Jürini kur, ödülünü Kap
Taylan Kara'nın Türkiye'de verilen edebiyat ödülleri üzerine yazdığı yazılar ve ortaya çıkardığı gerçekler hepimiz için bir tablo ortaya koyarken toplumsal karakterimizin bir başka yanını da gösterdi: Doğrudan kaçmakta ve görmezlikten, bilmezlikten gelmede ne kadar maharetli insanlar olduğumuz gerçeği...
Şimdi ben de bir “ödül” hem de “prestijli bir ödül” öyküsü anlatmak için yazıyorum bu yazıyı.
Bildiğiniz gibi Duygu Asena 30 Temmuz 2006 tarihinde öldü; hemen dört gün sonra P.E.N Türkiye Merkezi'nin o günkü yönetim kurulu toplanıyordu. 03.08.2006 tarihinde yapılan bu toplantıda alınan karar şu şekildeydi: “Karar No:6 – Duygu Asena adına konulacak ödülün niteliği tartışıldı, jüri üyeliği için İpek Çalışlar, İnci Asena, Prof. Şirin Tekeli, Füsun Akatlı ve Ayşenur Arslan'a öneri götürülmesi, jüri ile ortak toplantıda yönetmeliğin belirlenerek ilan edilmesi ve ödülün 9 Mart 2007'de açıklanmasına...” Bu kararda adı geçen İpek Çalışlar aynı zamanda dönemin P.E.N kurulu üyesiydi. Yönetim kurulu, bir yönetim kurulu üyesine “jüri üyeliği” için öneri götüremeyeceğine göre bu karardan anlamamız gereken yönetim kurulunun, yönetim kurulu üyesi İpek Çalışlar'ı ödülün jürisini oluşturmak ve yönetmeliğin belirlenmesi için görevlendirdiğidir.
Buraya geri döneceğim; ama şimdi bu ödülle ilgili sabrınızı biraz zorlayarak yaşadıklarımı anlatayım.
Bunlar da kim?
P.E.N yönetim kurulu bu kararı alıyordu ama bir yandan da genel kurul tarihi yaklaşıyordu. Vecdi Sayar genel kurulda tekrar aday oluyordu. Bunu arkadaşım Sabri Kuşkonmaz'la telefon konuşmamızda öğreniyordum. Tarık Günersel'in başkan adaylığında bir liste çıkaracaklarını söylüyor, benim de yer alıp almayacağımı soruyordu: Kabul ettim. Bunun üzerine karşı tarafın biraz canının sıkıldığı haberlerini almaya başladık. Onlara göre bu liste oy alabilecek bir liste değildi, yine de temkinli olmakta “faide” vardı ve bu genel kurula kadar P.E.N kapısını açmayan “ünlüler” davet ediliyordu. Bu davetin; birtakım “no name”in, solcu ve ulusalcının yönetime gelmek için liste oluşturduğu söylenerek yapıldığı kulağımıza geliyordu. (Dedikodular çeşit çeşit her zaman yapılır, ciddiye almamak gerekirdi...) Sonuçta P.E.N'in mayıs ayındaki genel kurulu görülmemiş bir kalabalıkla toplanıyordu ve divan başkanlığına -yanlış anımsamıyorsam- Oral Çalışlar geliyordu. Oylama sırasında Sevgili Tarık Günersel iki başkan adayının birbirinin listesine oy vermesi önerisinde bulunuyordu. Bu “demokrasi” çağrısı zaten seçimi kazanacağını düşünen öteki başkan adayı tarafından kabul edildi. Seçim bitti, oylar sayıldı ve bizim liste bir oy farkla seçimi kazandı. Vecdi Sayar'ın oyuyla yönetime gelmiştik ve genel kurulda büyük bir şaşkınlık yaşanıyordu. (Demokrasi melaikesi Oral Çalışlar ne düşünüyordu çok merak ediyorum.)
İlk toplantıya girerken Sabri Kuşkonmaz'a ödülün ne olacağını sordum ve ödülü Doğan Kitap'ın verdiğini ve bundan sonra da onun sürdüreceğini söyledi. Bizim için sorun bitmişti ya da biz öyle sanıyorduk ve bir Halide Edip Adıvar Ödülü vereceğimizi açıkladık. (Bu ödülü yurtiçinden bir yazara vermeyecektik. Yurdışında P.E.N ağları içinde onların içinden birini seçerek verecek ve o yazarı edebiyatımızın o ülkede tanıtımı için bir çeşit “elçi” kılacaktık.)
Zaman geçiyordu ve Duygu Asena ödülünün açıklanması zamanı yaklaşıyordu ve bir sabah P.E.N yönetim kurulu ve kurum olarak merkez medyanın birinci sayfalarındaydık. Herhangi bir yazarın, gazetecinin, sıradan insanın uğradığı işkence, baskı; önemli ve alanımızı ilgilendiren çok önemli olayların yaşandığı bir dönemde yaptığımız açıklamalar herhangi bir sayfada yer bulamazken kendimizi birinci sayfada bulmuştuk:)
Hürriyet'ten Milliyet'e, Milliyet'ten Radikal'e, Radikal'den bianet'e “P.E.N'de Kadının Adının Olmadığı” (*) ilan ediliyordu. Günlerce sürecek bir karalama kampanyasına maruz kalacaktık. Cumhuriyet'te Oral Çalışlar konulduğu için daha önce P.E.N Başkanı Vecdi Sayar'ı kutladığı köşesinden bizlere “kadın düşmanı” olduğumuzu ima ederek saldırıyordu. Ben de akşam işe gittiğimde onun yazılarını tashih ediyor, bir yandan bu yazıları neden yazdığını kendi kendime soruyordum. Bazı köşelerde ve medyada AKP'nin siyasi İslamcı kimliğinin ve politikalarının uzantısı ve etkisi olduğu bile ima edildi ve “Neler oluyor” diyerek akşam bültenleri noktalanıyordu? Gerçekten neler oluyordu biz de çok merak ediyorduk... Dört bir yandan, etik, ahlak, tutarlılık sınavlarına tabi tutuluyorduk.
Türkiye'de medya lincine uğrayan bilir; öyle bir yalan bombardımanına maruz kalırsınız ki birini düzeltemeden ikincisi gelir, sonra bir üçüncüsü... Böylece gider. Düzeltmenizi görseler bile ertesi gün yayımlanan metni okuduğunuzda bu kez kendinizi düzeltmek zorunda hissedersiniz kendinizi. Bununla başa çıkabilmenin bir olanağı da yoktur ve bir medya taktiğidir. Tarık Günersel, arkadaşlar derdimizi anlatmak için çırpınsalar da sonuç alıcı bir karşılık göremiyorduk.
Ödülün yürütücüsü ve oluşturucusu İpek Çalışlar şöyle diyordu örneğin: “Saygısızlık... PEN Türkiye yönetimi, Duygu’ya, ödül jürisine, eski yönetime ve PEN üyelerine saygısızlık etmiştir" dedi. Yazı dünyamızın özgürlükçü ve mücadeleci kalemi Duygu aramızdan çok erken ayrıldı. Bu ödül bir anlamda onun gidişiyle ortaya çıkan büyük boşluğun doldurulmasını da teşvik edecekti. Bu ödül Duygu'ya son günlerinde dayanma gücü vermişti.
"PEN Türkiye Yönetimi’nin öngörüden yoksun bu kararını tanımıyorum. Ancak istifa etmiyorum çünkü bir sonraki seçimde sahip olduğum oya ihtiyacım olacak." (***)
Sonunda Duygu Asena Ödülü'nün bölünmesi önerildi. P.E.N içinden de oldukça küçük ama gürültücü bir grup ödülün verilmesi için bastırıyordu. Bu “dâhice” öneri kimden çıktı bilmiyorum ama ödülün; kadın çalışmaları üzerine olan üretimlere verilmesini P.E.N Kadın Komitesi'nin, edebiyat (roman) ödülünün verilmesini ise Doğan Kitap'ın üstlenmesi öneriliyordu. Sonuçta ödülü P.E.N yönetim kurulu da vermemiş olacaktı.
Öneri bana iletildiğinde hemen karşı çıktım. Karşı çıkış gerekçem gayet netti: Bir yazarın-sanatçının kimliği bir bütündür, parçalanamaz, dedim. Duygu Asena'nın romanlarını(*) dünya görüşü ve kadına bakış açısı belirlemiyor muydu, bu onlarda içerilmiyor muydu? Bir Nâzım Hikmet ödülü koysak, ödülü vereceğimiz yazarın komünistliğini TKP, edebi yanını da P.E.N mi değerlendirecekti? (O zaman bir TKP vardı.) Bu öneride bile aynı zamanda siyaset ayrı-sanat ayrı, dünya görüşü, ideoloji ayrı diyen piyasacı, burjuva sanat ve estetik anlayışının görmemek mümkün mü?
Sonunda önerinin görüşüleceği yönetim kurulu toplantısı geldi çattı. Arkadaşlarımdaki genel eğilim üzerimizdeki baskının sürdürülemez olduğu ve bu şekilde krizin atlatılması yönündeydi. Ben de yukarıdaki gerekçemi söyleyerek karara muhalefet şerhi yazacağımı söyledim. Saygıyla karşıladılar. Şimdi bunları da o muhalefet şerhinin verdiği güçle yazıyorum.
Nerede kalmıştık...
Evet yazının girişinde “buraya döneceğim” dediğim yere dönüyorum şimdi. Ödülü koyan Vecdi Sayar yönetimi 17 Nisan 2007 tarihinde toplanıyordu. Toplantıda yönetim kurulu üyesi İpek Çalışlar da bulunuyordu. Karar No: 3'te aynen şunlar yazıyordu: “İnci Asena, Oya Köymen, Orhan Pamuk, Prof. Şirin Tekeli, Serpil Gülgün, Emel Armutçu, Prof. Fatmagül Berktay, Prof. Nazan Aksoy ve Vecdi Sayar'dan oluşan P.E.N Türkiye Merkezi Duygu Asena Ödülü jürisinin oybirliği ile (Vecdi Sayar'ın çekimser kaldığı) İpek Çalışlar'ın Latife Hanım” kitabı ile seçildiği açıklandı...”
Evet Ağustos 2006'da yönetim kurulunun ödülü kurmak ve yürütmekle görevlendirdiği yönetim kurulu üyesi, bize ilkeden, tutarlılıktan, saygıdan söz eden İpek Çalışlar, kendisinin de bulunduğu yönetim kurulu toplantısında kendi kurduğu jüriden ödül alıyordu.
Tabii bizim itirazlarımızı ve haklı duruşumuzu ahlak, ilke, kadın hakları, tutarlılık kisvesi altında boğanların bu ahlakı sorgulamalarını beklemiyordum.
Nihat Ateş
(*) http://www.milliyet.com.tr/pen-de-kadinin-adi-yok--pembenar-detay-kultursanat-535821/
(**) Tabii böyle bir roman varsa! Ama bu bir edebiyat tartışması, şimdi konumuz değil.
(***) Bianet, 05 Şubat 2008