Auschwitz Duygusu 3 : Tamsayılara yakınsayan ölüler
Hiç kimse Auschwitz toplama kampına isteyerek girmemişti, bir kişi hariç: Witold Pilecki. Polonya ordusunda bir subay olan Pilecki, 1940 yılında Auschwitz’de isyan örgütlemek amacıyla kasıtlı olarak suç işleyerek kendisini Auschwitz’e göndertti. Kampta gizli bir direniş örgütü kurdu; kampta olanları, bir radyo istasyonu kurarak dışarıya bildirdi. Yaklaşık 3 yıl kampta kalan Pilecki, 26 Eylül 1943’te kampın telefon tellerini keserek, yanında Nazilerden çaldığı belgelerle kamptan kaçmayı başardı. Pilecki, Auschwitz toplama kampından kaçabilen nadir insanlardan birisiydi.
“Yaklaşık” 700 insan
Auschwitz kampını gezdikten sonra gördüklerimle allak bullak olmuşken kampın dışında yolun kenarında bir yazıt dikkatimi çekiyor. Auschwitz kurtarılmadan hemen önceki gün öldürülen “yaklaşık” 700 Auschwitz kurbanının toplu mezarı burası. Kamp Sovyet Ordusu tarafından 27 Ocak 1945’te kurtarılmıştı. Kızılordu kampa 26 Ocak’ta yetişebilse ya da bu kişiler bir gün daha sağ kalmayı başarabilseler “doğal yaşam süreleri”ni yaşabilecek, normal insanlar gibi kalp hastalığından, trafik kazasından, kanserden ölebilecek yaklaşık 700 insan. 700 insan değil, “yaklaşık” 700 insan…
Anıtta “about 700 prisoners” ifadesi geçiyor; kesin sayı bilinmiyor. Yok edilmesi “o kadar da önemli olmayan” insanların toplu ölümleri hep bir tam sayıya yakınsar.
Önemsiz ölüler
İsimleri insanlardan sıyırdığınızda insan, sayma sayılar kümesinde ancak bir tam sayılık yer kaplar. Haber bültenlerinde Ortadoğu’daki toplu ölümler de, “önemsiz” ülkelerin “önemsiz” insanlarının ölümleri de böyle verilir: “Bağdat’ta patlama, en az 300 sivil öldü”. Bu insanlar tek başına ölemezler bile, ancak 2-3 basamaklı bir sayıda topluca öldürüldüklerinde, en yakınındaki tam sayıya yuvarlanarak ölürler: ölen insan sayısı 287 ise “en az 250’dir, 304 kişi ise “en az 300’dür”. 250 ile 287 arasında 37, 304 ile 300 arasında 4 insan yaşamı vardır. “Önemsiz” insanlar, tek başına ölemedikleri gibi, 3 kişi, 7 kişi, 18 kişi olarak da ölmezler; 10, 20, 100, 350, 800 kişiyle ölürler. Sayma sayılar kümesi 1,2,3,4,5… diye giderken toplu ölümler kümesi 10,20,30,50,100,150,300… diye gider. Örneğin Afganistan için bu kümenin ilk sayısı 50’ye kadar çıkabilir. “En az” 49 kişiyle birlikte ölmezseniz, kimse sizi haberleştirmez.
Auschwitz, tam sayılara yakınsayarak ölmektir.
Auschwitz’in son günü öldürülen kurbanları da “yaklaşık 700 kişi” olarak öldürülmüşler.
Sadece bir gün daha… Kimbilir kaç gün, kaç ay sağ kalmayı başarabilen ama bir gün daha yaşayamayan 700 insan… Sadece bir gün daha yaşamaları, kendi yaşamlarına ulaşmaları için yeterli olacaktı. Onların nasıl öldürüldüğünü hayal etmeye çalışıyorum. Auschwitz duygusu, Auschwitz’in dışında da sürüyor.
Auschwitz’de insan nedir?
İnsan Auschwitz’de bir gözlüktür; binlerce gözlükten birisi…
Onbinlerce traş fırçasını arasında bir traş fırçası…
İnsan Auschwitz’de yağmur birikintisinde bir damla sudur.
İnsan Auschwitz’de bataklıkları kurutan küldür; insan Auschwitz’de bastığım topraktır.
Bir rüzgarın gövdeyi titretişidir; onbinlerce gövdenin aynı rüzgarda titremesidir.
Empati, insanı utançtan kurtarmıyor, tersine koyu bir utancın gövdesine gömüyor.
Auschwitz’in kapısında ünlü sloganı “Arbeit macht frei”* yazıyor.
Bu blokların arasında görünüşte hiçbir özelliği olmayan bir duvar var. Diğer duvarlardan tek ayırt edici yanı önünde kurumuş ve taze çiçeklerin, yakılmış mumların olması. Bu duvar binlerce Auschwitz tutsağının kurşuna dizildiği yer. Binlerce insanın en son gördüğü görüntü bu tam karşımdaki beton-gökyüzü manzarası oldu. Bununla nasıl bir empati kurulabilir?
Duvarın önünde durarak onların son gördüğü manzarayı görmeye çalışıyorum. Auschwitz, ne kadar çabalanırsa çabalansın, bütün empati denemelerinin sığ kaldığı bir yerdir. Gayet nazik görevlilerin olduğu bir yerde, birbirlerine gülümseyerek selam veren ziyaretçilerin arasındaki bir kişi –ben-, karşılarında namluları kendilerine dönük Nazi askerleri var iken, saniyeler sonra öleceğini bilen bir insanı nasıl kavrayabilir? Ya binlercesini? Bir an için bunu becerebildiğimizi düşünelim. Bu kavrayışın yüklediği bilinç yüküyle yaşamayı becerebilir miyiz?
Auschwitz, binlerce insanın öldürüldüğü bir yerde onları hissetme yetisinin yetersizliğidir. Auschwitz, kolay kolay taşınmayacak bir yüktür. Bu yazı yüzlerce sayfa uzatılabilir.
Auschwitz, insanın insana yapabileceklerinin uç bir örneğidir. Auschwitz duygusu bir acı saptayıcısıdır; dünyanın neresinde ve ne kadar uzakta olursa olsun bir insan çığlığını duyabilir. Auschwitz duygusu, bilince bir kez yerleşince bir daha çıkmayacak bir bilinç yaralanmasıdır. Öyle bir yara ki bir insan dünyaya bakışını, bu toplu acının kırıntıları üzerine kurabilir. İnsan türü, kendine bir tür “tür ahlakı” kurabileceği birçok tuğlayı bu Auschwitz duygusu’ndan edinebilir. Auschwitz, insanlığın en dibe vurduğu bir andı; kimbilir belki yine buradan yükselebilir.
Taylan Kara
*Arbeit macht frei: Çalışmak özgürleştirir. Alman milliyetçi yazar Lorenz Diefenbach‘ın 1872’de yazdığı kitabının adıdır.