Yaşam yolculuğumuzdaki iyi
Bir şeyin iyi veya kötü olduğunu değerlendirirken, şu tanımı yapıyor ve kullanmaya çalışıyorum:
“En fazla (maksimum) sayıda -ideali tüm- canlı ve doğa için maksimum yarar taşıyan ve bununla birlikte en az (minimum) oranda -ideali hiç- zararlı olan şey veya durumlar”a iyi diyorum…
Bu durumda, zarar ve yararın oranına ve etkilenen sayısının azlık ve çokluğuna göre bir derecelendirme oluşuyor; yani, daha iyi, daha kötü… Tabii ki “en iyi” –“en kötü” nün neye ve kime göre olduğu göreceli; ayrıca, bakış açımızın genişliğine ve zihin içeriğimizin çeşitlenmesine göre de bu değişip gelişebilen bir ölçek…
İlişkilerimiz, değişen çevre ve kültürümüz, tesadüfî yaşam olayları, bireysel olgunlaşma yolculuğumuz, bu ölçekte değişiklikler oluşmasına yol açabiliyor…
Ve bazen tüm çabamıza rağmen neyin iyi neyin kötü olduğunu kestiremediğimiz durumlarla karşılaşabiliyoruz. Böyle durumlarda, çevremizdekilerin oyuna veya sezgi ve iç güdülerimize göre, bir seçim yapma durumunda kalabiliyoruz… Ve yine bazen, iyi veya kötü dediğimiz şeyler (kişi, insan, değerler) için, zaman içinde ve sonuçlarını gördükten sonra, farklı yargılara varabiliyoruz…
Yaşama tutunurken, “tüm değerlendirmelerimizi esasen, şimdinin, şu anın koşullarına göre yaptığımızın ve zaman içinde bunların değişebileceklerinin” bilincinde olarak hareket etmek, önemli bir fark…
Yarar ve zararın tanımı da göreceli, değil mi?
Bu durumda yol gösterici bazı kavramlara ihtiyacımız olacak…
“Doğanın kendisi ve insani duygularımız önemli pusulalar” diye düşünüyorum…
Yeni bir varoluş taşımayan yok oluşları zararlı ve kötü kabul etmek, bir başlangıç olabilir… Ağaçların yapraklarını dökmesi örneğin, bir yok oluş değildir… Ama bir canlı türünün soyunun tükenmesi yok oluştur…
Başkalarının yok oluşuna yol açmayan varoluşlar ve doğuşlar da iyidir, diyebilir miyiz? Sanki öyle gibi…
Konu insan olduğunda, buna duygularımızı da eklememiz gerekecek…
Yani, insanın maddi varoluşunun yanında, başkalarının yok oluşuna yol açmaksızın, düşünsel-duygusal varoluşunu genişletecek, tatlandıracak şeyler de “yararlı” olacak… Sevgi insanın var oluşunun en önemli tatlandırıcılarından mesela… Ama hissettiğiniz sevginiz, örn. eşinizi veya çocuğunuzu söylem ve eylemlerinizle boğmanıza yol açıyorsa, gelişmelerine fırsat tanımıyorsa, zararlılar hanesine kaydedilesidir.
Burada, inançların bir şekilde devreye girmesi söz konusu olmaz mı?
İnsanın ölümünü yok oluş olarak kabul etmek, örneğin… Öte tarafa ve tanrıya inancınıza göre bunun anlamı farklı olacak elbet…
O zaman, en azından ölçekleri bu dünya için kullanmak, ötesi için kendinize göre başka değerlendirmeler yapmak durumundasınız…
Ama, ölçek şöyle bir yol gösterici işlev sağlayabilir, bu durumda da: Size kendinizi “daha iyi” hissettiren inanç ve davranış biçimini seçebilirsiniz… İleride, başka bir dünya görüşü veya inanç biçiminin daha iyi geldiğini görürseniz de “dün dündür, bugün bugündür” dersiniz belki…(!?!)
Ancak, burada dikkat: “Size, sizi iyi hissettiren inanç”tan söz ediyoruz; işte bu noktada, başkalarına neyin iyi geleceğini siz bilemezsiniz, seçemezsiniz de… Görünüşe göre, hangisi olursa olsun, dinler kitlelere iyi geliyor olmalı ki, binlerce yıl öncesinden günümüze ulaşmış… Bununla birlikte, dinin de genel olarak ölçeğin iyi hanesinde yerini koruması için, aynı zamanda zararının da olmaması ya da en az olması gerekiyor… Başka deyişle, din de yok oluşlara ve yok edişlere yol açmamalı…
Sonuç olarak; değerlerimizi oluşturur ve sürdürürken sağlam ve tutarlı pusulalarımız olursa eğer, bireysel ve toplumsal yaşam yolculuklarımızın daha iyi geçebileceğini düşünüyorum…
Mine Miskioğlu