Vasat Edebiyatı 101: mizahla polemik arasında

Taylan Kara’nın 5.kitabı ‘Vasat Edebiyatı 101’in çıktığı haberi, bana daha önceki kitaplarıyla ilgili yorumlarımı anımsattı. Romanını (‘Poe’nun Kuzgunu’) çok başarılı bulmuş; diğer iki kitabını ise genel olarak karamsar ve suçlayıcı üslûbu nedeniyle eleştirmiştim. Yeni kitapta ise, daha olgun bir polemik dili egemen ve eleştiri oklarını halk yerine edebiyat ticaretine yönelttiği için, daha yakın geldiğini söyleyebilirim. İlgisiz içeriği dolayısıyla arka kapağının yanıltıcı olduğunu düşündüğüm kitapta, ‘Vasat Edebiyat 101’ ve ‘Edebiyat Üstüne’ başlıklı iki bölüm var.

Kitabın ilk yazısında Ahmet Altan, ikinci yazısında Perihan Mağden, beşinci yazısında ise Elif Şafak romancılığındaki niteliksizlik, kitaplardan alıntılarla gözler önüne seriliyor. Kara’nın “elma yanaklı, kalem kaşlı kadın” klişesi için yazdığı derin(!) tanıtım yazısı, Elif Şafak’ın romanına dair bir diğer kurmaca-tanıtım yazısı ve efsane romancı Tonguç Kundil’in son romanını tanıtan yazısı, yazarın mizahçı yönünü göstermekle kalmıyor, aynı zamanda, istese kültür ürünlerini diğer fabrika ürünleri gibi satan kültür endüstrisinin büyükbaşlarından olabileceğini gösteriyor. Ama Kara, kitabın başındaki ifadede görüldüğü gibi, ‘direnme inadıyla, çürümeye direnenler’den ve üstelik, Bertolt Brecht’ten yaptığı ön-alıntıda olduğu gibi, “yalnızca topluma sorumluluk taşımakla kalmayıp toplumu da sorumluluğa çekmek” gerektiğine inanıyor. Kara’nın Haldun Simavi’nin sözünden esinlenerek uyarladığı söz, içinde bulunduğumuz ticari durumu az ve öz olarak başarılı bir biçimde ifade ediyor: “En iyi yayıncı-yazar-yayınevi, en az kâğıdı en ucuza basıp en pahalıya satandır” (s.32).

Yazarın Türkçe’ye kattığı yeni bir ifade olan ‘penguen yazı’ sözü de, iki sözcükle bütün bir kitap tanıtımı piyasasını anlatıyor adeta:

“’Penguen yazı’ nedir? Penguen yazı, herhangi bir yazarın herhangi bir kitabına yazılabilecek ortaya karışık bir tanıtım yazısıdır.

Bu yazılar penguenler gibi birbirine benzer. 

Penguen yazılar kişiliksizdir, hakkında yazılan kitaba ait ya da ona özgün değildir.

Penguen yazılar genel geçer yazılardır, genel ifadelerle özele ilişkin bir şeyler söylemeye çalışır.

Penguen  yazılar, birbirinden apayrı kitapları, aynı cümlelerle ve aynı ifadelerle tanıtır.

Onlarca yazarın onlarca kitabı için geçerli olabilecek joker yazılardır.

Penguen yazıları ancak “penguen yazarlar” yazabilir.

Penguen yazılar tıpkı penguenler gibi birbirlerine benzerler, penguen yazarlar da öyle. Penguen yazılar birbirlerine benzese de toplamda hiçbir şeye benzemezler. Şekilsizlerdir, karakterleri yoktur, yer kaplamazlar, uçucudurlar, birşeyleri kapsıyormuş gibi görünseler de hiçbir şey içermezler.” (s.33)

Taylan Kara’nın çizdiği ‘vasat yazar’ tablosu da dikkat çekici. Piyasanın nasıl bir yazar tipi istediği bu satırlarda çok net bir biçimde sergileniyor:

“Bir yazar düşünün ki ülkedeki edebiyat evreninde piramidin en üstünde yer alıyor. Kitapları, holdinglerin kurduğu yayınevlerinden büyük reklamlarla basılıyor. Kitapları daha çıkmadan gazetelerde söyleşileri çıkıyor. Ülkenin en çok satan gazetelerinde ve kültür eklerinde sayfa sayfa ilanları veriliyor. Kitapları, kitapevlerinde girişte, vitrinin en görülecek yerlerinde okuyucunun gözüne gözüne sokuluyor. Yayın dünyasında bir yazarın kullanabileceği her türlü olanak o yazara sunuluyor. Hâl böyleyken bu yazar hâlâ “muhalif”, “aykırı kalem”, “cesur yazar” diye anılıyor! Yazarın, “yükseklerde” edindiği bu ilişkiler yumağı içinde yaşadığı küçük mağduriyetler bile ballandırıla ballandırıla “muhalif olmasından kaynaklanan baskılar”diye sunuluyor. Kayıkçı kavgalarından kaynaklanan köşe yazarlığından kovulmalar,“bir majestelerinin” gazetesinden “bir başka majestelerinin”gazetesine transfer olması,“ilkesel nedenlerle istifa” olarak adlandırılıyor.

(…)

Burada güvenli “mağduriyetleri”ni bile tiraja, imaja, kitap satışına ciro eden sınır tanımaz bir “ahlâksızlık” vardır.” (s.38)

Kara’nın burada anlattığı durum, kitap tanıtımı ve satışıyla kısıtlı değil elbette. Bir de işin cilalama kısmı var. Bu cilalama kısmında en önemli uğraklardan biri, edebiyat ödülleri. Kara’nın bu ödüllere yönelik eleştirisi, ‘ünlü’ ve/veya ‘çoksatar’ olmaya heveslenen yazar adayları için soğuk duş gibi gelebilir. Ancak, eldeki malzeme bu. Gerçekçi olmak lazım. Kara’nın ufak çaplı hesaplaması, aslında kimi ödüllerin kitaplar okunmadan dağıtıldığı iddiasını destekler nitelikte. Abinin/babanın seçici kurulda olduğu değerlendirmede ödülün kardeşe/oğula verilmesi gibi örnekler, zaten durumu fazlasıyla özetliyor. Üstelik kendi kendine ödül verenler bile var.

‘Vasat Edebiyatı 101’, eleştirel olduğu ölçüde düşündürücü cümlelerle dolu. Ancak düşünmesi beklenen vasat okur zaten bu kitabı da bu satırları da okumuyor, okumayacak. İşte bir örnek:

“Yarın Türkiye’de fırıncılar çalışmasa milyonlarca insan aç kalırdı. Yarın otobüs sürücüleri grev yapsa on binlerce insan gitmek istedikleri yerlere gidemezdi. Yarın sağlık çalışanları işlerini bıraksa, yüz binlerce insan sağlık hizmeti alamaz, ciddi hastalığı olan hastaların yaşamı tehlikeye girerdi. Bütün bu aksaklıklar ‘hemen’ olurdu.

Peki yarın edebiyat yasaklansa ne değişir? Artık roman, öykü ya da şiir yazılmasa bugünden yarına ne kaybederiz?

Yanıt bellidir: gözle görünür bir kaybımız olmaz. Edebiyat yasaklandığında ne aç kalırız ne de buna benzer bir mağduriyetimiz olur. Çoğu insanın yaşamında edebiyat zaten yoktur, hiç olmamıştır. Edebiyatın yasaklanması, Türkiye’deki birçok insan için ‘Yeni Zelanda ormanlarında piknik yapmanın yasaklanması’ kadar anlamlıdır.” (s.87)

 

Öte yandan, Kara, yalnızca kitap ve yayın piyasasını eleştirmekle kalmıyor; aynı zamanda, zamanımızı aşan estetik soru(n)lara odaklanıyor. Sorduğu kimi sorular, retorik sorular; diğer bir deyişle, yanıt beklemediği sorular; ancak, bu soruların sorulması, daha derinlikli bir estetik anlayışı için olmazsa olmaz. Örneğin, “[b]ir roman kahramanının, sizin sempati duyduğunuz siyasi görüşü temsil ediyor olması, o romanın güzel olması için yeterli midir?” (s.39) ya da “[b]ir Nazi iyi roman yazabilir mi?” (s.81) Bu bağlamda, Kara, yaygın görüşün tersine, siyasetin sanata içkin olduğunu vurguladıktan sonra, sanatçının siyasal duruşuyla sanatının siyasal duruşu arasında farklar olabileceğine dikkat çekiyor:

“İnsan bilincini uyuşturan, bilinci çürüten, algıyı yavaşlatan, farkındalığı azaltan, farklılıkları keskinleştirmeyip yumuşatan sanat anlayışı gerici bir sanat anlayışıdır. Panolarda reklamını gördüğümüz, kitapçının vitrininde dizilen, holding gazetelerinde bizlere sırıtan sanat, asla bir tesadüf değildir. İlerici sanat dönüştürür. İlerici sanat, insanın nesnel gerçekliğe nüfuz edebilmesini sağlayarak çevresini, kendisini ve toplumu daha iyi anlamasını sağlar.

Türkiye’de  ilerici  siyaset  kurumlarının  büyük  bir  kısmının  içine “sanatsal  gericilik”  sızmıştır. Sanatta kullanılan ilericilik-gericilik kavramları, güncel siyasette kullanılanlardan tamamen farklıdır.

Bir sanatçının siyaseten ilerici olmasının sanatının konumu ile hiçbir ilgisi yoktur. Siyaseten ilerici olup sanatsal olarak gerici olan ya da siyaseten gerici olup sanatsal olarak ilerici olan çok sayıda yazar vardır. Bu nedenlerden ötürü bir sanatçının sanatını değerlendirirken, güncel siyasi duruşu ile sanatsal duruşu birbirinden mutlaka ayırt edilmelidir.” (s.82)

Bu ve benzeri alıntılardan yazarın hiç kimseyi beğenmeyen aksi bir kişilik olduğu izlenimi doğabilir; ancak bu, klasiklere ve Stanislaw Lem’e olan tutkusu düşünüldüğünde yanlış bir izlenim olacaktır. Üstelik kitap, tümüyle olumsuz eleştirilerden oluşmuyor (Örneğin, Ercan Kesal’ın ‘Peri Gazozu’ kitabıyla ilgili yorumları).

Aslında Taylan Kara, polemik yazarından çok bir mizah yazarı, daha doğru bir ifadeyle, kara mizah yazarı. Aşağıda buna işaret eden iki alıntıyla yazımızı noktalayalım:

“[M]izah yapacak alanımız, her geçen gün daralıyor. Gerçek yaşamda olanlar, her geçen gün mizah alanımızdan yer çalıyor. Biz ne yaparsak yapalım, bu insanların ciddi ciddi yazdığı yazılardan daha komik olamıyoruz, olamayız” (s.45)

“Bu sadece bir espriydi. Ancak eğer Türkiye’de yaşıyorsanız yaptığınız en akıl dışı espriler bile gerçek olabilir. Yaptığım esprilerin başıma gelmesi ilk defa olmuyor.  Ülkemizde artık edebiyat piyasasında olanlar, her geçen gün mizahtan kendisine alan çalmakta. Bugün mizah diye kurguladığınız şey, yarın bizzat yaşanabiliyor.” (s.68)

Doç. Dr. Ulaş Başar Gezgin

http://kolajart.com/wp/2015/11/01/doc-dr-ulas-basar-gezgin-vasat-edebiyati-101-mizahla-polemik-arasinda/

Facebook
yorumlar ... ( 3 )
14-01-2016
16-01-2016 23:07 (1)
Taylan Bey kutluyorum sizi. Durum sadece edebiyatta mı böyle, yaşamın tüm alanlarında benzer durumlar var. Duruşunuzla, mücadelenizle iyi bir örneksiniz, umarım her konuda sizin gibiler çoğalır ve iyiyle kötüyü ayırmada doğru bir bilince kavuşuruz. Saygılarımla. Deniz Can
16-01-2016 23:07 (2)
Ulaş bey emeğiniz için teşekkürler, güzel bir yorum olmuş.Saygıyla. Deniz Can
23-01-2016 09:05 (3)
Yurtsever sanat, halk sanatı, gerçekçi sanat vs. sanata en uzak türlerdir. Sanatçı insanlığa ancak sanatçı sıfatıyla hizmet edebilir, yani sanatın, biliminkiler kadar hassas olan yasalarını inceler, deneylerini hazırlar ve keşiflerini yaparken, karşısındaki gerçekten başka hiçbir şeyi düşünmemesi lazımdır. Dolayısıyla, "nesneleri tarif etmekle", onları zavallı birtakım çizgi ve yüzeylere indirmekle yetinen edebiyat, kendini gerçekçi diye adlandırsa da gerçeklikten en uzak, bizi en çok yoksullaştıran ve hüzünlendiren edebiyattır; çünkü şimdiki zamana ait benliğimizle, özü nesnelerde saklı geçmiş ve bu özü nesneler sayesinde tekrar tadabileceğimiz gelecek arasındaki iletişimi tamamen koparırlar. Oysa sanat adına layık her çaba, bu özü ifade etmeye çalışmalıdır; başarılı olmasa bile, yetersizliğinden ders çıkarabilir, oysa gerçekçiliğin başarılarından çıkarabileceğimiz bir ders yoktur. Ezel Parsa
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210708
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.