Evrimci açıdan din ve siyaset -2 / Yalçın Küçük'ün Sabetayistleri ve "Temel Dinsellik"

                              “İnsanların bencil ve güvenilmez olduklarından şikayet etmek, elektrik              

                              alanında bir  değişiklik olmadıkça manyetik alanın artmamasından şikayetçi   

                              olmak kadar ahmakça bir şeydir.” John Von Neumann

Beynin bir inanç motoru olduğundan bahsetmiştik. İstisnasız her insan yargı kalıplarıyla düşünür, bunlara inanır, sonra da inandığını doğrulamaya çalışır.

Bunu söylediğimizde “Standart Toplumsal Bilim Modeli” ile, yani alışılmış kültürel kalıplarla düşünen büyük çoğunluktan birileri hemen itiraz ederler. “Bu bilimsel değil. Bu doğru değil. Din kültürel bir olgudur ve yok edilebilir. Din farklı, ideolojiler faklıdır. Din kötüdür, ideolojilerle düşünenler ise bağımsız ve özgür düşünebilirler. Bunlar ayrı şeylerdir. Beynin bir inanç modülü olduğu iddiası bilimsel değil. Bunlar eğitimle, kültürle ilgili sorunlardır.”

Peki senin görüşün niye bilimsel? Senin kanıtın nerede? Çıt yok! Mu?… Öyle sanın, çoğunluklar ya, hemen kanıtı sunarlar. "Birçok düşünür, birçok bilim insanı böyle düşünüyor… Onca düşünürden iyi mi bileceksin! Biz çoğunluğuz, böyle düşünüyoruz." Al sana kanıt. Dinsel kalıplarla düşünenler ezici çoğunluktur, üstünlükleri olağandır.

Neyse işin en temelinden “kalıplardan”, insan olmayan atalarımızda başlayan evrimsel-biyolojik bilişsel süreçlerden devam edelim.

Michael Shermer şöyle diyor:

“Otların arasından gelen hışırtının tehlikeli bir yırtıcı olduğunu varsayarsanız ve sadece rüzgar olduğu ortaya çıkarsa, kavrayışta yanlış pozitif ya da gerçek olmayan bir şeyi gerçek sanma olarak bilinen TİP-1 hatayı işlemiş olursunuz… Otların arasından gelen hışırtının sadece rüzgar olduğunu varsayarsanız ve tehlikeli bir yırtıcı çıkarsa, kavrayışta yanlış negatif ya da gerçek olan bir şeyin gerçek olmadığını sanma olarak da bilinen Tip-2 hatayı işlemiş olursunuz… Ne yazık ki, beyinde doğru ve yanlış kalıplar arasında ayrım yapmayı sağlayacak bir zırva saptama şebekesini evrimle edinmiş değiliz… Asıl mesele TİP-1 Ve TİP-2 hataları arasındaki farklılığı saptamanın son derece zor oluşudur; özellikle de atalarımızın yaşadığı ortamda, çoğu kez ölüm ve kalım arasındaki farkı belirleyen anlık zamanlama açısından. Bu yüzden geçerli tutum, bütün kalıpların gerçek olduğunu, yani otların arasından gelen bütün hışırtıların rüzgar değil, tehlikeli yırtıcılar olduğunu varsaymaktır… Boş inanç ve büyüsel düşünme dahil bütün kalıpsal yaklaşım biçimlerinin evrimi bu temele dayanır. Bütün kalıpların gerçek olduğunu, bütün kalıpsal yaklaşımların gerçek ve önemli fenomenleri ifade ettiğini varsaymaya dayalı bilişsel süreç yönünde bir doğal seçilim yaşanmıştır… Doğal seçilim sağ kalma ve üreme açısından temel nitelikteki bağlantıları saptamak için, birçok yanlış nedensel bağlantı kuran stratejileri yeğ tutar. Başka deyişle var olsunlar veya olmasınlar, anlamlı kalıplar bulmaya yöneliriz ve böyle davranmamızın gayet haklı bir sebebi vardır. Bu anlamda, boş inanç ve büyüsel düşünme gibi kalıpsal yaklaşımlar kavrayış hatalarından çok, öğrenen beynin doğal süreçleridir. Her türlü öğrenmeyi nasıl ortadan kaldıramazsak, boş inanca dayalı öğrenmeyi de ortadan kaldıramayız. ... Bu evrim perspektifiyle, insanların saçma olmayan şeylere inanma gereğinden dolayı saçma şeylere inandığını artık anlayabiliriz. ” (1)

Shermer Kaynak-2’de bahsettiğimiz Foster-Kokko çalışma modelinin bu savı desteklediğini ileri sürer. Shermer’ın yanlış kalıplara da doğrular kadar önem verdiğimiz gerçeğini vurgulamasını kimi post-modern düşünürlerin “yanlış-doğru yoktur-tüm savlar eşit değerdedir” savıyla karıştırmayın. Şöyle açıklar Shermer:

Bu “inanca bağlı gerçekçilik bütün doğruların eşit olduğu ve herkesin gerçeklik anlayışının saygıyı hak ettiği epistemolojik görelilik değildir. Evren gerçekten büyük bir patlamayla ortaya çıkmıştır, dünya gerçekten milyarlarca yıla varan bir yaştadır ve evrim gerçekten yaşanmıştır; aksine bir inancın savunulması gerçekten yanlıştır.” (1)

Lionel Tiger ve Michael McGuire “Tanrı Beyni” adlı kitaplarında dinselliğin (kalıpsal düşünmenin ve yanılabilirliğin değil, basbayağı dinsel ritüellerin) köklerini maymunlara kadar indirirler. Bu yazarlara göre dinsel düşünce-davranış biçimlerinin doğal seçilimle öne çıkmasının başat nedeni dinselliğin stresi-gerilimi azaltmasıdır. Yaşam her canlı için korkunç gerilimler getirir. Canlının hayatta kalması için bu gerilimle baş edecek bir akıl yapısında olması, bu aklın gerilimin üstesinden gelecek yolları bulması gerekir. Din, dinsel inanç, dinsel ritüeller gerilimi belirgin biçimde azaltır. Yazarlar, şempanzelerin yaşamındaki ağır gerilimi anlatırlar. Grup içi hiyerarşi, grup içi baskı ve kavgalar, hiyerarşik sıralamanın sürekli değişebilir olması, saldırgan ve boyun eğici davranışlar, başka gruplarla savaşlar, yaralama, öldürme ve kaçırmalar… (6)

Zaten evrim psikologlarının bakışından topluluklardaki hiyerarşi, ahlak düzeni, ortak ritüeller ve dinsellik, eş kaynaklı ve birlikte ele alınan akraba temalardır. Peki, şempanze topluluğu devamlı böyle çatışma ve gerilim ortamında mı yaşar? Hayır, zaman zaman sakin, huzurlu, korunaklı bir mekanda toplanırlar. “Topluluk neredeyse dini tatile benzetilebilecek bir şeyden hoşlanır görünmektedir. Hareketler yavaş ve tehdit edici olmaktan uzaktır. Çıkarılan sesler azalmış, yumuşamış, dostça tavırlar kabul edilebilir bir norm haline gelmiştir. Havada, boyutları ışık ve sessizliğin gücünü artıran büyük katedrallerin atmosferini andıran özel bir nitelik hissedilir.” (6)

Tiger ve Guire, başka bir bölümde meditasyonun ve veya dinsel ritüellerin ve dinsel sosyalleşmenin beyindeki gerilim göstergelerini azaltan etkisini gösteren bazı çalışmalardan bahsetmektedirler. (6)   

“İnsan yaşamına ilişkin kayıtlar, insanların imgelediklerinin hayret verici bir kısmına, somut olarak deneyledikleriyle aynı ölçüde ağırlık, değer ve söz hakkı verdiklerini göstermektedir." (6)

“Kalıpsal yaklaşımlar rastgele ortaya çıkmaz, aksine canlının bağlamına ve ortamına, kendi ortamı üzerindeki kontrol gücüne ilişkin kanısına bağlıdır… Kontrol odağını fiziksel ve sosyal ortamlardaki kesinlik ve belirsizlik düzeyleri belirler…” Bronislaw Malinowski’ye göre “Uğraşın kesin ve güvenilir olduğu, rasyonel yöntemlerle ve teknolojik süreçlerle sıkıca denetlendiği durumlarda büyü görmeyiz. Dahası, tehlike unsurunun bariz olduğu durumlarda büyüyle karşılaşırız.” (1)

“Sporcular, en başta beyzbol oyuncuları arasındaki boş inançlara ilişkin benzer bir gözlemim var. Top tutucu konumdayken yüzde 90’ı aşan bir oranda başarılı oldukları için, boş inanca dayalı ritüelleri hemen hiç sergilemezler; ama ellerini, sopayı aldıklarında ve on atışın en az yedisinde başarısızlığa uğramaları kesin olan kaleye yöneldiklerinde, birden bire belirsizlikle başa çıkmak için her türlü garip ritüel davranışına yönelen büyüsel düşünmeli insanlara dönüşürler.” (1)

İnsanda bir Tanrı geni var mı?        

“Tıp araştırmacısı David Comings ve meslektaşları, yenilik arayışıyla bağlantılı genleri ararken, DAD4 geninin maneviyatla ilişkisini ilk kez ortaya koydular. Daha sonra… Dean Hamer, onların araştırmasını daha ileriye götürdü ve risk alma davranışıyla bağlantısını gösterdi… Ardından… kromozomlarından birer DNA örneği aldı ve risk alma anketinden yüksek puan alanlarda DAD4 geni kopyalarının normal insanlara göre daha fazla olduğunu saptadı…” (1)

Konu biraz geniş olduğu için sizlere şöyle özetleyeyim gerisini: Hamer daha sonra risk alma ve yenilik arama davranışından dinsel inanç konusuna geçti. Beyinde dopaminin yüksek veya düşük olmasının risk alma ve yenilik arama davranışında veya tersinde, yani itikatta ne rolü olabilirdi. Dopamin fazlalığının itikatta devreye girme olasılığı üzerinde durdu ve VMAT2 adlı bir gene yöneldi. Bu gen de farklı bir düzenekle dopamin artırıyordu beyinde. Dine yatkın belli bir kişilik yapısı gösterenlerde -özaşkınlık testinde yüksek puan alan binden fazla kişide-  VMAT2 geninin dopamin artırıcı bir çeşidinin bulunduğunu saptadı. Ki, bu özaşkınlık karakterinde, bir uğraşa kendini fazla kaptırma, ben ötesi özdeşleşme, kendini daha geniş bir dünyaya ait hissetme, mistisizm- duyu ötesi algılara inanmaya yatkın olma gibi özellikler bulunur ki, bunlar dinselliğe yatkınlık anlamına gelir ve bazı çalışmalarda bunun kalıtsal temeli gösterilmiştir.    

Hamer, vardığı sonuçları Tanrı Geni adını taşıyan tartışmalı kitapta yayımladı. Hamer kitabın adını daha sonra eleştirdi. Bu ad kuşkusuz yayın camiasının kitaplara ilgi çekmek ve çok sattırmak itkisinden kaynaklanıyordu. Ama kitabında bahsettiği genetik yapının dinselliğe bir eğilim yaratacağı tezinden vazgeçmedi.  

Bunun ardından “Hamer’in çalışmaları –bu meslekte olağan bir sonuçla-bilim çevrelerinin sert eleştirilerine hedef olmuştur, şu ya da bu davranışta ya da inançta rol oynayan genler saptamak hiç kuşkusuz sorunlu olabilir. Bununla birlikte, dopaminin birçok inançta olduğu gibi dinsel inançta da rol oynaması, bu kitabın beyinde çok çeşitli bağlamlarda inançları yaratan ve değerlendiren belirli alanlarla bağlantılı bir inanç motorunun bulunduğu tezini desteklemektedir.” diyor Shermer (1)

Ben de konuyu toparlarsam genlerle belli davranış kalıpları ve karakter özellikleri arasındaki bağlantılara dair bilimsel çalışmalar dur durak bilmeyecek, bunlar devam edip karşı konulmaz bir sel oluşturacak. Sonunda genlerle kişilik özelliklerimiz ve farklılıklarımız arasındaki ilişki çok daha net anlaşılacak. Bir dönem gelecek ki -yakında- bu tür bilgiler ilköğrenim ders kitaplarına bile girecek, genel kabul görecek. Bu tür çalışmalara direnmek ve sonuçlarını yetersiz bir soyutlama düzeyiyle çarpıtmak boşuna.

Ancak zaten biliyoruz, aksini iddia etmiyoruz, genlerin dili farklıdır, biyolojinin, hücrelerin, dokuların işlevlerinin dili farklıdır ve bizim kültürel dilimiz farklıdır. Gen ile kültür, gen ile karakter özelliği arasındaki bağlantı, dolaylı bir bağlantıdır bu anlamda. Bu geni şu geni demek belki ilgi çekmek veya anlamayı kolaylaştırmak açısından kabul edilebilir, ama bilim insanın asıl kast ettiği farklı bir şeydir. Örneğin burada Tanrı inancını belirleyen tek bir gen ve onun mutlak etkisinden bahsedilmiyor. İnsanda genel olarak inanmaya yatkınlığı, özel olarak dinsel davranışlara yönelmeyi kolaylaştıran bir kişilik özelliğinin, bir biyokimyasal etkenle ve onu artırıp azaltan bir genle bağlantısı ortaya konuyor. Böyle çalışmaları yabana atmayın. Örneğin başka bir kitapta (Güvenen Beyin) Patricia S. Churchland ahlakın ortaya çıkışını, canlılardaki ebeveyn davranışlarına, çocuk bakma-yetiştirmeye programlı zihinsel düzeneklere kökenlendiriyor. Yavru bakmayı da oksitosin hormonu ve keza dopaminle ilişkilendiren çalışmaları derliyor (7)

Burada ortaya konan dopamin ile inanç arasındaki bağlantıdır. Henüz Tanrı Geni diye bir şey bulunmamıştır, ama ucu görünmüştür.

Konuyla ilgili genetik araştırmaların bir sorunu da şudur: Araştırmacılar bunun farkındadır elbette, ama bazı şeylerin farkında olmayabilirler. Okurların büyük bölümü ise genetik-fenotip-kişilik özellikleri-kültür arasındaki bağlantıyı kuracak kadar donanımlı olmadıkları için söz konusu araştırma ve çıkarımlara çok kabaca “doğru veya yanlış” tepkileriyle cevap vermektedir. Lafı uzattık, sorun şudur:

Tek başına dinselliği ele alalım. İnsanı dinselliğe götüren çok sayıda ve karmaşık kişilik özelliği bilinmekte. Örneğin doğa üstü güçlere inanma ile Tanrıya inanma aynı şey değildir. Bu ikisine inanmayla herhangi bir dinin mensubu olmak aynı şey değildir. Bu üçüne inanmayla herhangi bir ideolojiye ya da kişinin kendi dünya görüşüne körü körüne bağlılığı aynı şey değildir. Ama tüm bunlar dinsel düşüncenin ilk evrimsel kaynağından beslenir. Buna "Beyinin Temel Dinsellik Programı" ya da kısaca "Temel Dinsellik", TD diyeceğiz bundan sonra.  

İnsanın belli kalıp yargılara varması, bu kalıp yargıların onun yaşamda kalmasını sağlamak bir yana, onu toplum düzeninde büyük savrulmalardan koruması “Temel Dinselliğin” temel nörolojik kaynağıdır. Kişinin kendini bir topluluğa ait hissetmesi, o topluluk yararına duygulanımlarının yanlı bir hakkaniyet hissine yol açması, gerçekliği bu yönde çarpıtması, hakikat dışı, akıl dışı –irrasyonel- bir dünya yaratması, keza temel dinselliğin ilk aşamadan sonra gelen zemin katıdır. Tanrı’ya inanç ve semavi dinlerden herhangi birine mensup olma temel dinselliğin en çok göze çarpan son aşamasıdır. Biz ancak bu bakışla bir Fenerbahçelinin fenerliliğini, bir Vatan Partilinin fanatikliğini, bir pop star hayranının vecde varmış coşkularını ve dünyada buna benzer binlerce olguyu kavrayabiliriz. Temel dinselliği kavramadan güncel resmi dinselliği anlayamayız. TD milliyetçilikten bile köklü bir bilinç durumudur. Milliyetçilik bile ondan filizlenmiştir.

Beyin fizyolojisiyle veya genetikle ilgili bir araştırma yapılacaksa din bahsinde tüm bunların dikkate alınması gerekir, okurun da böyle yorumlaması gerekir. Topluluğa uymak için dindar  olan biriyle, fazla dindar olmayıp yoğunca mistik yaşayan birisini nasıl karşılaştıracaksınız? Karşılaştırma yapacaksanız dindarla dogmatik bir komünisti de karşılaştırmanız gerek. Bu ikisini bilimsel kafalı bir kuşkucuyla karşılaştırmak gerek. Sonuç olarak insan karakteri-kişiliği hayli karmaşıktır ve bunun genetikle bağını doğru ve tüm yönleriyle kurmak (olanaksız değil) ama zordur. Ne ki bu zorluk yakın zamanlarda büyük oranda aşılacaktır.   

Tanrı geni böyleymiş ya Tanrı modülü?

Modüler ya da bölümlere ayrılmış akıl kuramı, yaşamıma Steven Mithen’in güzel eseri “Aklın Tarih Öncesi” ile girdi. (8) Mithen insan aklının, zekasının şapellere ayrıldığını ileri sürüyordu bu kitapta. Başlıca üç şapel ve bunları birleştiren bir şapel, toplam dört şapel. Teknik zeka, dil zekası, sosyal zeka ve bunları birleştiren genel zeka.

Evrimci psikologlar -ve ben-, buradan yola çıkarak insanın teknik zekasının, dil zekasının gelişmiş olduğunu, ama sosyal zekasının çok yetersiz olduğunu ileri sürerler. Şöyle bir yetersizliktir bu: İnsanın doğal seçilimle bir tür olarak ayakta-yaşamda kalmasını getiren seçilim koşulları, bir şekilde onu yüksek bir teknik zeka yan ürünüyle ödüllendirmiştir. İnsan yüz binlerce yıl öncesinin vahşi yaşam koşullarında sağ kalmasını sağlayan bu teknik zekayla ateşi bulmuş, aletler yapmış, avlanmış, kendini korumuş… Sonra yine bu aynı zekanın yan ürünleriyle (doğal seçilimde bu yan ürünlerin çıkacağı ve işlev göreceği hiç hesaba katılmamıştı) tarım toplumuna geçmiş, daha sonra da yüksek teknolojiyi yaratmış. Fakat insanın aklı matematiğe, fiziğe, araba yapmaya, roket imal etmeye yetiyor da sosyal problemleri çözmeye yetiyor mu?

Örneğin icat ettiği arabaları doğru dürüst kullanabiliyor mu? Kullanabilse her yıl 1 milyondan fazla insan trafikte ölmezdi değil mi?

İşte kabile düzenin sosyal problemlerini çözecek kadar gelişmiş ve şans eseri bundan fazla gelişmemiş (teknik zekası şans eseri veya bizim şimdi değerlendiremediğimiz düzenekler sonucu daha fazla gelişmiş) sosyal zekasıyla günümüz insanı, bu kalabalık, şehirleşmiş teknoloji toplumunun sosyal problemlerini çözmeye çalışıyor, ama çözemiyor.

Özellikle siyasi alanda ortaya çıkan problemlerin sosyal zekamızın aşırı derecede yetersizliğinden kaynaklandığını daha önce defalarca yazdım. Bu öyle bir yetersizlik ki doğal olarak bu yetersizliğin de farkında olunamıyor. Topyekun kendini çok akıllı sanan aptallar olarak ortada dolaşıyor, birbirimize akıl veriyoruz. Bu yetersizliğin biraz farkına varsak ona yönelik bazı tedbirleri alacağız, ama ne gezer. (Tek tek bazı kişiler ve bazı siyasi liderler bunun farkında ve onlar bazen bu gerçeğe uygun davranıyor.)

Din konusunda da aynı problem karşımıza çıkıyor. Tüm insanlar dindar dedik. Dinin esası olan bir şeylere inanmaya, gerçek olmasa da inanmaya yatkın olma anlamında. Bunun elbette sosyal zeka eksikliği ile bağlantısı var. Hem sebep, hem sonuç manasında. Temel Dinsellik, bildiğimiz türde dinlere inananlarda farklı, inanmayanlarda farklı yollarla kendini gösteriyor.

Büyük bir çoğunluk bir dine inanıyor, ama gerçekte niye inandığını sezse de bilmiyor. O dine inanmayanları küçümsüyor, onları aşağılıyor veya iyi bir insansa onlara acıyor. Bazıları değişik yollarla ve değişik ölçülerde kendi inandıkları dinsel davranışların başkalarınca da benimsenmesi için baskı yapıyor. Dindarların büyük çoğunluğu tesadüfen başka bir ülkede dünyaya gelseler tamamen farklı bir dine mensup olacakları gerçeğini aklından geçirmek bile istemiyor. Tüm gerici faşist iktidarlar çoğunluğa ait bir dini kendi iktidar ve baskı aracı olarak kullanıyor. İnsanların önemli bir bölümü o çok sevgiye değer dinlerinin bu şekilde adaletsiz bir düzenin parçası haline geldiğini göremiyor, görse de bunu kabullenmiyor.

Dindar olmayan, laik veya ateistlerin büyük çoğunluğu da aynı sosyal kavrayış düzeyinde. Başka bir yazımda sol tarafta sosyal zekanın sağa göre belli açılardan yüksek olduğunu, ama belli açılardan daha düşük olduğunu, toplamda sosyalistler arasında sosyal zekanın ortalamadan daha düşük olduğunu yazmış ve bunu ayrıntılandırmıştım.

İşte dine yaklaşım da bunun tipik bir örneği. “Aşırı” uçtaki solcuların büyük bölümü dinsiz, ateisttir, bir bölümü de hafif düzeyde dindardır. Oysa başka ülkelerde örneğin Latin Amerika’da, Uzak Doğu'da böyle bir uçurum yoktur, bizim yaşadığımız bize özgü bir abartıdır, o da ayrı mesele.

İşte bu din dışı kesimden insanların büyük bölümünün dine ve dindarlığa yaklaşımı son derece dışlayıcı ve aşağılayıcıdır. Korkunç boyutta bir empati eksikliği söz konusudur. O dindar insanlar niye inanıyor, nelere ihtiyaç duydukları için dindar oluyorlar, nelerden korktukları için inanıyorlar? İleri boyutta bir anlama yetersizliğiyle karşı karşıyayız. Bu ihtiyaçları sizler karşılayabiliyor musunuz veya önerdiğiniz sistemler karşılayabiliyor mu?

Siz itikattan ne kadar uzaksınız? Siz olgulara ne kadar dogmadan uzak, nesnel ve üstten bakabiliyorsunuz? Yoksa aynı kısır inanç kavgasının boğuşanlarından biri misiniz? İnanan insanlar ayrı karakterde-kişilikte insanlardır. Onlar eğitimleri, kültürleri bir yana öyle doğmuşlardır. Sistem değişse de çoğu böyle kalacaktır.

Karakter farklılıklarının üstünde 30 yıldır durmamız boşuna mı? Dindar bir insanla dindar olmayan insan bir mi, karakter açısından? Karakterlere karşı bu ne anlayışsızlık, bu ne saygısızlık. Biri eşcinsel doğmuş diye ona saygı gösteriyorsun, ki göstermek lazım, öteki dindar doğmuş diye niye saygısızlık ediyorsun? Üstelik bu karakter tiplerinden birçoğu toplamda büyük çoğunluğu oluşturuyor.

Örneğin Gezi hareketine katılanların büyük çoğunluğu din dışı bireylerden mi oluşuyordu?  Çoğunluğu Aleviler oluşturuyordu ki, inanmadıklarını söyleyemezsiniz, katılan Sünni inançlıların sayısı da en az inançsızlar kadar çıkar. Dünya'da Hıristiyan, Müslüman veya Budist çok sayıda örnek görülmüştür ki, ortalama solcunun solculuğundan daha solcu tutum almışlardır yaşamda, mücadelede.

Dinle, dindarlıkla siyasette ilericiliğin bir bağlantısı negatif yönde vardır, ama bire bir bağlantı değildir bu, abartıldığı kadar belirleyici değildir. Dindar insanların katılımını yoğun şekilde almayan hiçbir iktidar sosyalist iktidar olamaz, olsa ayakta duramaz.          

Ama bazı dostlar buna alışıldık Temel Dinsellik kalıplarıyla, klişeleriyle, refleksleriyle  cevap vereceklerdir. Kaçınılmaz. Evrim sonucudur bu ve zaten bunu anlatıyoruz. Dinsellikte de mi evrim, burada da mı genetik, hadi canım sen de, diyeceklerdir. Her yeni duyduğumuz bilgiyi  eski daracık kalıplarımla yargılamaya çalışırız. Hatta yargılama aşamasına bile gelemez değişik olan fikir, bir çırpıda etiketleyip fırlatıp atarız. Sosyalistler dinle savaşmasın, dindarları dışlamasın mı dediniz! Vay, AKP’ci mi oldun, falanca falanca liberaller de böyle dedi, iktidarı destekledi. O falanca liberaller böyle mi dedi, a okuduğunu anlamaz dostum. Üstelik, bu dindar, öteki milliyetçi, şu tarikatçı diye muhalefette adam beğenmeyip en güçlü, en laiklik karşıtı unsuru yüzde 52’ye çıkaran sizin gibiler değil miydi?

Buralara şimdi fazla girmeyeceğiz, en son bölümde daha geniş açacağız, velhasıl insan beyni bilgisayarın 0-1 mantığıyla çalışır, üstelik işin içine fizyolojik gereksinimler ve duygular da karıştığından bu mantık bile bozulur ve sosyal zeka, yani insani ilişkilerimizi, toplumsal yaşamı ve siyasi tutumlarımızı belirleyen en önemli aygıtımız iflas eder.

Bir insan teknik anlamda veya dil yeteneği bakımından deha olabilir, ama bir bakarsınız duasız işe başlamıyor. Tam tersi, bir bakarsınız adam dil cambazlığıyla bir edebiyat virtüözü, ama bir insanın niye bir dine inandığını anlamaktan uzak.

İsteyen dinle ideolojik olarak savaşsın. Bu metin de bu anlamda sizin kalıpçı dindar din düşmanlığınızdan daha temelli bir savaşım ürünüdür aslında. İsteyen bir parti olarak dinselliğin nedenlerini ve zararlarını ortaya koysun, bunun mücadelesini versin. Ama bunu yaparken bilimsel aklı ve yöntemi öne çıkarsın, kendi dogmalarını da, yani kendi TD’sini de eleştirsin. Bunu yapmadığı zaman o din eleştirisinin, hükmü, saygınlığı, gücü kalmaz. Bunu yaptığı zaman dindara saygılı bir din eleştirisini yaygınlaştırabilir zaten. Bunu yapamadığı zaman dindarların olmadığı hayali bir sosyalizm düşlemeye başlar ki, bunun nedenlerini de son bölümde irdeleyeceğiz.      

Şimdi bir Tanrı Modülü var mıdır araştırmamıza az ara verip sosyal bilimlerde bize yol gösterecek yeni bir modeli (aslında hayli eskidi ama) tekrar tanıtmam gerekiyor.  

Standart Toplumsal Bilim Modeli’nin eleştirisi

“Hayvanlar katı bir biçimde biyolojileri tarafından yönetilir, oysa insan davranışları kültür tarafından belirlenir. Kültür, sembollerden ve değerlerden oluşan özerk bir sistemdir. Kültürler biyolojik sınırlamalardan muaf olduğu için, birbirlerinden gelişigüzel ve sınırsız bir şekilde farklılık gösterebilir… Öğrenme, bilginin her alanında kullanılabilen genel amaçlı bir işlemdir.” (9) (Pinker ve Cosmides-Tooby’den aktarım)

İşte bu görüş “Standart Toplumsal Bilim Modeli” olarak adlandırılıp eleştirilen görüştür. Marksizm de buna dahildir. Kültür denen kavramın içine ya da daha altına güçlü şekilde iktisadı yerleştirin, alın size Marksizm…

“Kuşkusuz bu sözler yanlış yanlış ve yanlıştır” diyor Daniel C. Dennett. (9) Buna karşın kendisinin “Kısmen Standart Olmayan Bilim Modeli”ni öneriyor. Dennett evrimci psikolojinin ılımlı ama, güçlü düşünürlerinden. Fakat ben şahsen onun kadar ılımlı değilim, işin esasını kuranlardan Leda Cocmides – John Tooby’nin "Standart Olmayan Toplumsal Bilim Modeli”ne yakınım.

Bu yeni paradigma tüm sosyal, kültürel olayları bambaşka bir gözden bakabilmemize yol açan ve kafamızdaki soru işaretlerinin birçoğuna çözüm getiren (tabii ki hepsine değil, aksi halde ne hayat olur, ne kuşku, ne bilim) bambaşka bir devrimci görüş. Hani soruyorlar ya, kimi izlemeliyiz solda kuramcı olarak. Solu sağı boş verin, önce bu görüşü tanıyın ve sonra da o yolu izleyin derim ben. Bu yol  iktisadın ve kültürün de altında (onları elbette reddetmeden) çok daha eski ve güçlü bir etkenin varlığını hesap eder. İnsanın evrimle oluşmuş biyolojik-fizyolojik gerçeği ve bunun getirdiği akıl, düşünce, davranış kalıpları…

Daha önce bazı yazılarımda alıntı yaptığım bu temel kaynaklardan birini iyisi mi orijinalinden kendiniz de okuyun (10)

http://www.cep.ucsb.edu/primer.html

Yalçın Küçük ve Sabetayistleri…

Yarına Ayarlı (Tune in Tomorrow) adlı filmin konusu 50’li yıllar Detroit’inde geçer. Radyo programcısı, arkası yarın yönetmeni anasının gözü Pedro’yu (Peter Falk) anlatan bir eserdir. Llosa yazmış, uyarlamış, Keanu Reeves ve Barbara Hershey de oynuyor, çok ilginç bir yapım, tavsiye ederim.

İşte bu Pedro, çalıştığı radyolarda izlenme rekorları kırdıran, ama aynı zamanda rezaletler, facialar çıkaran şeytan mı şeytan bir tip. Pop kültür ilahı. Radyo tiyatrosunun her gün devam eden bölümlerinde, illa ki birkaç yerde Arnavutları feci şekilde aşağılar. Yerli yersiz, çoğunlukla yersiz ve ilgisiz, abartılı boyutta. İzlenme giderek artar, ama tehditler de yağmaya başlar. Sonunda dayanamayan Arnavutlar radyo binasını basıp kundaklarlar...  Pedro kaybolur o yangında.

Son sahnede tekrar ortaya çıkar Pedro, sabotajdan kurtulmuş... Bizim sevgililere (aynı zamanda aşk hikayesidir) iyi dileklerini ilettikten sonra başka bir ad ve kimlikle New-York’a gideceğini ve televizyonculuğa başlayacağını söyler. Bizim Keanu'nun “Peki Arnavutlarla uğraşmaya gene devam edecek misin?” sorusuna ne cevap verir beğenirsiniz: “Yoo, Arnavutlar iyi insanlardır, bende de Arnavut kanı var zaten. Ama mesela Norveçliler… Onlar ciddi problem, peşlerini bırakmayacağım.”    

Dünyada ve Türkiye’de gerek entelektüel alemde, gerekse siyasette, yönetimde, medyada "Şebeke"ler bulunduğu ve bu şebekelerin bazen açıkça, bazen gizlice her şeyi yönlendirdiği, "Tekeliyet" oluşturduğu bir gerçek. Yalçın Küçük de buna en önde parmak basanlardan. Yalçın Küçük bazılarının sandığı veya iddia ettiği gibi "deli" falan değil. İşini çok iyi bilen, "genius" yani cin işi bir deha…

Edebiyat eleştirileri bazı takıntılarını bir yana koyun müthiş usta işidir. Şebekeyi deşifre edişi de öyle.

Ancak gerçekte bu şebeke denen şeyde, benim kanıma göre Sabetayistlik olsa olsa dördüncü sırada gelebilecek bir etmenken, Küçük Hoca neden ısrarla onu öne çıkarır?

Şebeke her şeyden önce sınıfsaldır, sermayeyle, oligarşiyle ilişkilidir. Şebeke ideolojiktir. Gizliden veya açık oligarşik çıkarları savunan bir medya-sanat-siyaset anlayışını öne çıkarır ve buna uyum sağlayan tipleri parlatır. Üçüncüsü kişilikseldir. Yani buraya girmeyi kafaya koymuş, bu yapılara uyum sağlamakta sakınca görmeyen kişilikleri seçer ve o tipte kişilikler buna eğilim gösterir. Yahudi veya Sabetayist kökenli olmak eğer bu şartlara uygunsanız belki ötekilerden bir iki adım öne geçmenize yarar. Ama bu yapılara uyum sağlayamayan da birçok Yahudi veya Sabetayist vardır. Kimseden bir şey istemeyen, isteyemeyen böyle ilişkilere girmeyen, giremeyen, çok sayıda itilmiş, kenarda duran veya yoksul Yahudi veya Sabetayist de vardır elbette. Ayrıca Şebeke içindeki büyük çoğunluk Sabetayist falan değildir.  

Sonuçta Yalçın Hoca’nın yaptığı anti-semitizme giriyor mu, giriyor maalesef. Ne ki anti-semitizm ne kadar çirkinse, böyle konuların açılmasını yasaklayan, her ölçülü-mantıklı Yahudi eleştirisine de anti-semitizm diye saldıran çevreler de var. Bu anti-anti-semitizmde ölçüsüzlük de çirkin. Fakat konumuz bu değil. Yalçın Hoca niye Sabetayistleri öne çıkarır veya biz niye burada Yalçın Hoca’dan veya Sabetayistlerden bahsediyoruz?

Dini ve etnik temalar siyasette bol getirisi olan temalardır, medyada da aynı ölçüde büyük ilgi çeker. Yalçın Hoca’nın şebekeyle ilgili veya diyelim O. Pamuk’la ilgili yazdığı bir yazı üç bin okunacaksa, Sabetayist meselesini öne çıkarmakla bu rakam otuz bine yükselir. Bu bir şeye ilgi çekmek, bir şeyi okutmak için her zaman iş gören eski bir taktiktir.

Biz niye bunu araya soktuk? 1- Şunu göstermek için: Yalçın Hoca’nın okurlarının büyük çoğunluğu okumuş ve solcu insanlardır. Onlarda bile dinsel temalar bu kadar bariz bir etki gösteriyorsa genel olarak halkın dinsellikten, dinsel temalardan, yakınlık ve düşmanlıklardan ne kadar etkilendiğini siz düşünün. Bu büyük gerçeği görmeden siyaset yapar, siyasetten sözüm ona dinselliği çıkarmaya kalkarsanız bir avuç kalırsınız. Kimseye akıl öğretmiyorum. Onun bunun sosyal zekasını küçümserken kendiminkini yüceltmiyorum. Yüksek bir sosyal zekam olsaydı olumlu veya olumsuz kulvarda bu konumda kalmazdım. Yalçın Hoca’nın sosyal zekası mesela benimkinden çok daha yüksektir. Böyle bir hakikati, sosyal zeka hakikatini görmek gerekiyor. 2- Yalçın Hoca'dan ve Sabetayistlikten bahsettik ki, şu yazı dizisi biraz daha okunsun. Ki, ezelden beri zararını gördüğümüz bir irrasyonel ilginin azcık da yararını görebilelim. Sırf bu nedenle buraya gelip ilgi gösteren insanlardan bizim kuramımız yönünden bir hayır gelir mi? Bir bölümünden gelmez, ama üçte birinden gelse, üçte biri de şöyle bir okuyup bir şeyler kapsa, bizim için iyidir.

(Daha epeyce devam edecek)

Kaan Arslanoğlu

Kaynaklar

1- Michael Shermer, İnanan Beyin, Alfa Yayınları,

2- Kevin R. Foster , Hanna Kokko, The evolution of superstitious and superstition-like behaviour, DOI: 10.1098/rspb.2008.0981 Published 7 January 2009,

6- Lionel Tiger, Michael McGuire, Tanrı Beyni, Alfa Yayınları,

7- Patricia S. Churchland, Güvenen Beyin, Alfa Yayınları,

8- Steven Mithen, Aklın Tarihöncesi,  Dost Kitabevi,

9- Daniel C. Dennett, Darwin’in Tehlikeli Fikri, Alfa Yayınları,

10- Leda Cosmides, John Tooby,  Evolutionary Psychology: A Primer

Facebook
yorumlar ... ( 11 )
23-03-2015
23-03-2015 13:10 (1)
Ben bu yazılanlara karşı çıkmak istemiyorum. Ortalama bir roman okuyucusunda bu türden bir yaklaşım zaten oluyor pratik olarak gelişiyor bunun kuramsal haline karşı çıkmak niye. Bu yaklaşım doğrudur yanlıştır diyemiyorum zaman içinde yanlışlanabilir elbette ama şu haliyle lüzumlu. bu evrimci yaklaşım siyasete ve insana bakışta gerginliği stresi hayli azaltıyor dinsellikte olduğu gibi :) Şu sözü benimserim. Aydınlanma ergenlikten çıkma halidir. Serkan baknalı
24-03-2015 01:50 (2)
Meselenin beynin-zihnin organizasyonuyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu organizasyon ise, genetik-biyolojik alt yapının üzerine, daha anne karnındaki şartlardan ve erken çocukluk dönemindeki fiziksel, sosyal, psikolojik maruziyetlerden-karşılaşmalardan etkilenerek şekillenmekte, kanaatimce... üstelik, büyük çoğunluk din kavramıyla yoğrulmuş ebeveyn ve diğer büyüklerin kucağına doğuyor ve bu ortamda algıları gelişiyor... din ve eşdeğerleri, bir yandan içine doğulan ortamdan etkilenmeyle ilişkiliyken ve yaşam boyu aidiyet gereksinimini karşılarken diğer yandan da "ölüm" idraki ve korkusu için bir güvence oluşturmakta insana... özellikle öte alemde yaşama olasılığı, hem bu dünyanın acılarını çekilir kılmakta hem de ölüm anksiyetesine panzehir olmakta... umarım daha sonra derli toplu biçimde bir yazıya dökme olanağım olur :)))Mine
24-03-2015 10:53 (3)
Şahsen sizdeki samimiyet ve çelışma disiplini beni bitiriyor. Bilgisayarı açınca sizin yazınızı okuyarak güne başlamak ayrıcalık.Adım kaanizm'ciye çıkacak ancak bunları yazmakta benim samimiyatim gereği.Emeğine sağlık ...y.bodur
25-03-2015 01:37 (4)
bu Pinker'ın ya kafası karışık ya da kendi meramını anlatma becerisi kıt. how the mind works'te de, the language instinct'te de adamın ne demek istediğini tam kavrayamıyorum. bi gariplik var. ha o gariplik belki benim mallığımdandır diycem ama, Chomsky'yi anlarken Pinker'ı anlayamamış olmam bence kabahatin bi kısmının da Pinker'da olduğunu gösterir. ya da bana şu an yattığım yerden de öyle geliyor olabilir. çevirileri var mı bilmiyorum. neyse işte. bu arada, Mithen'ın o kitabı harbi çok süperdir. ettekraruahsenvelevkaneyüzseksen tadı alt notalarda vardır amma... yine de bombastiktir. çevirisi de fena değil. saçmalamamış çevirmen kişi. hülasa, bu önemli bi yazı (dizi olacakmış - güzel! hatta ov yeğğğ!). kitaplar da güzel. İstanbul çok güzel. rakı-şiş kebap çok güzel. gene gelecek ben! p.s. Pinker da çıfıttır bu arada. hemi de yanlış hatırlamıyosam kanada çıfıtı. hürmetz... a.y.a.
25-03-2015 08:44 (5)
Bu Pinker işin liboşudur biraz harbiden. Anlamamışsan bütün liboşlar gibi her şeyi çorba etmesindendir. Başka toplu foto bulamadık, o yüzden girdi politbüroya :)) Kaan A.
25-03-2015 11:19 (6)
Michael Shermer, 11 eylülün arkasında amerika yokturu ispatlamış kitabında. Önce bilimin üst perdesinden ahkam kesiyor, sonra ana akımdan farklı düşünen insanı paranoid ilan ediyor. Bu amerikan menşeili evrimci psikoloji, yeni bir akademik din gibi. Genleri tanrı ilan eden bir mitolojiye dayanıyor sanki. "Sağ da yok sol da, huzur bilimde" diyor. Amerikan ve kapitalist antikomünizminin uzantısı bir tür kadercilik. Bir türlü benimseyemedim.
25-03-2015 11:26 (7)
6 numaralı isimsiz arkadaşım, ben de 11 eylülün komplo olmadığını düşünüyorum, aksi kanıtlanana dek öyle düşüneceğim. Ne olacak şimdi? Genleri kimse tanrı ilan etmiyor, onu sen öyle görmek istiyorsun, yeni bilgiler kafanı yorar mı diye, korkun bu. Shermer'i benimsemene gerek yok, ben de hiçbir kitabı benimsemek için okumuyorum, öğrenmek için okuyorum. Ama bunların kırkı ellisi aynı şeyi tutarlı ve kanıtlı söylediği zaman bir akım ortaya çıkıyor. Hem sen sol nedir bir tanımını yapar mısın? Biz burada 30 yıldır tanımlamaya çalışıyoruz başaramıyoruz, senden öğrenelim. Biz o anahtar deliğine yıllardır bakıyoruz, sen ne görüyorsun onu söyle. Ve ardından niye 1000 çeşit sol var, onu izah et. Ve ardından anti kapitalist, komünist boş laflarının hakkını kimler veriyor, kimler ona karşı mücadele veriyor, bir yol örneklendir de somuttan konuşalım. Değil mi değerli kardeşim. Kaan A.
25-03-2015 15:31 (8)
Aslında eskiden solun tanım belliydi: emekten yana olmak. 70'lerden sonra "sulanmaya" başladı. Örneğin LGBT haklarını savunmak, çevre duyarlılığı da solculuk sayılmaya başladı. Aslında bunlar ve birçokları "emekten yana olmanın" üzerine eklenseydi veya bu alanlara "emek eksenli" yaklaşılabilseydi solu "zenginleştirirlerdi". Tam tersi oldu ve "sol" bugünkü amorf haline geldi. Şöyle örnekleyeyim, adam CHP'li belediye başkanı, 12 Eylül zindanlarından geçmiş, hapis yatmış, yıllarda İHD'de mücadele etmiş, bugün Belediye'sinde sığınma evi açmış, bir sürü sosyal projesi var ve kendisini SOLCU olarak tanımlıyor. Fakat belediyede taşeron işçi çalıştırıyor ve geçen sene 3 işçiyi sendikaya üye olduklarından işten çıkartmış (eylemlerden sonra geri almak zorunda kalmış). Bence solculuğun temel kriteri hala emeğe karşı tutum, fakat artık toplumun büyük kesimi benim gibi düşünmüyor ve bu adama solcu demeye devam ediyorlar. AA.
25-03-2015 15:50 (9)
shermer kötü ve kaka. iyi. deepak chopra çok mu sipper? bu ad hominemcilik'ten ne zaman vazgeçecek şu site yorumcuları? adam vaktinde şöyle dediydi, o yüzden onun dediklerinin bi hükmü yok falan fıstık. yapman, etmen! bir nazi'den gayet de iyi bi edebiyatçı çıkar. bi gomonis de gomonis olduğu için iyi bi yazar olmak zorunda değildir. nokta. a.y.a.
25-03-2015 19:13 (10)
Sn. KA 7, "sağ olmayan her şey sol'dur" denebilir mi? O zaman da sağ durumları tanımlamak gerekir. Sn. AA'nın örneğine bakarsak, taşeron işçi çalıştıran sağcı, sendikalı çalıştıran solcu olur. Ama bu sefer de, işçi aidatlarıyla lüks makam otosu alan devrimci sendika başkanı veya evimize temizliğe gelen işçiyi sigortasız çalıştırdığımız için biz, sağcı oluruz. Durum biraz karışık. mh
27-03-2015 07:38 (11)
Yazı diziniz dünyaya ve hayata bakışımı daha ileriye taşıdı. Dostlar arkadaşlar arasında artık bu fikirler de konuşma içine girecek. Daha doğrusu gerekçelendirerek ayrıntılı düşünce alışverişinde bulunabileceğim. Yoksa eserleriniz ve görüşlerinizi otuz yıldır olmasa da on yıldı takip ediyorum. Insanı sığlıktan çıkarıyorsunuz. Üç numaralı yorumcunun belirttiği gibi çalışkanlık ve samimiyetiniz şapka çıkarttırıyor. Siz ve sizin gibi insanlar dünyamızı zenginleştiriyor. Kafanıza elinize sağlık. NB
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210884
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.