Marx’ın Balzac hakkındaki düşüncelerini getirdi aklıma. Bilen bilir, Balzac siyasal anlamda gericiydi, çünkü eski düzeni özlüyordu. Bir aristokrat olduğundan, burjuva devrimine karşı çıkmış; bu yüzden, burjuvazinin iç çelişkilerini, kabalık ve düzenbazlıklarını açığa çıkaran yazılar, romanlar kaleme almıştı. Burjuvazinin önerdiği eşitlik, saçma bir düştü ve dünyanın hiçbir yerinde hiçbir zamanında gerçekleşmemişti Balzac’ın gözünde. Yani, ‘siyasal gericilik’ ile sanatsal ‘ilericiliğin’ buluştuğu bir şahsiyetti o. Balzac görüşlerini inşa ederken, düşünce, ideoloji ve ekonomik yaşam arasındaki karmaşık ilişkiye dikkat etmişti. Özetle, roman ve eleştirilerinde “bir düşüncenin ideolojik olma özelliğini, Marx’tan önce, Marx’ın da kabul edeceği bir biçimde” bulgulayan biriydi Balzac (Bkz: Arnold Hauser, Sanatın Toplumsal Tarihi).  Tabii, bu arada da edebiyat alanında yepyeni bir tarz, bir ‘sanatsal çıkış’ yaratmıştı.

Gezi sanatçıları da benzer davranmadılar mı? Nihayetinde, Balzac kendi koşullarında ne yapmışsa, Gezi sanatçıları da onu yapmıştır. Balzac da Gezi sanatçıları da kendi zamanlarının güncel sanatçılarıdır. Olup bitene, yaratıcı bir tepki vermişlerdir. Daha ne yapsınlar, anlamadım! Üstelik, bizimkiler siyasal anlamda gerici falan değildir. Ayrıca, Gezi’nin sanatsal potansiyeli bir doruktur, bu şimdiden apaçık bir gerçekliktir. Bunu, her şeyden önce, ‘piyasa sanatı’na karşı olanlar görmelidir.

Direnişin yarattığı imgeler ve eylem biçimleri, Picasso’yu, Duchamp’ı, ama özellikle de Beuys'un 'genişletilmiş sanat' kavramını ve Abramoviç’in kadın bedenine dikkat çeken gösterilerini ve ilgili kavramları yeniden düşünmemizi sağladı. Beuys’a göre, genişletilmiş sanat; bir yandan yaşam-siyaset-sanat arasına çekilen, sanat için sanat odaklı pürist/modernist sınırın ihlal edilmesi, ortadan kaldırılması; diğer yandan da parti diktatörlüğünün (lider sultasının) aşılması demekti. Çağdaş gösteri sanatlarının başarıya ulaşabilmesinin yolu, dar çevreden taşarak geniş kitlelere ulaşmasından geçiyordu. Duchamp ve Beuys’un iddiaları, her mekânın sanat ortamı, her nesnenin sanat yapıtı ve her insanın sanatçı olabilme potansiyeli taşıdığına ilişkindi. Gezi Direnişinin isimsiz kahramanları bunu kanıtlamakla kalmadılar; steril ve yapay ortamlarda sanat niyetiyle gerçekleştirilen önceki örnekleri aştılar – bizzat yaşamın içinde, yapmacıksız, doğaçlama bir şekilde yarattılar imgelerini.

Okuyan’ın söz ettiği, Lunaçarskiy ve 1917 Ekim Devrimi’nden sonra kurulan işçi iktidarının sanat anlayışına gelirsek: Bir doruktan söz ediyor. Güya bir doruk yaratılmış. Diğer alanlardaki bilgim sınırlı; ama resim ve heykel konusunda, bir ‘negatif doruk’tan, yıkımdan söz edilebilir olsa olsa. SSCB’de de tıpkı Hitler Almanyası’nda olduğu gibi, modern sanat ve sanatçılar aşağılanmış; “soysuz (dejenere) sanat” adı altında sergilenmişti; unutanlar anımsasınlar, bilmeyenler bir zahmet araştırsınlar.

Marksistlerin çoğu 1930’lardan 70’lere hatta 80’lere kadar, özetle, “gerçekçilik ile modernizm (modern/soyut sanat) karşıt kamplardadır. Bunları yan yana getirmeye çalışmak zararlıdır, gericiliktir. Modernizm insanlık dışıdır, seçkincidir” demiştir. Avner Ziss’in ve Moissej Kagan’ın Estetik kitapları bu görüş üzerine inşa edilmiştir örneğin. Tarihsel ve diyalektik materyalizmden hareketle formülleştirilen toplumcu gerçekçilik adına, genel hatlarıyla SBKP ve Jdanov tarafından hazırlanmış ve yönlendirilmiştir bu görüş. Bu yüzden, modern sanatın SSCB’deki ağır topları ya sanatı bırakmış ya da ülkelerini terk etmişti.

Okuyan’ın “İşin aslı, sanat, kendi haline bırakıldığında ya da kendisi ile baş başa kaldığında hiç özgür olamadı, olamaz da” şeklindeki sözleri, yukarıda özetlemeye çalıştığımız geleneğin günümüzdeki yansıması niteliğinde.  Partinin önderliğinde, sanatı boğma içgüdüsünü aynen muhafaza ettiğini görmek hem üzücü hem şaşırtıcı. İnsan kendi tarihinden, yapılan hatalardan biraz ders alır; nerede ne hata yaptık, şimdi nasıl davranmalıyız falan der… Ama görüyoruz ki, kendilerinden çok eminler! Bravo, tam bir bilimsel yaklaşım! 

Bunlar adamı bu devirde modernist yapar!

Şimdi bu çevredekilerin keskin birer modernist olduklarını görüyoruz. Günaydın; atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti!

Diyelim ki modernistsiniz; bari öyle davranın (modernizmin baş sloganı “sanat sanat içindir”i anımsayın); Parti’nin görüşlerini sanatçılara dayatmaya; sanatın doğrultusunu belirlemeye falan kalkmayın lütfen.

Daha önce farklı vesilelerle yazdıklarımı harmanlayarak özetliyorum:

Sanat özü itibariyle anarşisttir. Gerçek sanatçı otorite ve gelenekleri eleştirmekten, yaramazlık yapmaktan, hatta saldırmaktan çocukça bir keyif alır; eski köye yeni adet getirir. Bu, sanatın kendi ahlâkıdır, kendini var etme yoludur. Sanatın ahlâkı, bir çeşit anarşizmdir. Sanat tarihi defalarca göstermiştir ki, tıkanıklığı aşmanın, yaratıcılığın başlıca yolu, sanatsal anarşizmden geçmektedir.

Birey olarak ben neredeyim? Büyük resme yukarıdan baktığımda, gördüğüm şu: Postmodern bir sanatçıyım (çünkü postmodern araçları ve temsil biçimlerini kullanıyorum); ama zihnimin kıvrımlarında bazı temel modernist ilkeler, genler taşıyorum – tıpkı bir çocuğun, istese de istemese de, atalarının genlerini taşıması gibi.

Bu genler ‘yenilik’ ve ‘sanatsal özerklik’ genleridir. İktidarın adı ister (solcu, sağcı, dinci, laik, ırkçı, etnik) ‘Parti’, ister ‘Kilise’, ‘Cami’, ‘Cemevi’, isterse ‘Toplum’ olsun; eğer sanatın yaşamasını ve serpilmesini istiyorlarsa, bunlar kendi kurallarını sanata dayatmaktan vazgeçmelidir. Çünkü sanatın kendi ahlâkı, huyu vardır. Onun ahlâkı, özgürlüktür. Ondan uzaklaşmak, sanat için öldürücüdür. Tecrübeyle sabit!

Mehmet Yılmaz

Facebook
yorumlar ... ( 60 )
03-02-2014
03-02-2014 17:50 (1)
çarın çöküş dönemindeki sanattta edebiyatta sovyet dönemindeki sanattan iyidir. başkaldırının olduğu dönemdeki sanat daha iyidir.
04-02-2014 08:54 (2)
Sanatı kendi tekelinde zannedenlerin eleştiriyi eleştirmesini izlemek bana eğlenceli gelmiştir. KO'nun eleştirisi bir yere oturuyor. Balzac örneği ise hiç bi yere oturmuyor. Birileri sanatı anarşist olarak tanımlamak isteyebilir ve anarşist sanat arayışında olabilir. Birileri de erkin aracı olarak görebilir. Kilisenin ya da soyluların ismarladigi resimlerde de muziklerde de sanat olmadığını mı iddia edeceğiz? Bilincin ve toplumsal bilinç dışının mükemmel uyumudur sanatı güzel ve anlamlı yapan. T. Yerli
04-02-2014 08:56 (3)
offf, türkiye solu sanat konusunda çok cahil. öyle böyle değil. millete ahkam keserek "bilmiyorsanız öğrenin" falan dediği şeylerin batı sanat tarihi yazımının efsaneleri olduğunun farkında bile değil yazar. neymiş, sovyet avangard sanatı "sosyalist gerçekçilik" tarafından bastırılmış, ezilmiş… hiçbir şeyin farkında değilsiniz. christina lodder, üstelik solcu da değil yalnızca dürüst bir abd'li olarak bu efsaneyi daha 80'lerde yerle bir etti. siz sovyet sanatına dair bilgisi camilla grey zamanında kalmışların ezberleriyle konuşun daha. biri boris groys okutsa aklınız yerinizden çıkacak.(devam
04-02-2014 08:56 (4)
(öncekinden devam) yazar gelsin hele de "modern sanatın SSCB’deki ağır topları ya sanatı bırakmış ya da ülkelerini terk etmişti" dediği isimleri bir versin bakalım… veya lodder'in kitaplarını açsın, tam listeden tek tek baksın avangard sanatçıların sonraki kariyerlerine. soğuk savaş uydurması kitaplarda yazmaz, onlara kalsa ya asıldılar ya kesildir (ki, gerçekte, klutsis dışında sovyetlerde kalanlardan tekinin burnu bile kanamadı, klutsis vakası da çok şaibeli ve kendisi ateşli bir parti militanıydı)
04-02-2014 08:57 (5)
(devam) peki neye yol açıyor bu cehalet? burjuvazinin sanat alanında asırlardır alameti farikası olan "sanatın özerkliği" zırvasının süslenip püslenip önümüze konmasına… bir de bu tavrı "ilerici, devrimci" falan zannetmezler mi! bu sitede sık sık (haklı olarak) "vay efendim elif şafak, hasan ali toptaş öven solcu mu olurmuş" diyen arkadaşlar, asıl bu yazıdakilere baksın… beuys'un yaptığı yaşam-sanat-siyaset sınır ihlalini sovyet sanatı daha 1920'de bitirmişti… bugün gerçek sınır ihlali, sanatın özerkliği zırvasını kenara atıp sanatla siyaseti bütünleştirmektir. burjuvazinin gerçek sınır o!
04-02-2014 09:14 (6)
Sanat ve siyaseti yan yana getirip getirmeme kararı, şu ya da bu partiden önce, sanatçıya aittir. Siyasete uzak kalarak da, yakın durarak da büyük sanat yapmak mümkün. Örneğin, Picasso asıl devrimini 'Avignonlu Kızlar'la yapmıştı 1907'de. 'Guernica'nın dilini mümkün kılan yapıt odur. O tarihte Picasso siyasete oldukça mesafeli; 'sanat piyasası'da kendini var etme mücadelesi veren henüz 26 yaşında bir gençti. Sovyetler'deki 'modernler' meselesine gelince: Arkadaşlara, Tatlin, Kandinski, Gabo ve Maleviç gibi sanatçıları ve Parti'nin onlara bakışını araştırmalarını salık veririm. M. Yılmaz
04-02-2014 09:21 (7)
(Öncekinin devamı) Yaşam, siyaset ve sınır ihlali, resimde, gerçekçi sanatçılar Courbet ve Daumier'de, 19. yy'da mevcuttu zaten. Bunu İtalyan gelecekçileri (modernistleri) 1909'daki bildirileriyle daha ileri bir boyuta taşımıştır. Hitler ve Stalin kendi modern sanatçılarını aşağılamakla meşgulken; ilginçtir, Mussolini belli bir dereceye kadar desteklemiştir. Tarihi daha serinkanlı bir şekilde okursak, daha rahat tartışabiliriz belki. M. Y.
04-02-2014 09:22 (8)
Siyaseti sanata rehber etmeye çalışan arkadaşa bir soru: Önce cehalet sihirli sözcüğünü kullanarak tartışmadan galip ayrılacağını sanıyorsa yanılıyor (ön ek) Soru şu: Siyasi sosyalist önderliğin rehberliğine saygı duyduk hep birlikte diyelim: Sosyalist siyasi önderlik sanat konusunda gericileşmişse ne yapalım? Sovyetler Birliği deneyimi tam da budur. Gericileşmiş siyasi önderliğin despotluğu. Cumhuriyet gzt hep bunu yaptı. Evrensel örneği Türkiye'den. Birgün kısmen bunu yapıyor. SOL gazetesi aynı yolda. Sağcılaşmış sosyalist emirler çekilmez ama sanat konusunda hiç çekilmiyor.
04-02-2014 09:43 (9)
Beni Batı ağzıyla konuşmakla suçlayan arkadaşım, haklısın. Kavramları oradan aldık: Modernizm, postmodernizm, realizm, kübizm, fütürizm, soyut sanat vs... Bunları biz yaratmadık. Sanat öğrenciliğime adım atar atmaz, ilk okuduğum estetik kitapları marksist olanlardı. Özetle, "kahrolsun modernizm" diyorlardı. Henüz postmodernizm sözü yoktu ortalıkta. Zamanla, serinkanlı bir şekilde ne neymiş, nasılmış diye araştırmaya karar verdim. 20-30 yıllık bir sürecin ardından, kendi penceremden yazmaya çalıştım. Bkz. "Modernden Postmoderne Sanat", "Sanatın Günceli Güncelin Sanatı". Ütopya Yayınları. M.Y.
04-02-2014 12:57 (10)
çok çiğnenmiş konular bunlar: sanatçı politbüroya bağlı olsun, sanatını politbüto şekillendirsin. Politbüro Lenin gibi sanattan derinlemesine anlayan bir deha ise sorun yok. Ama politbüro Gorbaçovlardan, Angela Merkellerden (Merkel Doğu Alman Komünist parti yöneticilerindendir) oluşuyor ise ne yapacaksınız? Politbüronun ilericiliğinin garantisi nedir? Bugün sosyalist solun çoğu alt kolunun yönetiminin sanatsal anlayışı kesinlikle gerici-tutucu sanattır. Ne yapalım şimdi? Bana "ilerici bir politbüro" verin, hemen bağlanayım... cengiz kılıç
04-02-2014 13:26 (11)
Lenin ya da bir başka siyasi lider, tıp ya da uzay fiziği konusunda ne kadar bilirkişi olabilirse, sanat konusunda da aşağı yukarı o kadar bilirkişi olabilir. Tatlin'in "3. Enternasyonal Anıtı"nın uygulamasını engelleyen Lenin ve politbüroydu. İşin uzmanlarının akıllarını bir partinin aklına bağlamak da ne oluyor?! Bu arada, TKP'deki edebiyat, resim, heykel, sinema, video, gösteri sanatları konusundaki uzmanlar kimler? Merak ediyorum... M.Y.
04-02-2014 13:27 (12)
Sanatta, ilericilik/gericilik, sağcılık/solculuk meselelerini bir kenara koyarak, önce sanatın neliğini, iç dinamiklerini, temsil biçimlerinin başkalaşım mantığını, yeni araçların getirip götürdüklerini tartışmak mümkün değil mi? Onu içeriden tanıdıktan sonra, isteyen istediği amaç uğruna kullanabilir. Sanatçılar da öyle yapıyor zaten... M.Y.
04-02-2014 14:06 (13)
Lenin, “Özel mülkiyete dayalı bir toplumda, sanatçı piyasa için meta üretir; alıcı arar. Bizim devrimimiz, bu çok adi durumun baskısını sanatçının üstünden kaldırmıştır. Onun koruyucusu ve işvereni, Sovyet devletidir artık. Her sanatçı ve kendini sanatçı gören herkes, bir işe yarasın yaramasın, kendi idealine göre özgürce yaratma hakkını kendine kazanmıştır” demişti. Keşke, sonraki süreç bu sözlerini doğrulasaydı. Ama olmamış işte. keşkeler işe yaramıyor. Bari ders alalım. Bu arada, Küba ve çağdaş sanat konusunda bilgimin yok denecek kadar az olduğunu fark ettim. Bakmak farz olsun :) M.Y.
04-02-2014 14:06 (14)
Nerede okudum unuttum, Marx'ın, "şairler, sersem balıklar gibidir, serbestçe yüzmelerine izin verilmelidir" gibi bir sözünü anımsıyorum. Picasso da sanatçı ve yaratım süreci konusundaki bir soruya, "bir ağaç büyürken, büyüme kültürünü düşünmez" demişti. M.Y.
04-02-2014 14:11 (15)
Mehmet bey, siyasi liderin sanata karışmaması isteğiniz hiç gerçekçi değil. Uçan sineğe karışan siyasi erk sanata niye karışmasın. Herkes sanata karışırken siyasi erk niye karışmasın sonra? Bunu siz sanatçılara bile kabul ettiremezsiniz. Siyaset yapmam diyen sanatçılar bile siyasi erkin parçası olma yarışında, siz hangi dünyadasınız? Demek ki önlemek gereçekçi değilse, nasıl karışacağını, nasıl karıştığını konuşmak gerek. İşin kurallarını netleştirmek lazım.
04-02-2014 16:07 (16)
İsimsiz arkadaş, haklısınız, siyasal liderler hedefe doğru ilerlerken sanat ve sanatçıları da yanlarına almak; bu arada, çizgi dışına çıkanları da susturmak isterler. Sanatçıların büyük çoğunluğu da, sizin dediğiniz gibi, siyasal erke şu ya da bu şekilde yanaşmayı isterler. Burada, gerçek sanatçılar, mümkün mertebe sanatlarını sığlaşmadan korumak; bu ilişkiyi en az yarayla atlatmak isterler. Sanat konusunda, siyasilere laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan zor olabiliyor. Tam anlamıyla, iki ucu b.klu değnek. Sanatçılar, sanata en az kimler karışmışsa (ya da pohpohlamışsa) genelde o tarafa...
04-02-2014 16:08 (17)
(devam) ... bakarlar (istisnalar yok değil elbet). Canlıların doğası da budur zaten. Örnek vermek gerekirse, Picasso bir dayanak olabilir sanırım. 1930'lara kadar güncel siyasetten uzak durmayı tercih etmiş; dünya sanatının gidişatını değiştirecek asıl devrimini o süreçte gerçekleştirmiştir. Bildiğimiz siyasal yapıtları ve FKP'ye üye olması bundan sonradır. J. Berger'ın 'Picasso'nun Başarısı ve Başarısızlığı', onun macerasını çok güzel açıklıyor. Ben sanat siyasetten arındırılmalıdır falan demiyorum. Dediğim şu: Bırakın bunun biçim, biçem ve derecesine sanatçı karar versin. Eğer ben bir ...
04-02-2014 16:08 (18)
(devam)... anlamıyorsam, sanatçıyı suçlamak yerine kendime bakarım. Onu anlamaya çalışırım. Niçin benim istediğim (alıştığım) gibi değil de, bambaşka bir şekilde yapmış? Onun dilini anlamıyorsam, suç biraz da benimdir. Bu sanatın içsel, özerk dünyasıyla bağlantılı bir konudur. "Dil, kaçmanın olanaksız olduğu bir hapishanedir" demişti Nietzsche. Sanatçıların sürekli yeni biçemler (dil ve anlatım araçları, boya, baskı, fotoğraf, video, yerleştirme vs) denemesi işte bu yüzdendir. Picasso komünizmi değil, sanattaki tıkanıklığı aşmak için yaratmıştı kübizmi. Onu suçlamak ne derece doğru? M.Y.
04-02-2014 18:24 (19)
Angela Merkel Demokratik (DOĞU DEĞİL) Alman Komünist Partisi yöneticisi olmak bir yana üyesi/sempatizanı bile değildir. Sosyalizmin çözülmesinden sonra kurulan faşizan bir partiye (Demokratischer Aufbruch) üye olmuş, 1990'da kurulan GEÇİŞ hükumetinde görev almıştır. Lütfen kulaktan dolma "bilgilerle" okurları yanıltmayalım. Bana "ilerici bir politbüro" verin, hemen bağlanayım sözünüzün altına imzamı atıyorum ama bu sözü haklı çıkartmak için gerçek dışı örnekler vermeye gerek yok. AA
04-02-2014 18:31 (20)
Mehmet bey, gene ben, şu isimsiz. Cevabınız size tamamen katılmamakla beraber kendi adıma yeterlidir. Bir sorunuzada ben cevap vereyim. Bu sitedeki başka bir yazıdan öğrendim. TKP'de sanat sepet işlerin başında Selim İleri hayranı Ahmet Cemal varmış. Buda durumun ne olduğunu gösteriyor. T. Yerli'yede bir çift sözüm var o halde. Laflara değil yapılana bakacaksınız.
04-02-2014 19:20 (21)
Angela Merkel konusuna tam anlamıyla Fransız kaldım. Cahillik işte. Bu yüzden o tartışmaya katkım olamıyor maalesef... Konu, Gezi Direnişi'nin sanatsal potansiyelinden patlak vermişti. Bazı çevrelerde de Gezi'yi bir sanat olayına indirgeme çabası var. Bu, ona haksızlık olur. Gezi siyasal bir başkaldırıdır. Mevcut tüm siyasal parti ya da örgütlerin gözleri önünde, kendi kendini yaratan bir öznedir. Parti ve örgütler ona dahil olmuşlar, bu özneyi zenginleştirmişlerdir. Ve her yaratıcı/siyasal özne gibi, kendi imgelerini yaratmıştır. Sanat fakülte ve enstitülerinde tez konusu olmaya adaydır. MY
04-02-2014 22:15 (22)
Ne diyelim işiniz gücünüz rasgelsin.. Y. bodur...
04-02-2014 22:15 (23)
Angela Merkel'in Doğu Alman Komünist Partisi yöneticisi olduğu konusunda yazdığım yanlıştır, bu konuda AA'nın yazdığı doğrudur. Düzeltir özür dilerim. Öte yandan bu konudaki örnek onunla sınırlı değil. SSCB'nin yıkılması sonrası Türki cumhuriyetlerin başkanları örneğin Haydar Aliyev, Nazarbayev gibi birçok örnek vardır: eski komünist parti yöneticisi olup çözülme sonrası ülkelerinde kapitalizmi inşa eden. cengiz kılıç
04-02-2014 22:16 (24)
türkiyede şu an kendilerini "sosyalist olarak tanımlayan" çevrelerin sanatsal "polibüroları"nın anlayışlarından kesitler: 1) Aydınlıkkitap 2 hafta önce elif şafakta "gezi ruhu" buldu! 2)Birgün gazetesi perihan mağdenin kitabının ne müthiş olduğu yazıyordu. 3) bianet te perihan mağden öve öve bitirilmiyordu. 4) evrensel gazetesi orhan pamuk'u övüyordu. cumhuriyetkitabı saymıyorum bile: ahmet altan, elif şafak övücülüğü gırla... örnekler çok arttırılabilir. Şu an "politbüro"lar, gericiliğin ESAS kaynağıdır. Politbürolar önce kendileri ilericileşsin, gerisi kolay. adnan
05-02-2014 10:43 (25)
oturt politbüroya semih gümüşü, doğu perinçeki, ahmet cemali ece temelkuranı,sana sanat politikası belirlesinler! bunların anlamadıkları şey yok ki. sorsan hepsi sosyalist, sosyalistliği kimseye bırakmazlar. ama 3. sınıf gerici yazarları sırf politikada kendilerini destekliyor diye överler. elif şafak yarın tkp ye kayıt olsa, bildirilerine imza atsa onu bile övebilirler ne kadar ilerici olduğunu yazarlar. Politbürolar, başka alanlara girmeyelim, fakat sanatta gericiliğin ta kendisidir. H. Kozcu
05-02-2014 09:40 (26)
sanatta ilericilik/gericilik nedir? birilerine göre 'ilerici konu'ları ele almak mıdır ya da olumsuz koşulları eleştirmek midir; yoksa, sıradan bir konuyu o güne kadar görülmemiş, bambaşka bir tarzda ele almak, yeni bakış açıları yaratmak mıdır? İlk ikisini önemsiyorum; ancak aslolan yeni tarzlar, yeni yollar yaratmaktır bana göre. Sağcılık solculuk bir sonraki eşiktir. M.Y.
05-02-2014 12:06 (27)
Ahmet Cemal'in sanat sepet işlerinin başında olduğu falan yok. Yanlış bilgi üzerinden zart zurt atmayın.
05-02-2014 12:37 (28)
Yukarıda Selim İleri ve Ahmet Cemal'in adları geçiyor. Biz daha ödev hazırlamasını bile bilmezken, bu ustaların metinlerini, çevirilerini okuyorduk. Beğenirsiniz beğenmezsiniz, emeğe saygı duymak gerek. Ayrıca, buradaki tartışmalara vesile olan Kemal Okuyan'a da saygı duyuyorum. Ciddiye almasaydım, yukarıdaki metni yazmazdım. Kimseyle birebir aynı fikirde olmak zorunda değiliz. Bu bizim zenginliğimiz olsa gerek. M.Y.
05-02-2014 15:00 (29)
Beğenme beğenmeme , emeğe saygı ayrı mesele. Bu Selim İlerinin gerici olduğu gerçeğini değiştirmez. Aksi taktirde kimseye hiçbir eleştiri getirmeyelim. Bu mantıkla Elif Şafak da roman yazarken emek harcıyor, o zaman eleştirmeyelim mi? Özcan
05-02-2014 15:00 (30)
"Ahmet Cemal'in sanat sepet işlerinin başında olduğu falan yok. Yanlış bilgi üzerinden zart zurt atmayın." İşte, bu tümcede "politbüro"ların nasıl taraftarlar ya da izleyiciler üzerinde hüküm sürdüklerinin somut bir yansıması görülüyor. Son derece verimli olabilecek bir sanat-siyaset tartışmasına "zart zurt" melodileriyle ses veriyor. Sanat-siyaset ilişkisi, sanat-felsefe ilişkisi sanatçının baktığı yerle ilgilidir. Eğer devrimci sınıfın bulunduğu yerden bakıyorsa, estetik yaratımında bunun yansımaları olacaktır. Çoğu kere olduğu gibi küçük burjuvanın ufkundan bakmak, bize sanat ve (devam)
05-02-2014 15:01 (31)
(devam) sanatçı özgürlüğü gibi sunuluyor. Tekelci toplumda, sömürü ve çürümenin bu kadar yoğunlaştığı koşullarda emekçi sınıfın politikasını ve felsefesini eksen almayan bir sanat ve edebiyatın bir değeri olduğunu ve olacağını düşünmüyorum. Tarihten bugüne kalanlara baktığımızda da hepsinde temel toplumsal çatışmaların izdüşümlerini görebilirsiniz. Sanatın politik olmasını, belli bir örgütün politbürosuna bağımlı kılarsanız işin içinden çıkamazsınız. Ama ezilen, özgürleşme mücadelesi veren sınıfların, halkın politikasına bağlarsanız sorun daha berraklaşır sanırım. O zaman Türkiye edebiyatını
05-02-2014 15:02 (32)
çökerten liberalleri büyük yazar diye, dergilerinde, enstitülerinde baş köşeye oturtanları daha iyi görebiliriz. Toplumun temel sorunlarını önemsiz gösterip kendi öznel, küçük burjuva bunalımlarını insanlığın temel sorunu diye yutturanlara ve bunları saf saf okuyup hatim indirenlere hak ettikleri eleştirel tutumu göstermek görevlerimiz arasındadır. Ama hangi birine yetişebiliriz, bilmiyorum. Emekçiler için kitap yazan onlarca kişi dururken, tarafçı İletişim yayınlarının İhsan Oktay Anar'ının kitabını piyasaya verildiği hafta Sol Kitap'ta reklam etmek hangi sol ve devrimci politikayla bağdaşır.
05-02-2014 15:50 (33)
Az önce, tesadüf, Mezzo TV'de Rodrigo'nun Gitar Konçertosu'nu dinledim, seyrettim. Yahu arkadaşlar, inanın o an ne geçmişi ne geleceği, ne sınıf çelişkisini düşündüm; sadece o anı yaşadım. Adam bestelerken ne düşünmüştü, yapıt ne hakkında, onu da bilmiyorum doğrusu. Yapıt sanatçının insanlığa armağanıdır. Hangi niyetle meydana getirilirse getirilsin, iyi yapıt kendini kabul ettiriyor işte. Geriye de o kalıyor. Ürün işte orada duruyor. Kim sahip çıkarsa onundur. Piyasa meselesi karmaşık iş. Gelirini mecburen resimden sağlayan birine "satma" deme hakkımız var mı? Adamın mesleği o. M.Y.
05-02-2014 16:05 (34)
Sayın Mehmet Yılmaz, sizin Selim İleri hakkındaki yorumunuzu görünce POLİTBÜROLAR hakkında söylediklerimi geri alıyor,özür diliyorum. Selim İleri'nin yazdıklarıda iyi sanatsa pes artık.Diyelim iyi sanat, sizin gibi soldan, muhaleftetten bahseden biri onları beğeniyora bin kere pes. Demek böyle tartışmalar bu noktalara kadar geliyormuş. Artık şöyle diyorum. Bize sanatı, sanat tartışmasını yasaklayan politbürolar gerekli. Hey gidi, geziden direnişten başladık, Selim İleri'den öğrenmeye kadar aşağı indik. cengiz kılıç
05-02-2014 16:07 (35)
Kendi zart zurtundan başkasından hoşlanmayan yorumcu kardeşim. Ahmet Cemal sanat sepet işlerinin başında değil demişsin. Sol gazetesini, portalı okumuyorsun galiba, ben onların yalancısıyım. Sol kitabın başyazarı değil mi? Nazım akademisini edebiyat bölümünün başı değil mi. Yanılmış olabilirim diye tekrar sağladım, durum öyle görünüyor. Yanıldımsa beni bu kaynaklar yanıltıyor. Bir de sayenizde bir makale okudum soldan 6 ekim tarihli. Asaf Güven Akzel imzalı. Yakın zamanlarda bu kadar saçma bir yazı okumamıştım. Giap ile Ahmet Cemal'i aynı kefeye koyuyor. Söz orada biter zaten. Sen onu oku.
05-02-2014 17:42 (36)
Valla ne diyeceğimi şaşırdım. Konu dağıldı sanki. Daha önce de söyledim, diğer alanların cahili olduğumdan, merkeze plastik sanatları alarak yazdım, yazıyorum. Bu "devrimci sanat", "halk sanatı" vs konularda anlaşmak zor gibi. Halk kim? Babam, annem, çevrem, toplum... Uzağa gitmeden, yaptıklarım konusunda babama laf anlatmam olanaksız. Bağlamlarımız, dünyalarımız, beklentilerimiz, dilimiz farklı. Ne önerirsiniz? Çerçeveyi genişletelim, konuyu kaydıralım; 'bizimkiler'i geçelim; örneğin, Dali'ye ne diyelim? Franko'yu desteklemiş. Ama büyük ressam. İnkar mı edelim? Müzelerdeki yapıtların ........
05-02-2014 17:49 (37)
(devam) hemen hepsini sipariş edenler, Kiliseler, aristokratlar, burjuvalar. Kimi anlatıyorlar? Onların yaşamlarını. Gömelim gitsin mi? Bir yapıtın sanatsal değerini belirleyen şeyler nelerdir? Kendine ilerici diyen, o maksatla yola çıkan tüm solcu ressamların yapıtları gerçekten 'iyi' mi? Böyle bir ölçüt olabilir mi? Öte yandan, İtalyan faşizmini destekleyen fütüristlerin sanatta devrim yaptıklarını inkar mı edeceğiz? Picasso, satmak için yapmış; kendini 'piyasa'da var etmiş. Tu kaka mı?! Sanırım ölçütlerimiz konusunda anlaşamıyoruz. 'İyi' sanatın ölçütü nedir? M.Y.
05-02-2014 19:04 (38)
Yazının konusu 'Gezi'den çıkmıştı. Ona geri dönelim. Yaşam/sanat/siyaset arasına çekilen sınırdan hoşnut değildik. İşte Gezi'de yaratılan imgeler, sloganlar, farklı eylem biçimleri bu ayrımı ortadan kaldırmıştır. Satılması için yapılan işlere karşı mısınız? Gezi size bir olanak sundu. Yaratıcılar, sıcağı sıcağına o an ne yapılabiliyorsa, ne gerekiyorsa onu yaptılar. Tüm profesyonel sanatçılar kıskançlıktan çatladı. Tam da Marx'ın hayalindeki gibi, herkes sanatçı oldu. Modern, postmodern, güncel -adına ne derseniz deyin- işte budur. O bileşik özne, siyasal özne, kendi sanatını yaratmıştır. M.Y.
05-02-2014 19:04 (39)
(Devam) Kemal Okuyan'a aslında asıl bu konuda karşı çıkmıştım: Daha iyisi yapılamazdı. Mümkün olanın en iyisi yaratıldı. Tüm parti, galeri, küratör vs iktidar çevrelerinin,ve elbette kitleyi oluşturan bireylerin bizzat kendilerinin bile zihinlerindekini aşan bir yaratıcılık sergilendi. Klasik sanat gözlüğüyle bakarsak, bunu göremeyiz. Zaten ondan sonra yapılan İstanbul Bienali, gölgede kalmıştır. M.Y.
05-02-2014 19:04 (40)
Buradaki herkesin sanat ve kültür konusunda kafa yorduğunu görmek çok güzel. Eleştiri iyidir. Ama daha önemlisi, üretmek, yaratmak. Bugün hepimiz bu olanağa sahibiz. İmge meydana getirme konusunda, ressam ve heykelcilerin elindeki tekel kırıldı. Nasıl? Kamera ve yeni medya sayesinde. Modern (erken kapitalist) toplum kendi araçlarını yaratmıştı; şimdi de postmodern (geç kapitalist) toplum kendi araçlarını yaratmıştır. Dün'ü yine tartışırız; ama bugün işte ortada. Araçlar elimizde. Yaratıcılık zaten genlerimizde var. Geriye helva yapmak kalıyor dostlar. M.Y.
05-02-2014 21:45 (41)
Sabahtan beri bilgisayarın başındayım. Başımı ağrıttı. Ama güzel bir buluşmaydı. K. Okuyan'a, K. Arslanoğlu'na ve buradaki arkadaşlara teşekkürler. Keşke (gerçek anlamda) bir araya gelip konuşabilsek. Farklı alanlardan insanlar... Daha hararetli ve güzel olacağından kuşkum yok. Ne dersin sevgili Kaan, bu mümkün mü? M.Y.
06-02-2014 08:41 (42)
Yorumlara yanıt konusunda noktayı koymuştum ama dayanamadım. Herkesin herkesten öğrenecek bir şeyleri vardır. Sadece kendi çizgisinden, kendi geleneğinden beslenmek 'zihinsel ensestlik'tir. Zihinsel ensestlik, yaratıcılığı engeller, beyinleri çürütür. M.Y.
07-02-2014 16:04 (43)
Tarihi tartışmaları, herkesin başka anlamlar yüklediği kavramları bir yana bırakarak şunu iddia ediyorum. M. Yılmaz Kemal Okuyan'dan yaptığı alıntıyı, kendisinin de ifade ettiği gibi tam anlayamamıştır.
11-02-2014 23:15 (44)
"Yazar, doğal olarak, yaşamak ve yazmak için kendine bir geçim sağlamalıdır; ama bir geçim sağlamak için yaşayıp yazmamalıdır… Yazar işini hiçbir zaman bir araç olarak görmez. Eserleri, kendi içinde amaçtırlar; yazar için ve başkaları için eserler araç olmaktan o kadar uzaktırlar ki, yazar, onların varoluşu uğruna kendi varoluşunu feda edebilir…" Marx ve Engels
12-02-2014 10:41 (45)
Okuyan “İşin aslı, sanat, kendi haline bırakıldığında ya da kendisi ile baş başa kaldığında hiç özgür olamadı, olamaz da” derken sanatçının ideoloji ile kurması gereken bağlantıdan bahsetmiyor. Yazar yanlış anlamış gerçekten. Gezide olduğu gibi sanatçının yaşamla kurması gereken ilişkiden referans alıyor. Yaşamla ilişkilenemeyen sanatçı sanatta devrim yapamaz. Bu yazıya bakarken önyargılarınızdan arınınız sayın yazar. Ayrıca sanat herkes içindir. Sadece sanatçılarve sanat tarihçilerinin tekelinde değildir. Yoksa öyle değil miydi? Okuyan'ı tebrik ederim. İnsel.
12-02-2014 23:42 (46)
Okuyan, Gezi'de yaratılan sanatsal potansiyeli kısmen övüyor, evet; ama tam tatmin olmamış ki, sonra soruyor: "Oldu mu?" Yanıt veriyor: "Olmadı." Olması için daha ne olmalıydı, hala anlamıyorum! Şimdiye kadar, hiç bir direnişte böylesi bir yaratıcılığa rastlanmamıştı. Yaşamın içinde, sıcağı sıcağına çıkmıştı her şey. Okuyan'ın bunu yetersiz bulmasıydı beni rahatsız eden. Elbette "sanat sadece sanatçılar ve sanat tarihçilerinin tekelinde değildir." Gerçek şu ki, oradaki yaratıcılık, herhangi bir 'öncü parti'nin reçetesinin eseri değildi. Parti o yaratıcılıktan ders alsaydı keşke. M.Y.
25-02-2014 10:16 (47)
Orada çıkan benim yazılarıma da göz atarsanız, postmodern'i desteklemediğimi anlarsınız. Yine de kendi sitenizde çıkan tamı tamına Cumhuriyet Sanat kıvamlı "hazcı", snob müzik-sanat yazılarına da baksanız iyi olur. John Coltrane'i bir saksofoncu olarak (hem o hem ben) beğenirim ama hem kişiliği hem de "zorba" çalışı sosyalist bakışla hiç de makbul değildir örneğin.Yetenek ve birikimin dışlayıcı seçkinlik yaratması bende de bir yaradır, müzikten mâda felsefe konularına fazla vakit ayıramayan bizleri siyasetten kolayca dışlatması bakımından. Ben de küçükken Brecht okumuştum, oluyor mu, misal. Devam..
25-02-2014 10:16 (48)
Bunlara da eğilmenizi istirham, beyaz gömlek-cepken resmizinle bir Ezginin Günlüğü sanatçısı görünümü verdiğinizi arz eder, saygılar sunarım. Yağız Üresin
25-02-2014 11:57 (49)
Bu sonuncusu Kemal Okuyan'ın portal'de çıkan, bu yazıya göndermeli yazısına cevaben ona gönderdiğim yorumdur, sizlerle de paylaşmak istedim. İyice kafamız karışmasın. YÜ
26-02-2014 08:52 (50)
Bu kadar yüksek bir ego ile yazma lüksü bir tek sanat fetişistlerinde var sanırım. Ona cahil de, buna git önce şunları oku de, ötekine "seni ötekileştirmek istemem ama aslında ötekisin" de. Vallahi İlber Ortaylı capsleri gibisiniz. "Çok cahilsin keşke ölsen" "En az üç dil bilmeyen bana soru sormasın"... Ne biçim "İnsan Bu"? A. Keser
26-02-2014 09:02 (51)
Mehmet Yılmaz'ın dediği özetle şu arkadaşlar bana göre: Bırakın gençler, halk istediği gibi sanat yapsın. Gezi'de bunun kitlesel örneğini gördük diyor. Buna siyasetçi karışmasın, siyasetçi bunu küçümsemesin diyor. Karışacaksa çok iyi bilen karışsın diyor. Aslında hiç karışmasın diyor. Başka söyledikleri yanlış olabilir,bu dediği de yanlış olabilir,katılmıyor olabilirim. Bırakın gençler sanatı istediği gibi yapsın demenin neresi seçkincilik.Bunun neresi insanı cahil diye küçümseme!Sağ sol fark etmiyor, bir lafı tersinden anlama üstatlarıyız vesselam. Tam bir kurnaz sağırlar diyaloğu :) A. Ö
26-02-2014 10:47 (52)
Arkadaşlar, tamam, herkes yapsın, herkes konuşsun, eleştirsin. Zaten pratikte yapılan da bu. Sanatı sadece sanatçıların yapabileceği ve anlayabileceğine ilişkin görüş, sanatçıyı deha diye kutsayan Kantçı/modernist bir gelenekten ilham alır. Demeye çalıştığım şuydu aslında: Geçmişten ders alalım. Sanata yön verme adına,onu boğmayalım. Onun görece özerk bir doğası vardır. Modern araçları kullanana modern, postmodern araçları kullanana postmodern denir. Basitleştireceğim: sağ görüşlü ya da sol görüşlü bir çiftçi, karasaban yerine traktör kullanmaya başlamışsa, modernleşmiş demektir. Aynı şey ...
26-02-2014 12:09 (53)
postmodern kavramı için de geçerli. Tüm araçlar, dijital (bilgisayar) temelli. Araç, üretim ve tüketim ilişkisini, toplumsal ilişkileri, düşünme süreçlerini dönüştürür. Bu kadar basit. Mesele, bu araçlara karşı olmak değil, onları nasıl ve hangi amaçlarla kullanacağımızdır. Üretim araçlarına zorla el koymak, devletleştirmek yetmiyor(muş); bunu gördük. Marx'ın da işaret ettiği gibi, asıl mesele, yeni üretim aracı yaratmak, icat etmektir. Burjuvazi devrimini böyle gerçekleştirmişti.Araç yaratan dünyayı kontrol eder.Olup biten bu.M.Y
26-02-2014 13:45 (54)
Bırakın gençler istediği gibi yapsın denmediği için bunu demenin nesi saçmalık demektir asıl saçma olan. "Kemal Okuyan bir sanatçı mı, yoksa sanat eleştirmeni ya da sanat tarihçisi mi? Siyasal kimliğinin yanı sıra, belki o özellikleri de vardır, ama ben bilmiyorumdur. İyi niyetli olduğundan hiç şüphem yok; ama gördük ki, iyi niyet yetmiyor, bilgi şart. İnsan sanatın özerk dünyasından, kendi iç dinamiklerinden birazcık haberdar olmalı." Alıntı yukarıdaki yazıdan, yani ben iddia etmedim, tahmin etmedim. Olan bu ve elitizmin dibi bu yapılan. TKP sanatı öyle yapın demiyor size.
26-02-2014 13:55 (55)
(DEVAM) Kemal Okuyan'ın dediği Haziran'da ülkede yaşanan sıçramanın sanatsal zemine henüz yansımadığı ve bunun için devrimci bir müdahaleye ihtiyaç duyulduğu. Kalkıp sen onu yapma bunu yapma demiyor. Biz bunu yapmalıyız diyor. Bunu söylerken de sanat kuramları içi bir tartışmadan değil devrimci bir mcadelenin ihtiyaçlarından baktığını gizlemiyor. E o halde nedir bu dert tasa? Belki de devrimci mücadelenin ihtiyaçlarından daha önemlidir bazı "sanat içi" tartışmalarda aldığıınız poziyson. Neyse bunun da sanat için bir anlamı vardır belki ama özgür sanat için mücadelenin zaferine ihtiyaç var. AK.
26-02-2014 15:02 (56)
Bu arada marksizmde yeni üretim aracı yaratmak diye birşey yoktur. Üretim araçlarının gelişimi nesnel bir süreçtir. Burada devrimci olan da nesnel nedenlerle devrimci olur karşı devrimci olan da. Üretim araçlarının gelişiminde burjuvazi icatçı davranmamıştır. Zaten tarihsel/nesnel nedenlerle oluşmakta olan sermaye birikimi toplumsal kalıpları(üretim ilişkileri) zorlamış ve "burjuvazi" de böylece "oluşmuştur". AK.
26-02-2014 15:12 (57)
AK'nin son yorumlarını okuduktan sonra Okuyan'ın yazısını ve MY'nin yazısını okudum. Okuyan'ın yazdıklarında içerik olarak yanlış bir şey görmedim. Umarım tekrar fikir değiştirmem :) MY haklı bir refleksle çok haklı olmayan bir itirazda bulunmuş gibi geldi. Gerçekten sanatın bu kadar otonomlaşması elitizmi de beraberinde getirir, bu yazıda ne yazık ki o da var. Sanatçı sanatının bağımsızlığını savunurken haklı, siyasetçi de sanata karışmakta haklı. Ama bugüne dek siyasetçi sanata oportünist şekilde yaklaştından MY Okuyan'ı da öyle görmüş. Okuyan'da belki aynı tarzda, ama bu yazı..
26-02-2014 15:14 (58)
sında bir falso görünmüyor. Umarım sayın MY bu yoruma da cevap vermez. Sayın MY artık bu sitede yazamıyor mu? Makalesinden fazla yorum yazmış altına, ondan sordum. Yazamıyorsa onu bilelim. A.Ö
26-02-2014 16:58 (59)
"Üretim araçlarında, dolayısıyla üretim ilişkilerinde ve dolayısıyla tüm toplumsal ilişkilerde sürekli devrim yapmaksızın burjuvazi varolamaz" (Marx). Burjuvazi halen var. Nasıl? Yanıt, alıntıda. Gerçek devrim, üretim araçlarına el koyarak değil, yeni üretim araçları yaratarak mümkündür. Toprağa karşı, makine. Fransa'daki devrim kalıcı olabilmişse, bu yüzdendir. Şimdi de mekanik teknolojiye karşı dijital teknoloji yaratıldı. Yaratan, icat eden yaşar, algıları kontrol eder. Elitist/kibirli meselesine gelince: Sanatçının yaptığını beğenmemek, ona yön tayin etmek de bir çeşit kibirdir. MY
27-02-2014 10:12 (60)
Konumuz olmadığından Marx'tan yapılan alıntıyı bizzat Marx'ın aynı kitabın sonraki önsözlerinde revize ettiğini söyleyip geçiyorum. Ama bu örnek MY'nin yukarıdaki yazısının yaklaşımana dair işe yarayabilir. MY'nin Kemal Okuyan eleştirisi biçimsel olarak benim "MY iktisatçı mıdır, tarihçi midir, devrimci midir? Önce fizyokratları merkantilistleri, klasik iktisatı okusun ve Marx onları nerede aşmış bunu anlasın" dememe benziyor. Kibir, elitizm budur. Ki anladığım kadarıyla Kemal Okuyan konuyla ilgili köşe yazısında buna isyan ediyor "küçükken mandolin çalmıştım yetmez mi" diye. AK.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211034
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.