Antibiyotik direnci ve DSÖ’nün açmazı

Antibiyotik direnci iklim değişimi, mültecilik, yoksulluk gibi “insanlığın” karşı karşıya olduğu en önemli güncel sorunlardan biridir. Sorun çok boyutludur ve Sınıfın Sağlığı okurları daha önce antibiyotik direncinin farklı boyutlarına dikkat çeken makalelerimizi anımsayacaklardır.

Kapitalizm, emperyalizm, sınıf ve Ebola başlıklı makalemizde, yaşam boyunca yalnızca birkaç kez kullanılacak bir antibiyotik yerine, ömür boyu kullanılacak bir antidiyabetik ilaca yatırım yapmanın daha “karlı” olduğunu, fakat bu süreçte sadece ABD’de her yıl antibiyotiklere dirençli bakterilere maruz kalan 2 milyon insandan 23 bininin yaşamını yitirdiğini yazmıştık. Büyük ilaç şirketlerini sosyalleştirin başlıklı makalede ise hastanelerin ve hayvancılıkla uğraşanların antibiyotik direncinin ilerleyişini yavaşlatmak için alabileceği bazı önleyici adımlar olduğu, ancak bu girişimlerin yaklaşan kıyameti geciktirmekten fazlasını yapamayacağı belirtilmişti. Bu makalemizde antibiyotik direnci ile kapitalist besicilik arasındaki ilişkiyi ve Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) sorunun bu boyutuna yaklaşımını ve açmazlarını tartışacağız.

BESİCİLİK VE ANTİBİYOTİK DİRENCİ

Antibiyotik direncinin başlıca nedenlerinden biri uygunsuz besicilik uygulamalarıdır. Süreç şöyle gelişir: Büyükbaş hayvan besiciliğinde en önemli maliyet unsuru yemdir. Besi çiftliklerinde maliyetlerin azaltılması için hayvanlar daha ucuz olan nişastadan zengin yemlerle beslenirler. Bu tür uygunsuz beslenme sığırlarda karaciğer apsesi gelişmesine neden olur. Besiciler buna karşı önlem olarak hayvanlara tylosin (makrolid grubu bir antibiyotik) verirler. Bu besici için büyükbaş hayvanları uygun beslemekten daha ucuz bir “çözümdür”. Böylece besici maliyetini azaltır. ABD’de büyük sığır besicilerinin yüzde 70’inden fazlası 160 günlük besi döneminde sığırlarında karaciğer apsesi gelişmesini önlemek için tylosin kullanmaktadır.

Araştırmacılar tylosin kullanılan sığır ve domuz gibi büyükbaş hayvanlar üzerinde yaptıkları çalışmalarda makrolid grubu antibiyotiklere dirençli enterokok ve streptokoklar saptamışlardır. Bu besicilerin ürünlerini tüketen insanlar, protein gereksinimlerini karşılarken antibiyotiklere dirençli mikroorganizmalara da maruz kalmaktadır. Dirençli mikroorganizmaların insanlarda enfeksiyon oluşturmaları durumunda, normalde bu mikroorganizmalar üzerinde etkili olabilecek antibiyotikler beklenen etkilerini gösterememekte ve sonuç ölümcül olabilmektedir.

DSÖ BUGÜNE KADAR NELER YAPTI?

Geçtiğimiz ay toplanan Dünya Sağlık Meclisi’nin 68. oturumunda ele alınan başlıklardan biri de antibiyotik direnciydi. “Hazırlık, sürveyans ve yanıt” başlığı altında 22 – 25 Mayıs 2015 tarihlerinde tartışılan konuya ilişkin WHA68.7 sayılı karar alındı. İsterseniz alınan kararları tartışmadan önce sürece bir göz atalım.

DSÖ milenyuma girilirken antibiyotik direnci vakalarının hızla artmasının ciddi bir “halk sağlığı” sorunu olduğunu ve “küresel bir tehdit” oluşturduğunu kabul ederek, 2001 yılında antibiyotik direncinin sınırlandırılmasına/önlenmesine yönelik küresel bir strateji oluşturdu. Antibiyotiklerin akılcı kullanımı, ilaçlara dirençli tüberkülozun önlenmesi ve kontrolü için kararlar aldı. 2011 yılında Dünya Sağlık Günü’nde soruna bir kez daha dikkat çekildi. 2013 yılında Antimikrobiyal Direnç Üzerine Stratejik ve Teknik Tavsiye Kurulu oluşturuldu. Son olarak da geçtiğimiz yıl Küresel Antibiyotik Direnci İzlemi raporu yayınlandı. Peki, bu girişimlerin sorunun çözümüne anlamlı bir katkısı oldu mu? Ne yazık ki bugüne kadar bu konuda çok ümit verici bir haber duyamadık.

DSÖ ÇÖZÜM İÇİN NE ÖNERİYOR?

DSÖ antibiyotik direnci ile mücadele etmek için Küresel Eylem Planı taslağı hazırladı. Taslak üç düzeyli bir eylemlilik tarif ediyor: tek tek üye ülkeler, DSÖ Sekreterliği ve uluslararası ve ulusal ortaklar düzeyinde yapılacaklar sıralanıyor. Planın beş ilkesi var: (1) tek-sağlık yaklaşımı dahil bütün toplumun angajmanı, (2) önceliğin önleyiciliğe verilmesi, (3) mevcut ve yeni antimikrobiyal ilaçlara eşit erişim ve uygun kullanım, (4) sürdürülebilirlik ve (5) uygulama için hedeflerin kademeli olarak arttırılması.

Ayrıca planda hedefler tanımlanmış: (1) etkin iletişim ve eğitimle farkındalığın arttırılması, (2) izlem ve araştırmayla bilgi ve kanıt tabanının güçlendirilmesi, (3) etkin sanitasyon, hijyen ve enfeksiyon önlem tedbirleriyle enfeksiyon insidansının azaltılması, (4) insan ve hayvan sağlığında antimikrobiyal ilaçların kullanımının optimize edilmesi ve (5) bütün ülkelerin gereksinimini hesaba katan sürdürülebilir yatırımlar için ekonomik çerçeve geliştirilmesi, yeni ilaçlara, tanı araçlarına, aşılara ve diğer girişimlere yatırımların arttırılması.

DSÖ’NÜN SORUNA YAKLAŞIMI

Aslında sağlık veya tıp alanında herhangi bir eğitimi olmayan, lise düzeyinde eğitimli biri yukarıdaki Besicilik ve Antibiyotik Direnci başlığımız altındaki iki paragrafı okuduğunda, sorunun özünün hayvanların uygunsuz beslenmesi olduğunu anlayacaktır. Eğer hayvanlar ucuz olsun diye nişastadan zengin beslenmeseler karaciğer apsesi sorunu olmayacak ve besiciler tylosin kullanmak zorunda kalmayacak, sonuçta en azından bu yoldan antibiyotik direncine bir katkı gerçekleşmeyecektir.

Oysa DSÖ’nün Küresel Eylem Planı’nda bu konuya hiç değinilmemektedir. DSÖ üye ülkeleri besi hayvanlarında enfeksiyonları azaltmak için aşılamayı teşvik etmeye ve Dünya Hayvan Sağlığı Örgütünü rehberlerini aşılamadaki yeni gelişmeleri içerecek şekilde güncellemeye davet etmektedir. Yoğun endüstriyel besin üretiminin hastalıklara ve dolayısıyla antibiyotik kullanımı gereksinimine yol açması üzerine tek söz etmekten kaçınan DSÖ, yalnızca Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünü üreticileri besicilikte iyi uygulamaları benimsenmesini desteklemeye çağırmaktadır.

DSÖ ÇÖZÜM İÇİN NELERİ ÖNER(E)MİYOR?

DSÖ’nün “uzmanlarının” sıradan bir lise mezununun dahi görebileceği gerçeği, antibiyotik direncine uygunsuz besicilik uygulamalarının katkı yaptığını görememesi, anlayamaması mümkün müdür? Sorunu DSÖ uzmanları yerine sokaktan birkaç kişiyle tartışsaydık muhtemelen çözüm için şunları önerirlerdi: (1) hayvanların uygun beslenmesi, (2) barınaklardaki hayvan sayısının azaltılması ve (3) besicilerin rutin olarak antibiyotik kullanma nedenlerinden biri olan sütten erken kesme uygulamasına son verilmesi. Peki, DSÖ uzmanları neden bunları öner(e)miyor?

Bu öneriler besicilik boyutunda antibiyotik direncine çözüm olabilecek ve dolayısıyla insan sağlığını iyileştirebilecek, fakat aynı zamanda besicilerin maliyetlerini arttıracak önerilerdir. DSÖ önceliğini “insan sağlığına” veriyor olsaydı, öncelikle hayvanları aşılamak yerine uygun beslenmelerini önerirdi. Oysa DSÖ’nün önceliği insan sağlığı değil, besicilerin “karıdır”. DSÖ bu nedenle besiciler için ek maliyet getirebilecek herhangi bir öneride bulunmamakta, hayvanların uygunsuz beslenmelerini ve bunun sonucu karaciğerlerinde apse gelişebilecek olmasını veri (değiştirilemez bir durum, “fıtrat”) kabul etmekte, bunun üzerinden hayvanların aşılanması yoluyla sorunu “hafifletmeye” yönelik tedbirler önermektedir.

SORUNLARIN ANASI KAR AMAÇLI ÜRETİM

Aslında yalnızca antibiyotik sorununun değil, günümüzde insanlığın karşı karşıya kaldığı bütün sorunların anası üretimin amacının “kar” oluşudur. İş adamları ve iş kadınlarının mal ve hizmet üretmekte önceliği toplumun gereksinimlerini karşılamak değil, ürettikleri mal ve hizmetler üzerinden kazanç sağlamaktır. Besicilikte de durum böyledir. İş adamı veya iş kadını sektöre toplumun et (hayvansal protein) gereksinimini karşılamak için değil, insanların et gereksinimleri üzerinden kazanç sağlamak için girmektedir. Bu nedenle işe giriştiği günden itibaren kazancını arttırabilmek için maliyetleri azaltıcı tedbirler almaya başlamaktadır.

Besicilik işine giren bir iş adamı veya iş kadını “ölçek ekonomisi” (economies of scale) gereği elindeki hayvan barınaklarına olası en fazla sayıda hayvanı doldurmaya çalışmaktadır. Hayvanlar için eziyet anlamına gelen bu koşullar, aynı zamanda hayvan ve dolayısıyla insan sağlığı için de bir tehdittir. “Doğal” ortamlarda kendiliğinden bir araya gelemeyecek kadar çok sayıda hayvanın oldukça dar alanlarda toplanmasının, çağımızın diğer bir sorunu olan ölümcül grip salgınlarının ana nedenlerinden biri olduğu bilinmektedir.

Besicilik işinde ikinci büyük maliyet yemdir. İş adamı veya iş kadını hayvanların beslenme maliyetlerini azaltabilmek için hayvan ve insan sağlığını tehlikeye atmaktan kaçınmamaktadır. Anımsanacağı gibi İngiltere’de ortaya çıkan ve buradan dünyaya yayılan deli dana hastalığı da besi maliyetlerini azaltma çabasının bir ürünüdür. Yine iş adamı veya iş kadınları kazançlarını arttırmak için hayvanlarını sütten erken keserek başka sorunlar yaratmaktadır.

Bütün bu sayılanlar işin “doğası” olarak kabul edilmektedir. Kapitalist toplumlarda sermayenin hizmetindeki politikacılar, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve medya iş adamlarının ve iş kadınlarının insan sağlığını tehdit eden uygulamaları karşısında sessiz kalmayı ve bu uygulamaların olumsuz sonuçlarını telafi edebilecek öneriler getirirken, iş adamları ve iş kadınlarına ek maliyet getirmeyecek önerilerde bulunmaya özen göstermeyi tercih etmektedir. Yoksa örneğin antibiyotik direnci sorununun çözümü için sokaktaki insanların önerebileceği “gerçek” çözümlerin, bu alanda ders veren profesörlerin ve bilim insanlarının aklına gelmeyebileceği düşünülemez.

GERÇEK ÇÖZÜM ÜRETİMİN TOPLUMUN GEREKSİNİMLERİNE GÖRE ÖRGÜTLENMESİDİR

Yalnızca antibiyotik direnci sorununda değil, insanlığı tehdit eden bütün sorunlarda gerçek çözüm üretimin amacının kar olmaktan çıkartılmasıdır ve toplumun gereksinimlerine göre örgütlenmesidir. Bu durumda besicinin “kar kaygısı” olmayacağından, maliyetleri azaltmak için hayvanları insanlık dışı şartlarda barındırmak, insan ve hayvan sağlığını tehdit edecek uygulamalar içine girmek gibi girişimlere özenmeyecektir. Hayvan besiciliğinin bir yatırım ve kar alanı olmaktan çıkartılması, bu alanda insan ve hayvan sağlığını ve iyiliğini önceleyen politikaların geliştirilmesinin önünü açacaktır.

Peki, üretimde maliyetlerin azaltılması da toplumun yararına değil midir? Elbette yararınadır ve bilim insanları, politikacılar ve meslek örgütleri elbette üretim maliyetlerinin düşürülmesi için çaba göstermelidir. Fakat bu çabalar asla insanların sağlığını ve güvenliğini tehdit etmemelidir. Herhangi bir maliyet azaltıcı tedbir öncelikle insan sağlığı ve güvenliği bakımından değerlendirilmeli, eğer sağlık üzerine olumsuz bir etkisi yoksa uygulamaya alınmalıdır. Bu da üretim araçları üzerinde özel mülkiyete son verilmesiyle mümkündür.

Günümüz sorunlarına üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verilmesini içermeyen hiçbir çözüm önerisi bilimsel ve gerçekçi değildir.

Akif Akalın

Facebook
yorumlar ... ( 36 )
25-06-2015
25-06-2015 00:17 (1)
bodoslama gireceğim. 1. akif abi, eğer mevzuu istatistikse, 2 milyon'da 23 bin "negligible"dır. yani ihmal edilebilir! isterseniz benim mizantropime verin bunu. ama durum değişmez. 2. Ebola??? vaddıfak? ne elağkası var canım ağbim? 3. şu işkadını tabiriniz de her yerde vatzapın "mesaj okundu" ifadesi gibi masmavi parlıyor. inadına mı yaptınız? alın size cinsiyetçi söylemin dibi: politik doğruculuk şeysinden zati nefret ederim. onun tek bi ifade şekli olabilir. İŞADAMI! nokta. ha siz ille işkadını diycem derseniz, o söylediğinizi bizim mahallede çok yannış annarlar ağbim. iş tutmayalım burda. a.y.a. selams ve mucuks
25-06-2015 08:17 (2)
Dinlerin insanlığın bütün dertlerinin nedenini şeytana bağlaması gibi hastalıkları, kar kaygısına, kapitalizme, daha özelde besi hayvanlarının beslenmesine bağlamışsınız. Enfeksiyon hastalıkları, kapitalizmin sonucu değildir. Antibiyotik üretimi de bu sistemin ürünüdür. Bir eliyle yaparken diğer eliyle bozmak özel mülkiyet sisteminin değil, doğanın ve insanın özelliğidir. İnsan şu yazıyı okuyunca, bilgi düzeyinden etkilenip kapitalizmi savunmak istiyor. Mefistofeles gibi, niyeti öne sürdüğünün tersi bir yazı mı yazdınız. Maliyetin azaltılmasından özel mülkiyetin sonlandırılması ilişkisine geçen mantık zincirini takip etmek zor. Hayvan besiciliğini yatırım ve kar alanı olmaktan çıkarıp insan ve hayvan sağlığını ve iyiliğini önceleyen politikalar nasıl geliştirilecek? Karın ve özel mülkiyetin sorumlu ilan edilmesi zorlama olmuş. Yemin kalitesiz olması ve antibiyotik kullanımı da maliyeti azaltmak için değil midir?
25-06-2015 09:42 (3)
Merhaba aya kardeş. sorun 2 milyonda 23 bin ölüm değil, ölümlerin nedeninin antibiyotik direnci oluşu. Ebola'nın tabii hiçbir ilgisi yok, "antibiyotik direnci" konusuna değinilen bir başka makalenin başlığı o kadar. iş kadını dediğin gibi politically correct :) AA.
25-06-2015 10:09 (4)
Şimdi sistem içindeki konumun ve çalışma alanın ve masan ve bilgisayarın vasıtasıyla edindiğin bilgilerden betonarme sol şablona yakın gelenleri -ki alan halksağlığı olunca çok bişey yapmaya gerek yok- aynen üretim araçlarının mülkiyetine kitlemeye kalkışınca bir kadans bozukluğu oluyor haliylen. Arabesk şarkının sonunu "aameen" diye bitirmek gibi bir şey bu. Yine de AA canımız, akışı bazan kopsa da aktadrığı bilgiler doğru, niyeti temizdir. Fakat şu sürüp giden beslenme rezaleti ne olacak? Her şeyde radikal, naylonbilime karşı liberal site erbabı, bir tarafta usul usul posta gazetesi tıp köşesi sürüp gidiyor. Ben ahdettim muhatap olmayacağım, kıldan nem kapan AA da dahil tıpçılar, etrafa bir miktar karbondiyoksid, bir miktar hidrojen sülfür yayılması devam mı edecek? O da bir görüş mü demokrasilerde? İnce demokrasi mi? Eyy Kağan; bu Baykal ortalıkta gezmeye devam ederse bir daha sen bile bana CHP'ye oy verdiremezsin! AYU
25-06-2015 10:10 (5)
Benim de bu SINIF sözcüğüne gıcığım var sevgili Akif. Sosyalistler kendi aralarındaki yazışmalarında "sınıf" diyebilirler, ama halka açık tüm yazılarda, konuşmalarda "işçi sınıfı" demek gerek bence. Ezoterik (dar grup dili) kullanmakta ısrar ediyoruz. Benim bile aklıma "sınıfın sağlığı" denince hangi sınıf, 3-B mi, 4-C mi sorusu geliyor. Bunu okuyan vatandaşta da öyle sanıyorum ki bir "bilinçaltı" tepki doğuyor. Yine ne demek istiyor bunlar, sinir şeyler! gibi... Halka dönük tek cümlelik afişlerde bile aynı şey: "Sınıfın kararlılığı faşizmi yenecek!" falan gibi. Al işte bir sınıf ayaklanmış, devleti devireceklerini sanıyorlar :)) Neyse. Tüm kötülüklerin altında kapitalizm ve onun yüksek kar hırsı olduğu görüşüne eleştiriye gelince. Tüm kötülükler olmasa bile mevcut dünyada çoğu kötülüğün kaynağı budur ve bunu göstermekte ısrar etmek lazım. Bu sitenin benzerlerinden bir fakı altı çizilecek şekilde bu. Öte yandan kötülüklerin asıl anası tabii ki insan. O bugün kapitalizmi seçiyor.KA.
25-06-2015 10:14 (6)
Ne bu betonarme sol şablonlar. Oysa başka bir sol mümkün değil mi AYU kardeş.
25-06-2015 10:15 (7)
Sevgili Yağız, Baykal'ı en kısa zamanda bağlayacağım, ortada dolaşamayacak :)) Merak etme sen. Gerçi senin sataşmaların bitmez ama, şu Posta Gazetesi tıpçılığı beslenmeciliği nedir? Bu sitede en son neden şikayetçisin bu minvalde* Anlayamadım. K.A.
25-06-2015 10:55 (8)
"yine ne demek istiyor bunlar, sinir şeyler ayol!" gibi "yımşak" "bilinçaltı" tepkileri doğuran şeyler, bilirsiniz. Halkın yılmaz direnci, sınıfın çelik yumruğu. Başka bir solun mümkün olduğunu umduğumuzdan burdayız, "sol olmayan sol" u anlamaya çalışıp o yola girmemeye çalışıyoruz bir yandan. Bana kalırsa da tüm genele yayılan kötülüklerin ve "elend" imizin "suffering"imizin kaynağı kaynağı olmasa da sürdürücüsü, yaygınlaştırıcısı kapitalizmdir. Başka sol bunu yok sayan değil, bunu yeni dille anlatan, kurtuluşu yeni yolla arayan olmalıdır. Aynı ezberi dayatarak gitmeye çalışmak bezginlik yaratarak emperyalizmin ekmeğine transyağlar sürmektedir. İşte böyle Köstebek kardeş. AYU
25-06-2015 11:28 (9)
Rahmetli Oğuz Kayaalp, ingilizce "challenge"ı "sataşma" olarak tercüme etmişti, umarım öyle alıyorsundur sevgili Kaan. "I challenge thee" de iyiye, güzele ulaşmak için. Neden söz ettiğimi biliyorsun, beslenme öğünleri ile ilgili. Tamam "sataşmayayım" diyorum ama insanlar yorumlarda ciddi ciddi derman arıyorlar. Benim bilgim düzeltmeye yeterli değil ama gidilen yönün yanlış olduğunu görüyorum. Bir tek bana mı batıyor? Yoksa sitemizin diğer tıp savaşçılarına da "adam karateye gidiyormuş" göz dağını verdin :) Cidden İlknur'dan o yazının yorumlarındaki beslenme-metabolizmayla ilgili sorulara bilimcil yanıtlar vermesini rica ediyorum. AYU
25-06-2015 12:27 (10)
Aslında benzer kaygılar taşıyoruz, bence de sınıf, sol, komünist gibi terimler çok kirlendi. Mesela artık birçok insan sol denince "emekten yana olmayı" anlamıyor. Bu durum 1914 yılında da yaşanmış. Normalde komünist partilerin ismi "Sosyal Demokrat Parti"ymiş. Komünist kelimesi isimlerde yokmuş. 1914 yılında bu partiler savaş bütçelerine onay verince aradaki fark belli olsun diye 3. Enternasyonal partileri isimlerini değiştirip "komünist" yapmış. Beni biliyorsunuz, böyle algı, isim gibi şeylere belki gereğinden fazla önem veriyorum ama bence de artık çok kirlenmiş bu isimler değiştirilmeli. Yoksa gereksiz yere yanlış anlamalarla vakit yitiriliyor. Siz başka bir şey anlatmak isterken, öteki bambaşka bir şey anlıyor. AA.
25-06-2015 13:22 (11)
ben de hemen düzelteyim: "solcu olmayan sol" AYU
25-06-2015 17:06 (12)
Belki EDİTÖR buradan bir tartışma açmak ister. Uzun zamandır Orwell distopyasında yaşıyoruz: "savaş barıştır, özgürlük köleliktir, bilgisizlik kuvvettir". Örneğin 1990'larda turbanla başlayıp, Gezi sırasında "yeryüzü sofrasının militanca savunulmasıyla" doruğuna varan ÖZGÜRLÜĞÜ "din" üzerinden tarif eden bir yerdeyiz. Oysa ÖZGÜRLÜK mücadelesinin tarihine bakıldığında, bu mücadelenin dinin tahakkümüne karşı mücadele içinde geçtiği görülür. Bunun nedeni egemenlerin her dönemde dini egemenliklerini meşrulaştırma aracı olarak kullanmasıdır. Yunan tragedyaları "kaderi" sorgularken bunu yapıyordu. Fransız Devrimi yalnızca Kral Louis ve toprak sahiplerine karşı değil, aynı zamanda Kilise'ye karşı yapıldı. Galile kime/neye karşı mücadele etti? Aydınlanma, neyin aydınlanmasıydı? Bu "sol" için de böyle, "bilim" için de böyle, başka pek çok şey için de böyle. Bugün sosyal medyada trend topic "cehalet özgüveni arttırır" konulu bir yazı. Ben de bundan esinlendim. AA.
25-06-2015 18:41 (13)
Posta'yı değil ama Sözcü'yü ben daha evvelden dile getirmiştim. Profösör dohtor corç leksingtın diyerekten... Yazılarımda geçiyore. Rahmetli Kayaalp'in farmakoloji türkçesine katkısı inormıs'tır. Mamafih bazıları pek zorlamanzi kakafore olabiliyodu. Çelınc tabikisi de sataşma değildir. Karşısına çıkma (cûret babında) yes orrayttır. King James Bible ingilişçesine geçeceğisek bizde de nümero infinito. Ayrıyetten, kafamız kıyakken karateci değil bölüm sonu canavarı (boss diyollaa) olsa fıs. Her türlü dalarız. Hoca nem kapmakta haklı. Bu arada, karateci dedim de... Aklıma süper bi fıkra geldi! a.y.a. kıkırsss. Akif Abi de 12'de haklı valla. Hayret. Dayanabildim. Ama yok. Tutamam kendimi. Ritalin bitti. Anadolu Ajansı. Aha da yine kaçtı ağzımdan
25-06-2015 21:41 (14)
Yazıyı beğeniyle okudum.AYU da itirazlarını içten ifade etmiş ama katılamayacağım Bir şeyin yalın ve düz anlatımı ille dogmatik kafayla bakılmasından değil olayın netliğinden de olabilir Ön yargıyla bakarsan arkada dogmatik boş bir kafa (AAyı tenzih!)görürsün Durumları görebilmeye başladığında da kendi kafandaki boşluk dolmaya başlar ve önceki görüngünün senin aynadaki yansıman olduğunu anlarsın (Ayu-Yağız ı tenzih!)DSÖ nün önerileri de düzenin klasik refleksi,vapurda çakmak satamayıp kalem vereyim güzel abime diyen işportacıya benziyorAnlaşılan aşı,dezenfektan,laboratuvar kiti hatta eğitim kiti satacakOysa enfeksiyondan korunma en basitinden güneş,ışık,havanın özgürce dolandığı alanlarda yaşamak ve hayvan yetiştirmekle sağlanır,ne mikrop kalır ne hastalıkBetonlaş sonra hijyen diye bas dezenfektanıYağızcım metabolizma ve diğer tıp konularında naylon bilimselliğimiz de senin durduğun yerden öyle görünüyorSeni karalamıyorum,titiz bilimselliğine saygı duyuyorum,bir gün anlaşacağızİA
26-06-2015 08:50 (15)
ablacım genellemiyoruz ki, lütfen. belli.bir yazı ve mühendisin insan fizyolojisi guruluğundan söz ediyoruz.günde kaç öğün yazısı altında sorulanlar mevzu-bahis. adam tıp alimi pozunu bozmuyor, canını yediğimin solcu okuru da aradığı seviyeyi buluyor anlaşılan.bizimkiler hala benim motorun peşinde :) AYU
28-06-2015 09:56 (16)
Sevgili Yağız önce bir itiraf O yazıyı ve yorumları okumamıştım Dün okudum İçerikte beni rahatsız eden veya haddini aşan bir şey yok Belki bazı ayrıntılar hariç Ama bu meslekler ve uzmanlıklar arası yetki çatışması veya otorite olmayanın fikir beyanı yetkisi üzerinde tartışmak ve yazmak istediğim bir konu De Vany-ilkel insan diyeti örneği de var Kendisi sanırım mühendis. Bilimselliğin filogenezi (!) ve ölçütleri de öyle. İvan İliç e de bir selam çakayım buradan İA
28-06-2015 21:43 (17)
Yorumları, sorulanları, verilen cevaplardaki üslubu ve benim yazdıklarımı da oku bir zahmet o zaman. İvan İliç'e selamla bana uzmanlık savunması yakıştırması yersiz ve bayat oluyor. Kaldı ki bir çok taş devri zihniyetini paylaşmayan sivil okur da aksi yönde görüş bildridi ama er ya da geç vasıfsız polemikçi gibisinden zılgıtı da yediler. Tatildeyim şu ara, sayın Kara'nın siyah tişörtüne leke yapmayalım. YÜ
28-06-2015 22:50 (18)
Sevgili Yağız, lütfen çarpıtma. "Taş devri zihniyetini" paylaşmayan insanlar adam gibi, insan gibi adlarıyla yorum yazsınlar başımız üstüne yerleri var. Ama isim gizleyerek, uyduruk isimlerle durmadan sataşırlarsa itirazımız zılgıtımız sadece buna. Zılgıttan fazlasını hak ettikleri halde. Sen tanıyorsan bu şahısları söyle isimleriyle çıksınlar ortaya. Tanımıyorsan bize namertleri savunma. Kaan
29-06-2015 09:48 (19)
Barakallasen canımıniçi Kaan; isimsizlik yalnızca fersiz tıpkıbasım yalakalara, aslıbelli haset erbabına mı serbest? Hani hakaret içermeyen eleştiri? Herneyse; tanımıyorum elbet, canımın diğer içi İlknur'un beni ittiği köşeye nazaran söyledim. Elbet insan uzmanlık dışı beyanatta bulunabilir, ben de inşaatle ilgili inceleme yapabilirim, sporla, müzikle, tıbbın bilmediğim alanlarıyla ilgili de yazıyorum. Burada tutum, metod, iddia önemli. Pieyy, kaç kere yazdım bunları, bir de epistemolojisini yediğim diğer tıpkoposlardan da açık verdiğimde bel altına yiyorum. Tıbbı üstüme mi zimmetlediler, ne haliniz varsa görün. Öte yandan, o Zülfünün şekli neymiş ööle? CEO mu olmuş, Ajda Pekkanın estetikçisine mi gidiyor? Yumruk yanakta poz çoksatıcı yazara farz mıdır? SA yorumları iplemiyor, AA efendi adam, onu kayırayım diye buraya yazdım, oldu mu nizami isimsizler? AYU
29-06-2015 15:04 (20)
Naçizane bakırdan kapitalizme gelmeni laykettim Sn. AA. Yoku-mireba serisinde bir yerlerde ben de aslen insanın yararına olmaklığı icab eden tıbbi örüntülerin ticaret kaygısıyla cenabetleştiğini belirtmiştim.İkimizin de buluşu değil bu ya, tekrarda hiç ziyan yok. Yeni bağlantıları deşifre ermekse elzem. Bu yazıda ilk takılanla bizlerin nokta-i nazarı farklı hem. Şahsen varılan yerden değil gidiş yolundaki kolaycılıktan puan kırmıştım :) s&s AYU
02-07-2015 22:18 (21)
gıcığım. burdan yorum yazıcam. ben de saf tutuyorum arkadaş. şu gerçekler unutularak yorumlar ve yazılar yazılıyo. 1. insan bi memeli hayvan türüdür. 2. siz halkların kardeşliği, kahrolsun faşizm, yaşasın enternasyonel falan diye çığıroyusunuz diye insanlar arasında "ırk" farklılığı yokmuş gibi davranamazsınız. 3. kabaca 10binlerce yıl içinde farklı coğrafi bölgelerin özelliklerine göre aynı memeli hayvan türünün altındaki bu "ırk"ların da bazı enzim üretimleri veya etkinlik düzeyleri birbirine göre değişiklik gösterecek şekle bürünmüştür. 4. e zaten farklı coğrafyalar otomatikman farklı beslenme paternlerini de zorunlu kılmıştır. 5. sağlıklı beslenme diye bi zımbırtı gerçekten varsa bile bunun kişinin "ırk"sal altyapı özelliklerine ve bulunduğu coğrafyaya göre bi optimizasyona tabi olması mantığın doğal olarak emredeceği bi fenomendir. 6. özellikle son 2000 yıl içinde masif tahıl üretimi, şarap-bira imalatı, süt fermentasyonu, tuzla saklama, balık avlama teknolojisindeki gelişmeler ++
02-07-2015 22:18 (22)
++ gibi bazı faktörlerin yerel tüketim profilleriyle olan ilişkileriyle de alakalı olarak eski medeniyet havzalarında son derece "oturmuş" beslenme kültürleri zaten mevcuttur (cıs! ben 2000 yıl önce bunlar yoktu demedim. ama Roma döneminden sonra bunların markalaşması veya seri üretime olanak tanır hale gelmesi mümkün oldu). 7. şimdi vivid 3 tane örnek vereceğim (ki bilimci arkadaşlara duyurulur; bunların çalışmaları mevcut). dünyada ortalama yaşam beklentisinin kırsal alanlarda en uzun olduğu yerlerden GİRİT, GÜRCİSTAN ve JAPONYA KÖY NÜFUSLARI ele alınmış. gavur erinmemiş, bunları araştırmış. acep bunlar ne yiyo da böyle uzun ömürlü oluyollar diye... sonuç: hadi gürcistan ve girit ucundan birbirine benzese de (goyun-guzu babında ve biraz şarap hacmi bakımından), japon köylüsünün beslenme profilinin bunlarla nerdeyse uzaktan yakından bi elakası yok (ednan bey?)!!! yani ömür, sağlık, hayır, hasenat falan... bunlar multifaktöryel etkilenime açık! 8. haaa, arslanoğullarının savunduğu ++++
02-07-2015 22:18 (23)
++++ diet düzenlemeleri ya da karşı durdukları karbonhidrat bazlı beslenme modellerine gelince. bence onlar çok haksız sayılmazlar. kaldı ki, şu noktada kesin haklılar: elin gıda tröstü çatır çatır propaganda ve reklam yaparken buradaki iki cılız sese bile tahammülsüzlük gösterilmesi normal değil. 9. normal olmadığı gibi "sen bu tartışmaları gel de bizim sahada, bizim tribünlerin önünde yap" demek de delikanlılık değil. velev ki arslanoğulları haksız, o zaman onlara buradan aksi bilimsel-filimsel kanıt gösteriniz. amma o kanıtlar da monolit gibi sağlam olsun ve karşıyı unufak etsin. 10. bi grup insanın herhangi bi dini inancın propagandasını yapması, cinsel kimliklerini açıklaması ne kadar demokratik haksa, başka bi grup insanın da "biz paleo-diyeti savunuyoruz" demesi en az o kadar haktır. kaldı ki, bu insanlar size "zıkkım çok faydalıdır, bilhassa kökünü yiyin" demiyolar. o yüzden kekikle, kuzuyla makaraya sarmak da bence mantıklı değil. ha ille makaraya sarılacaksa o konuda sitenin+
02-07-2015 22:19 (24)
+ demirbaş makaracıları varken ve inanın bana bu makaracıların estetik düzeyi sizden hiç aşağı değilken, elinizin hamuruyla bu işlere bulaşmayın derim ben. biz de itina ile gada alırız icabında. sonuç: kaç öğün yiyeceğinizi bilmiyorum. ama gerçekten celibom, çukulata, gaşık dondurma, patates kızartması, pizza, makdomalts, makarna, mantı silsilesi insanın zihnini bozuyor olabilir. en azından bana bi evliliğe maloldu! ben mi? ben etanolden başka sadece et, yumurta ve fermente süt ürünü tüketirim. az da ekmek, sebze ve çilek... ve benim zihnim yapısal olarak bozuk. ama yukarıda andığım şekilde beslenen insanların da bi süre sonra zihin akış şemalarının bozulduğu yönünde kişisel deneyimim var. bilim tabii ki benim kişisel deneyimimi dikkate almaz. ama ortalama karbonhidrat tüketicisi profilinin dünyada ne halde olduğu sugötürmez bi gerçek olarak meydanda. büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpüyorum. organik insan dışkısı yiyen domuzlardan yapılma sosislerime yumuliym! a.y.a.
03-07-2015 09:38 (25)
Son yıllarda ortaya çıkan, sözde yerleşik sistem eleştirisi yapan, "hepimiz öleceğiz" diye ortaya çıkıp bağıran bir grup insan var. Ortak özellikleri konu hakkında yeterli bilimsel alt yapıları olmaması, sizi de tartışırken bilimsel yöntem dışına çekmeleri, mantıklarının ortalama insana hitap etmesidir. Bakkalın hoşuna giderler, çünkü survivor yarışması gibi "yeneceğim hepinizi" yöntemiyle saldırırlar. Bilimden uzak ortalama insanı, bilmek için okumaya gerek olmadığını, bağırmanın yettiğini gösterip heyecanlandırırlar. Dil bildikleri şüphelidir. Tus yokken üniversiteye girmişlerdir, nasıl Prof oldukları araştırılmalıdır. Bir kez Prof oldun mu mezara kadar götürdüğün ülkemizde bunlar dizi film tadında TV'ye çıkarılır. Prof cübbesiyle(mefistofeles mi yoksam ) çıkıp, bilimi filme çevirirler. Bir doktor medyada çok yer alıyorsa maddi çıkarı mesleğinin önünde olabilir, hemen inanmayın. Istatistiğe sonsuz güvenmeyin ama yerine daha iyisini bulana kadar "kapitalist" bilimi takip edeceğiz. MB
03-07-2015 10:16 (26)
TUS yokken üniversiteye giremezdiniz. Adı üstünde, tıpta uzmanlık sınavı. Üniversiteye değil, uzmanlık eğitimine giriş için seçme ve yerleştirme sınavı yani. Düşünülenin aksine, 80'lere kadar tamamlanmış, klinik branşlardaki ihtisasların %75'inden fazlası bildiğiniz eğitim araştırma hastanelerinden olmuştur ayrıca. O jenerasyonun adamlarını küçümsemeyin. Mevcut jenerasyondaki müstakbel acur popülasyonunun ne olacağını öngörmek için elimizde yeterli takip verisi yok. Ve preliminary results göstermekte ki, insan bu. Fıtratı (ya da siz evrimsel genetik özellikleri deyin) değişmiyo. Yani gelecekte de şimdiki TUS neslinin yeterli sayıda ırspıçıcıı çıkartacağını beklememiz için elimizde bilimsel dayanak var. Maalesef bu konuda prospektif, randomize, çift-kör bi çalışma yapılamaz. İstatistik de ortalama puştluk oranının %10'dan az alınmamasını emreder. Cumanız da mübarek olur inşeallah. a.y.a. esselamsss
03-07-2015 11:55 (27)
Tıpta evet. Üniversite'de uzmanlık eğitimi almayan neredeyse hiçbir zaman Prof olamıyordu bir zamanlar. O jenerasyondan iyi örneler de çok. Kötü örneklerden bahsediyorum. Medyatik eneklilerden. ARK, YD, CK ve benzerlerinden. Toplasan üç yayınlarını bulamazsın. Eş dost kadrosundan Prof olup, bilime karşı duranlardan. Oz büyücülerinden, paleoculardan, diyet Kitaplarını bakkal dukanlarında çok satanlardan, sineklerin tanrılarından bahsediyorum. MB
03-07-2015 12:05 (28)
Sayın MB, yorumlarınız ne yazık ki devamlı surette çarpıtmalara dayanıyor. Eğer bilim anlayışınız buysa zaten bilimden pek nasibinizi almamışsınız. Daha iyisi çıkana dek "kapitalist" bilimi takip edeceğiz demişsiniz. Küba dışında şu anda sosyalist bilim yok. Sizinle tartıştığımız zaten kapitalizm içi bilimdeki tartışmadır. Bu "kapitalist" bilim içinde paleo diyet bilimsel rüştünü ispatlamıştır. Yineliyorum, bu konuda "kapitalist" bilim içinde yüzlerce yayın bulabilirsiniz. Buna rağmen paleo diyeti bilim dışı göstermeye devam etmeniz olsa olsa kötü niyetinizi gösteriyor. Çünkü bu konuda sizi defalarca bilgilendirdik. Bilgiye kasten kapalı bir bilimci. Yani siz. Bazılarını acımasızca eleştirken kendi adınızı vermemeniz bilimsel değil sadece, yayın etiğine de aykırı. Sürekli televizyona çıkanlar bu halleriyle sizden çok daha bilimsel bu kesin. Halkı belli konularda aydınlatıyorlar ve sözde bilginlerin paçasını tutuşturuyorlar. Çok güzel ediyorlar. Fakaaat... Devam edecek K.A.
03-07-2015 12:09 (29)
Arada bazı bilimdışı şeyler söylüyorlarsa buna hep birlikte karşı çıkalım... derim ama sizin adınız bile yok, bilgiye kasti biçimde kapalısınız. Ayrıca bunlardan hangisi bunu ayrıca paraya çeviriyorsa ona da karşı duruyoruz zaten. Mesafe koyuyoruz. Küba tıbbı bugün tek başına "sosyalist" bilimsel tıbbı temsil ediyor. Buna karşı da gözleriniz kör. Biraz araştırın: Küba tıbbının "yüksek kolesterol" e karşı tutumu nedir? Ateroskleroza nasıl yaklaşıyorlar? Bunları da ifade ettik. Ama bilgiye karşı beton gibi kapalısınız. Varsa yoksa işinize geleni bilimsel kabul etmek, "kapitalist" tıp içindeki çok güçlü karşı savları yok saymak. Tipik bir şirket ajanı gibisiniz. Adınızı vermemeniz de bunu gösteriyor. Bilimin ilk şartı açıklık ve dürüstlüktür. Saygıyla görevli arkadaşım. Kaan A.
03-07-2015 14:10 (30)
Tabi Kaan bey, komplocuyum ben. Amerihanın adamıyım. Siayeydenim. Meyve lobisinden, şeker fabrikasındanım. Paleolitiğe karşıyım, Neolitik Çağ'ın adamıyım. Spagetti fabrikam var. Bulgurun hastasıyım. Dash diyeti kılavuzlara girmişken niye karşısınız tam tahıla. Neolitiğin nesini beğenmiyorsunuz. Güzel ekmek buldum mu yerim, üzümün her ürününün hastasıyım. Fermante olanlarını buldum mu kaçırmam. İtalyan mafyasındanım, toskanalıyım, üzüm bağlarım var. Değirmen işletiyorum. Şaka şaka doktorum, ama mesleğim ismimden önde gelir. Dışarıda ben yine benim. Şiir severim. Size benzemiyorum yani. TV izlemem. Dizi filmden, medyatik adamdan haz etmem. Nefret de etmem. O gitse diğeri gelir. Annem TV'de tuz faydalı, zeytin çekirdeğini yutun, faydalı gibi Prof yumurtalarını, benim tedavi önerilerim yerine koyunca, kalp damar hastası babam ldl'si 190'ken statini kesince sinirleniyorum bu proflara. Pleotropik etki nedir bilmeyen adamlar paleo diye babamın anamın kafasını karıştırmasın. Tek isteğim bu. MB
03-07-2015 16:56 (31)
merhaba. yarışmaya Bodrum'dan katılıyorum. ben de doktorum. ama benim mesleğim ismimden hiç önde gelmedi. gelmiyor. gelmeyecek (kafama Allah'ın sopası ya da asteroid şarapneli değmezse). ben öyle normal bir vatandaşım. ben de kimseye benzemiyorum. belki de bazı insanlara benziyorumdur. ama benzemek ya da benzememek gibi bir kaygım yok. 1960larda Kuzey Amerika'da çıkmış bir tıp modasını tüm çağların tek, en geçerli, değişmez, vazgeçilmez kılavuzu olarak almaya ne meraklı insanlar varmış, gördükçe şaşırıyorum. dünya döner. devir değişir. tapını nesnesi yapılan herşey birgün alaşağı edilir. nasip. kısmet. geldi ismet, gitti kısmet. yok o başkaydı. neyse. cerrahi teknik ve teknoloji gelişimini de prospektif, randomize, çift-kör çalışmalara bağlarsınız. metodoloji dersi gerçekten gerekli. hem de feci gerekli. ille gelip burada düğümleniyor herşey. ne yapalım?! el mahkum. artık bilekleri sıvayıp şu işe ben koyulayım. saygı ile efendim. mesleğinden önce de a.y.a. olan ve sonra da olacak adam
23-07-2015 15:31 (32)
Sayın Akalın; bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde çocuğuna standart aşıları yaptırmak istemeyen okumuş bir aile ile ilgili bir tartışma gündeme geldi. Ben de bu konuda televizyonda bir tartışma programına davet edildim, ancak sıradan bir hekimin ötesinde bilgim olmadığından başka bir arkadaşımın adını vererek reddettim. Ardından SOL haberde bu konuda bana göre çok öğretici ve yerli yerinde bir yazı çıktı, aşıları destekleyen mahiyette. Bu sırada Küçükusta'dan gelen düzenli "tıp felaketi" maillerini incelerken, onun sitesinde de başka bir uzman tarafından yazılmış aşı karşıtı bir yazıyla karşılaştım. Bu konuda görüşünüzü merak ediyorum, ayrıca İnsanbu bağlantılı diğer hekm ve ilgililerin yaklaşımını da öğrenmek isterdim. s&s YÜ.
23-07-2015 19:35 (33)
Aşıda demokrasi işlemez. Cumhuriyet kanunları geçerlidir. Ama burası çoktandır bi cumhuriyet değildir. Toplumcu pıt? Veba salgını, kolera vurgunu olsa yine "bene ne, bene ne, ben yaptırmiicam işte, karantinaya da girmem" dedirtirler mi adama? Yoksa "zor"la tıkarlar mı, teperler mi? Aynı şey. Hürmetsss
23-07-2015 19:44 (34)
Toplumcu pıta, pırta sataş da, yeri geldiğinde sataş. Burada çok alakasız olmuş. Toplumcu pırtın, pıtın aşı konusunda görüşü belli. Aşı yararlıdır, çok hayat kurtarır, insan ömrü istatistiklerini yükselten şeylerin dördücü, beşinci sırasında gelir deeee. Onun da bokyny çıkarduı kapitalizm. Zsrarı mı fazla faydası mı tartışılır şu grip aşısı yüzünden çıkıyor kavga. Şirketler bastırıp (ilaç şirketleri değil, onlar da ayrı bastırıyor da, çalışanlarının grip olup istirahat almasını istemeyen kapitalistler) grip aşısını zorunlu hale getirmeye çalışıyorlar. Gripte aşı tıbben tartışmalı bir mevzu. Ben kendime yaptırmıyorum, yakınlarıma da tavsiye etmiyorum. Kanun zorlarsa mücadele edeceğim kanunlara bir madde daha katarlar. Dünyaya savaşmaya geldik sanki, bir konu eksik iki konu fazla fark etmez bize. Kontra respectsssss. Kaan A.
23-07-2015 22:39 (35)
Estağfurullah. Ben orada toplumcu pıta sataşmadım. Bilakis. Demem oydu ki, aşı meselesi toplumcu pıtın dibidir. Amma velakin, ben kimseye hepeve aşısı olun da demedim. Biraz sektörel ıhtırma kokusu geliyore ordan. Mamafih ve dahi filhakika falan, kızamık, suçiçee, kabakulak, çocuk felci, sucuk felci, hepatit gibi başlıklar tartışma kabul etmez! O yüzden cumhuriyet kanunları geçer orda. Yoksa bana ne kedi lösemisi aşısından! Sürkontr hürmetsss (bu el de 3 sanzatuya batmaz!)
23-07-2015 22:40 (36)
Ne oluyor? Soruyu soran benim, sorduğum kişi de belli. Cevap niye yandan geliyor? Önceki sorular da havada kaldı. Yine uzaklaştırmada mıyız Kaan dost? Hadi Yavuz deneme sürümünü vermiş, telefondan ulaşıyor bana. AA'nın da politik doğruluk kapsama alanı dışında mı kaldık? Neyse şirketi mirketi karıştırma, buz gibi standart aşılar konu, İlker Belek daşş gibi yazmış, senin Küçükusta da her zamanki gibi saçmalamış. Ders olsun meraklısına. Daha da sorum var da beklesin, niyet okuma, siz-biz yaparız. Diğer antibiyotik mevzuuna da işkembeden cevabım var (farmakoloji losyonu) da muhatabının elini görelim önce. Dizdar'da da bayağı losyon vardır esasen, farmayı da bitirdi de jurnalizme verdiğinden tez yapıp uzmanlığı almadıydı kendisi. Yalnız hatırlatayım, ilk geçiş eliminasyonunda tükenmeyen ilaçlar metabolize olmadan dokulara da ulaşırlar. YÜ
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210824
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.