Genellikle bir paradigmaya karşı çıkarken onu tözcülük yapmakla suçlar ve yeni paradigmanın bu tözü aştığını iddia ederiz. Ancak eski paradigmayı ortadan kaldırmaya yönelik, yeni ve devrimci olduğunu iddia eden paradigmaların da tözcülük tuzağına düştükleri sıkça görülmektedir. Örneğin ataerkil düzenin erkeğin hizmetinde olmasını dayattığı kadın tözüne karşı çıkarak ortaya çıkan feministler, kadının nasıl olması gerektiğini kendi doğruları yönünde tanımlayarak başka bir töz yaratmışlardır. Feminizmin yarattığı bu yeni kadın tözü de birtakım sorunların nedeni olmuştur. Belli bir ırksal kökeni olmayan Türklük (Voltaire Candide adlı eserinde Türk olmak teriminin o dönemde Müslümanlaşan tüm ahali için kullanıldığını çok açık belirtir, ya da Balkanlar’da Türk olmak Bektaşi olmaktır) kavramını aslında gerçekte olmayan ırksal bir temele dayandırma çabaları, karşısında Türklük tözüne karşı gelişmiş bir Kürtlük tözü bulmuştur. Tözcülük tuzağından çıkmakta Kürtler Türklerden daha şanssızdır çünkü ırksal bir Türk tözü yoktur ancak ırksal bir Kürt tözü vardır. Geçenlerde bir BDP milletvekili, bu ırksal tözün asimile edilmesinden korktuğu için, çocuklarınızı okula göndermeyin anlamında “çocuklarınızı asimile (asimilasyon olacak) kurumlarına göndermeyin” diyordu. Pink Floyd’un “we don’t need now education, we don’t need now thought control” sözleri en çok bu milletvekilini etkilemiş galiba. Bir toplumun ırksal belirleyicilerin içine hapsolması onun için çok büyük bir şanssızlıktır ve Kürtler Türklük tözcülüğüne karşı geliştirdikleri Kürtlük tözünün içinden uzun bir süre çıkacağa benzememektedirler. Bu gidişle hızını alamayan Kürt tözcülüğü nedeniyle, 1000 yıl sonra bir uzay gemisinde, uzay kültürüyle bütünüyle asimile olmuş mürettebatın arasında, hala kendini ben Kürdüm diye tanıtan Kürtleri ve bir de kafalarında kipaları ile dolaşan Yahudileri göreceğiz gibi duruyor. Tözcülük ile suçladığımız eski paradigmanın yerine yenisini koyarken, yeni bir tözü ortaya koymamaya dikkat edilmelidir.
Gelelim Bachelard’a. Aslında adamcağızın bir suçu yok ama sevgili Kaan Arslanoğlu, soL kitap ekinin 44 üncü sayısında onu Freud’un karşısına koyup bir de bilişselci (kognitifçi) ilan edince istemeden hedefe oturdu. Kaan’ın kitaptan yaptığı alıntılardan Bachelard’ın tözcülük karşıtı olduğunu anlamak mümkün ancak bilişselci olduğu konusunda aynı şeyi söylemek zor. Bilişsel psikoloji, yeni bir millet yaratmanın önünde engel oluşturan ırksal-dinsel tözlerini aşmaları gereken, Yeni Dünya’ya göç etmiş Avrupalı göçmenleri yeni bir geleceğe uyumlu hale getirmek amacıyla ortaya çıkmış bir uyum bilimidir aslında. Göçmenler neye uyacaklardı? Tabii ki önce serbest piyasacılığa, rekabetçiliğe ve sonra da iflah olmaz birer tüketiciye dönüşmeleri gerekiyordu. Farklı kültürlerden ve iklimlerden gelen bu insanları tüketicilik tutkalı ile bir araya getirip bir ulus yaratma projesinin adıdır bilişselcilik. Bilişsel şemalarınızın formatlanmasına izin verirseniz, ikiz kulelerin 2 Arap terörist tarafından çökertildiğine inanıp, İngiltere’nin uydurduğu kitle imha silahları yalanının peşine takılarak Irak’ta milyonlarca insanı telef eden pis bir savaşı görmezden gelerek mutlu bir tüketici olarak yaşama olanağını bulursunuz. Bilişselcilik, aynı kitap ekinin 14 üncü sayfasındaki Ahmet Güçiz’in Tex çizgi romanı ile ilgili yazısında olduğu gibi, koca bir kıtayı sömürgeleştirmeye gelmiş beyaz adamın telef ettiği Kızılderililere olan yaklaşımında eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve adaleti bulabilme yetisini geliştirme sanatıdır. Aslında aç gözlü bir tüketici olarak mutsuz olmanıza neden olacak sürüyle neden vardır ortalıkta ama bilişselcilere göre bunlar değiştirilmesi gereken bozuk şemalardır, bunların yerine tüm olumsuzlukları görmenizi engelleyecek pembe şemalar konulur. Örneğin “ben başarısızım” şeması (ben diyebilmek, başkalarının omzuna basarak yükselmeyi içinize sindirmenizi sağlar), “ben başarılıyım” şeması biçiminde değiştirilerek bireyin çevresindeki hiçbir olumsuzluğa aldırmadan yaşaması sağlanır. Bilişselcilik alabildiğine bireycilik pompalar, ama bireyciliğin ve rekabetçiliğin sonu hüsrandır. Bu karamsarlık yaratan gerçeği gözlerden gizlemek gerekir. Bu nedenle Sherry aynen şöyle yazar: “Freud’un, Amerikalılara umutsuzluk dolu gibi görünen değerlendirmeleri nedeniyle bir umut arayan Amerika’ya yetersiz gelmesinden dolayı, Amerikalılar Freud’un çalışmalarını daha umutlu, kullanışlı ve esnek hale getirecek değişiklikler yapmışlardır.” İşte bu bilişsel değişiklikler sayesinde, kendi başarınız uğruna yanı başınızda acı çekenleri görmezden gelebilirsiniz. Ya da emperyal bir gücün yönettiği bir devletin vatandaşı iseniz, devletinizi, sömürgeci sermayesine sınırlarını kapatan tüm ülkeleri bir bir devirip insanları sefil ettiğini göz ardı ederek sevebilirsiniz ve gururlu, mutlu biçimde yaşamayı öğrenirsiniz. Sonra da bizler bu bencil, kendinden başkasını düşünmeyen, olayları anlamakta güçlük çeken, duyarsız insanlar nereden çıktı diye düşünür dururuz.
Tözcülüğü alt edebilmek için insanlara sağlıklı biçimdeki bir varoluş deviniminin içinde olabilecekleri bir toplumsal yapı vermek gerekir. Bilişsel psikoloji, bilişsel şemaları mükemmelleşmiş bireylerden oluşan ama mükemmellikten alabildiğine uzak bir toplum yaratır. Psikanaliz ise mükemmel toplumu kurma deviniminin bilimi olduğu sürece değerlidir, ancak ortaya çıkmak üzere hazır bekleyen mükemmel bir özü varsayarak hareket ederse gerçekten Kaan Arslanoğlu’nun belirttiği gibi simyacılıktan farksız hale gelir. Bilişselcilik, insanın, sağlıklı olabilmesi için gerekli çevresel koşulları göz ardı ederek, her koşulda doğru davranıp mutlu olabilmesini sağlayabilecek bir töze sahip olduğunu varsayar. Psikanaliz ise insanın farklı dönemlerde içinde bulunduğu gerçekliklerle olan ilişkisini irdeler, bir töz varsaymaması gerekir. Tözcülük tuzağına düşmemek için psikanalizi çöpe atıp bilişselciliğe sarılmakta çok acele etmemek gerekir. Bachelard yaşasaydı, bilişselcilerin hakim olduğu bu dünyaya herhalde pek de hoş gözlerle bakmazdı.
Mutluhan İzmir