Kürt Hareketi'nin sorunu "çerçeveleme"deki başarısı

Bu eski bir yazım. “Toplumsal Hareketleri Anlayamamak” üst başlığıyla üç bölüm halinde 6-13-20 Temmuz 2012’de soL Portal’da yayımlandı. Güncelliğini ve temelliğini koruyan bu yazıyı bu sitede de size sunmayı uygun gördük. İlk iki bölümü aşağıda, 3. bölümün bağlantısını verdik. Bu yazılar soL Portal’dan henüz silinmemiş, ama linkini bilmezseniz ulaşmanız güç, çünkü yazarlar arşivinde ismim geçmiyor artık.

Kaan Arslanoğlu

Toplumsal hareketleri anlayamamak – 1

6.7.2012

“Kürt Dirilişi” adlı kitabı çeviren arkadaşım Mustafa Topal’ın heyecanı sayesinde tanıdım ilk kez “Toplumsal Hareket Kuramları”nı. O ve ben alışmışız sosyal hareketleri Marksist, para-Marksist yorumlarla çözümlemeye; “Açıklayamadığımız pek çok şeyi gayet doyurucu açıklıyor, bu kitap bakış açımı müthiş genişletti” deyince, benim de ilgim uyanmıştı. Ben bir de sosyal psikolojiyi, sosyal psikiyatriyi bilirim; ne ki o kaynakların çoğu yine para-Marksist çerçevede sayılırlar. Kitaptaki bazı terimlerle ilk kez karşılaşmıştım, birçok açıklama yeniydi, yavaş yavaş daldım bu alana.

Sonuçta bugün geldiğim nokta: Söz konusu görece yeni kuramlar da toplumu ve içindeki çatışmaları anlamada kuş kondurmuyor. Ancak pek de küçümsemeyelim, alışageldiğimiz yorumlardan daha ileri noktalara varabilmemiz için ciddiye alınması gereken bir destek sunuyor. Şimdi gelin birlikte bakalım, son on yıllarda sosyal bilimler nerelere ulaşmış, katkıları, faydaları neler bu yeni bilgilerin, sınırları nereye varmış?

İnsanlar niye ayaklanır?
Kitle hareketlerine, muhalif gösterilere insanlar neden katılırlar? Neden iktidara karşı veya protest örgütlenmelere girerler? Bazı insanlar bu toplumsal hareketlere katılırken, bazıları neden katılmazlar? Katılımı olumlu veya olumsuz etkileyen etmenler nelerdir?

“Halk koyun gibidir” deriz bazen, “iktidar onu istediği gibi yönlendirir”. Çoğu zaman böyledir, fakat en ağır baskı rejimlerinde bile karşıt hareketler gelişir. Nasıl ve niye? Daha birkaç ay önce yapılan seçimlerde yüzde doksanın üstünde oy toplayan bir iktidar, aniden patlayan bir sosyal çalkantıyla nasıl alaşağı edilebilir? Daha dün son derece edilgin duran bir halk, birkaç ay içinde nasıl bir devrimci veya karşı devrimci kitleye dönüşebilir?

Tüm bunları ele alan bilimsel-teorik çalışmalara, görüşlere “Sosyal Hareket Kuramları” adı veriliyor. Daha çok sosyolojinin kolu olan sosyal hareket araştırmaları aslında “çok disiplinli” (bilimler arası) bir bilim dalı haline gelmiş durumda. 20. Yüzyılın ikinci yarısında, sosyal hareketler üstündeki Marksist etkinin pratik ve teorik olarak zayıflamasıyla birlikte gelişmeye başlamış. Alain Touraine, Charles Tilly (From Mobilization to Revolution-1977) alanın en bilinen önemli isimlerindendir. Söz konusu bilim dalı bunlarla birlikte ve sonrasında hızla dallanıp budaklanmıştır.
Örneğin, “resource mobilization” 70’li yıllarda ortaya çıkıp kök salan bir kavramdır. “Kaynakların Seferber Edilmesi” anlamında. Bu kavram, sosyal hareketin üyelerinin (hareketi yönlendirenlerin) olanak-kaynak elde etme ve insanları hareketin amaçları doğrultusunda hareketlendirme yetilerine vurgu yapar. Sosyal hareketlere bu yaklaşım, onları daha çok akıl dışı ve sapmış olarak değerlendiren klasik “toplu davranış kuramları”ndan çok farklıdır. “Resource Mobilization” kavramı, toplumsal hareketlerde, katılanlar açısından bir yarar ve gerçekleştirilebilir bir amaç bulunduğunu ve daha önemlisi bunların belli politik amaçlar doğrultusunda birilerince oluşturulup yaygınlaştırıldığını hesaba katar. (Wikipedia)

Sosyal hareketlere Amerikan sosyal bilimcileri, daha çok kitlelerin çıkarları, bu doğrultuda yaptıkları akılcı seçimleri (kâr-zarar hesabına göre saptadıkları konum tercihleri, hareketlenme veya hareketlenmeme yönündeki kararları) açısından bakarlar. Bir de hareketi ortaya çıkartıp yönlendirenlerin kitleyi hareketlendirme yetilerini incelerler. Son bir şey de, hareketlenme için ortaya çıkan uygun veya uygun olmayan fırsatları, bu uygun fırsatların ne derece başarılı kullanılıp kullanılmadığını araştırırlar.

Sosyal Hareket kuramlarında diğer yaklaşımlar, “Yeni sosyal hareket kuramları” ve “eylem-kimlik” yaklaşımlarıdır.

“Yeni toplumsal hareketler” kavramının yorumları, toplumsal hareketleri çağdaş, üstün, bürokratik topluma özgü ayrılıkların belirtisi ve çözümleri olarak ele alır. Toplumsal hareketler, “insan özerkliğinin genişleyen alanları ve postendüstriyel gelişim içerisinde oluşan yeni düzenleme arasındaki gerilimi ifade eder.” “Yeni çatışmalar” Habermas’a göre artık Partiler ve organizasyonlar aracılığıyla oluşmazlar. Yeni anlaşmazlıklar, kültürel yeniden yapılanma, toplumsal birleşme ve toplumsallaşmanın alanlarında ortaya çıkar. Yeni sosyal hareket teorisine göre, sosyal hareketlerin ana niteliği anti-otoriter, devlet karşıtı, sıkı örgütlenmeyen zihniyet ve harekettir. Eski sosyal hareketlerin tersine Yeni sosyal hareketler, birey ve durum arasındaki çelişkiyi, toplumdaki yeni sosyal çelişkilerden üretirler. Inghelard’ın “Yeni değerler” teorisi ve uzanımları…

Bu yaklaşım bir bakıma kaynakların mobilizasyonu, rasyonel tercih, siyasi süreç gibi birbirine benzer kavramlarla konuya yaklaşan Amerikan tarzına karşı Avrupalı bir yaklaşımdır. Toplumsal hareketlerin nasıl geliştiğinden çok, (sözde) nedenine odaklanır. Söz konusu yaklaşımın önemli isimlerinden biri de Touraine’dir. Marksizmin yeniden yorumlanması iddiasıyla toplumsal hareketliliğin dönüştürme gücünü, yapısını inceler. “Genel olarak yeni toplumsal hareketler, toplumların sınıfsal yapısının değiştiğine, işçi sınıfının öncü rolüne karşı farklı mücadele alanlarında farklı kimliklerin ön plana çıktığına, parti ve sendika gibi hiyerarşik yapılar yerine karar alma süreçlerinde katılıma ve yatay bir ilişkiye dayanan esnek yapıların kurulması gerekliliğine vurgu yapar. Mücadelelerin tek bir yapıda değil farklı konu ve araçlarla sürdürülmesini destekler. Tabii ki bu durum postmodernizmin, ‘resmin bütünü yerine parçalarını görmek’ söyleminden fazlasıyla etkilenmiştir. (disconnectus erectus-ekşi sözlük)

Kimlik eksenli hareketler paradigması da aynı bağlamda ele alınabilir, ayrı olarak değerlendirilebilir. (Etnik kimlikler, dinsel kimlikler, cinsel kimlikler vs.) Sonuçta sınıf eksenli çatışma ve mücadele teorilerine karşı seçenek oluştururlar, farklı bir yönü gösterirler.

From Mobilization to Revolution (Hareketten Devrime) 1977
Charles Tilly’nin hayli kapsamlı önemli yapıtını burada yerimiz yettiğince ve kendimce önemli gördüğüm ayrıntılarıyla tanıtıyorum:

Birinci bölümün, “toplu eylemi inceleme” alt başlığında Tilly, sorunun geneline ilişkin şöyle bir ironik saptamayla işe başlar: “Toplu eylemin çözümlenmesi riskli bir maceradır. Bir kere etrafta çok sayıda uzman vardır.” Nasıl ki, yemekten, cinsellikten, söylev çekmekten herkes anlar ve herkes bu konularda bir şeyler konuşursa, toplumsal hareketler konusunda da herkesin bir fikri vardır ve herkes böyle şeyler üstüne rahatlıkla konuşabilir! Ve yine bahsi geçen alanlardaki araştırma sonuçlarında olduğu gibi toplu eylem üzerine yapılan bilimsel çalışmalar ve bunların sonuçları “sağduyuyla” yani toplumda genel geçer kabullerle çelişir, çelişebilir.

Örneğin: (Burası bence önemli): “Günümüzün liberalizmi, kökenini 19. Yüzyılın, insanın ilerlemesi inancından alır ki, toplu hareketle insan çok daha iyi konuma gelecektir bu inanca göre. Uç biçimlerinde bu çocuksu inanç, insan doğası hakkındaki saf fikirlere dayanır.”

Alan üstüne çalışmanın ve kesin sonuçlara varmanın başka zorluklarından bahseden Tilly, başka bir önemli zorluğun konu üstündeki derin metodolojik-anlayış farkları olduğunu belirtir. Toplu hareketin “nedensel” ve “amaçsal” açıklamaları en belirgin ikilemdir örneğin. Her iki yaklaşımın da hatalı, eksik yanları vardır Till’ye göre, ama ikisini birlikte kullanmak da olanaksızdır. Bu nedenle elimizdeki çalışmasından önce Tilly, her ikisi arasında “salınıp durmuştur”. (Zizek’in, Karatani’nin paralax veya transkritik “salınması” meğer bayağı eski bir yöntemsel yaklaşımmış!)

Toplu eylemin çözümlemesinin beş ana bileşeni vardır: Çıkar, örgüt, hareketlenme, fırsat ve eylemin kendisi.

Kitabın ikinci bölümünde Tilly, toplumsal hareketi açıklayan belli başlı dört düşünürün anlayışlarını ayrıntılı örneklerle ortaya koyar. Bunlar birbirine karşıt anlayışlardır ve Tilly’e göre hepsinin sağlam ve zayıf noktaları bulunur. Bu dört anlayış kimlerin midir: Emile Durkheim, John Stuart Mill, Karl Marx ve Max Weber.

Marx’ın, 1848 Fransız Devrimi üstüne tezleri ayrıntılı biçimde incelenir. Marx’ın nelerin üstünde özellikle durduğu ve neleri ise görmediği irdelenir. Yazara göre, Marx için sınıfların eylemi veya eylemde başarısızlığı vardır. Toplu eylem ve buna hazırlanma için kişisel çıkarlar, ifade edilen yakınmalar, bilinçli emeller pek dikkate alınmaz.

Tilly, Marx’tan sonra Marksizmin konuya yaklaşımda büyük bir çeşitlilik gösterdiğini kaydeder. Toplumsal hareketi açıklamada sınıf temelli yaklaşımdan, farklı “önemli” etmenleri de tanıyan yaklaşımlara doğru bir çeşitlenmedir bu. Devletler, etnik gruplar, dinsel hareketler gibi etmenleri dikkate alan açıklamalar… Katı Marksistlere göre, toplumsal hareketi incelemede sınıflar dışındaki etmenlere önem vermek yanlıştır ve bunu yapanlar da zaten Marksist sayılamazlar.

Öte yandan köylü ağırlıklı sosyalist devrimleri ayrıntılı inceler Tilly ve köylülüğün nasıl ve neden harekete geçtiğine ilişkin düşünceleri derler çalışmasında. Kitabın 7. bölümünde konu köylü devrimleri çerçevesinde yeniden ele alınır.

Tilly, dünyadaki sosyal hareketleri, devrimleri açıklamadaki yaklaşım farklarından yola çıkarak Avrupalı sosyal bilimciler arasında Marksçı etkinin hala güçlü olduğunu, ama Amerikalı sosyal bilimcilerin bu etkiyi pek hissetmediklerini saptar ve bunun nedenleri üstünde durur. Tilly’ye göre en önemli neden Marksizm Avrupalı bir felsefe oluşudur, Marx’ın kapitalizmin göbeğinden yaptığı (Avrupa merkezli) dünya çözümlemeleridir. (Bölüm 2)

Tüm politik sistemler Tilly’e göre dört tip insanın çıkar çekişmesi-harekete yaklaşım tarzları etrafında şekillenir: Harekete katılım konusunda niyetleri kadar, harekete ne verdikleri ve ne almayı bekledikleri de tamamen farklıdır bu grupların. Gayretkeşler (aşırı partizanlar): Harekete sürekli verirler, grup çıkarları için çalışırlar, ama almayı pek düşünmezler. Sıradanlar: Verdiklerine karşı ne aldıklarını sürekli hesap ederler. Pintiler: Aslında zaten kaynakları ellerinde bulunduranlardır. Bu nedenle bir şey vermek istemezler. Harekete katılmazlar, katıldıklarında da tutucu tavır alırlar. Fırsatçılar: En yüksek çıkarı elde etme hesabıyla katılanlardır… Gariptir ki, bütün sistemler fırsatçılara sıradanlardan daha fazla pay verir, sıradanlar da gayretkeşlerden ve pintilerden daha fazla ödüllendirilir. İktidarda gayretkeşler bulunduğu zaman bile öteki gayretkeşlere daha az verir bu gayretkeşler, fırsatçıları daha fazla ödüllendirirler. (3. Bölümden)

İster Marksçı açıdan bakalım, ister öteki üç ana akım anlayış doğrultusunda, harekete geçme potansiyeli taşıyan veya harekete geçen grupların grupsal çıkarları ve örgütlülükleri iki önemli bileşen olarak inceleme konusudur. Tilly ve gönderme yaptığı birçok sosyal bilimci oluşan hareketlilikleri tüm bileşenleriyle birlikte sayısal olarak, istatistiklerle, grafiklerle, şemalarla ortaya koyarlar. Bu yöntem, Marx’tan ve klasik Marksistlerden az çok aşina olduğumuz, ama Avrupalı Freudcu züppe Marksistlerce son yarım yüzyılda neredeyse unutturulmuş, sonuç olarak bizlere bile değişik gelen bir yaklaşım tarzıdır. 1848 devrimi, Paris komünü, daha sonra Avrupa’da ve dünyanın birçok yerinde ortaya çıkan işçi hareketleri, grevler bu şekilde somut verilerle ortaya konur ve kuramlar toplumsal hareketin tüm bileşenlerine göre bu yöntemle çözümlenerek, irdelenmeye çalışılır.

Bu yapılırken birçok ilginç ayrıntı da ortaya çıkar ve ele alınır. Örneğin, toplumsal harekete katılanlarda “etkinlik” ve “sadakat” özelliklerinin karşılıklı etkileşimi. Örgütün etkin üyeleri çoğunlukla bu etkinliği örgüt için değil, kendileri ya da birileri için kullanırlar, sadık üyelerin çoğu ise yeterince etkin değildir. Birçok yapı bu çok bilinen politik ikilemi, etkin profesyonellerle çalışmak yerine sadık amatörleri yeğleyerek çözmeye çalışır. (Bölüm 3)

Ağır yoksulluk hareketlenme yaratmayabilir
Tilly, çalışmasında başta işaret ettiği gibi toplumsal hareketlerle ilgili birçok kalıp yargıyı, genel kabul gören inanışları yıkar. Yine bir örnek: Toplumsal harekete geçen grup ne kadar zengin ve güçlüyse hareketi de çoğunlukla o derece saldırgan olur. Grup ne kadar fakir ve güçsüzse hareketin karakteri de aslında o derece savunmacıdır. Genelde kabul edilenin tersine. Bu da orta ve özellikle üst sınıfların hareketlerinin (çoğunlukla karşı-devrimin) azla yetinmezliğini pekala açıklayan bir yaklaşımdır. (Bölüm 3)

Aynı şey, alt sınıflar açısından da geçerlidir. Tilly, grevlerin ağır yoksulluk, ekonomik kriz zamanlarında değil, görece refah zamanlarında daha çok arttığını söyler. Kitleleri harekete geçiren en önemli etmen, kitlelerin çıkarlarına yapılan ani saldırılardır, örneğin hızlı refah düşüşleri veya hak kayıpları… (Sanırım daha çok ileri kapitalist toplumlar için geçerli savlar. İşçi sınıfı henüz güçlüdür, görece refah içindedir, fakat bir çıkar kaybı yaşamaktadır, ani gelişen bu hak kaybına, henüz kendini güçlü hissettiği dönemlerde hızlı tepkiler verir… gibi…)

Bir grubun, hareketin, örgütün etkinliği ile etkililiği (yararlılığı) arasındaki ilişki hareketin kaderi açısından çok önemlidir. Görece etkin, güçlü bir örgüt, yararsızsa, yani kazanım sağlamıyorsa, bir fark-etki yaratmıyorsa, o örgütün toplumda var olan etkisi de zayıflamaya, kaynaklarını yitirmeye başlar. Üyeleri kazanım sağlayan, etki-fark yaratan örgütlere, hareketlere yönelmeye başlar. (Bölüm 4) (Türkiye sosyalist hareketiyle, Kürt hareketi arasındaki ilişki açısından bu kural üstünde durulmalı.)

 

 

13 Temmuz 2012

Kürt Hareketinin sorunu çerçevelemedeki başarısı

(Toplumsal hareketleri anlayamamak – 2)

Kaldığımız yerden (Charles Tilly’nin önemli eseri “Hareketlenmeden Devrime”yi gözden geçirmeye devamla) sürdürüyoruz. Başlıktaki “Kürt Hareketi’nin başarısı”na yönelik ifade, bu hareketi olumlayan veya yeren anlamda değil, nesnel bilimsel anlamda kitleleri etkilemek açısından politik gücü gözeten bir ifadedir. Başarı veya etkinlik gibi kavramlar sosyal bilimlerde bu anlamda geçer, ben de okuduğunuz makalede aynı yansız tavrı yansıtıyorum.

Kitabın 7. Bölümünde devrimci durumla devrim sonucu arasındaki ilişkiler irdeleniyor. Marksçı, sendikalist ve Brintoncu görüşler arasındaki farkların gözden geçirildiği bölüm özellikle ilginç. Sendikalist görüşe göre, devrimci durum ne kadar keskinse devrim ihtimali de o kadar yüksektir. Daha doğrusu devrim devrimci durumun ciddiyetine bağlıdır. Özellikle Lenin ve Gramsci tarafından temsil edilen Marksçı görüşe göre ise, devrim için, evet, devrimci durum şarttır, fakat devrimci durum içinde güçlü bir devrimci örgüt varsa devrim gerçekleşir. Crane Brinton ise değişik bir karşı sav ileri sürer: Devrimci durumla devrimci sonuç arasında negatif bir ilişki vardır. Devrimci durum ne kadar keskinse sonuç o kadar zayıf olur, çünkü hareketin kendi iç sınırları bulunur. Harekete katılan kitleler bir süre içinde er geç gevşerler ve başta bulundukları noktaya geri dönerler.

Kitaptaki devrimci durumla ilgili önemli saptamalardan biri de hemen bütün büyük devrimlerin savaş sonrası gerçekleşmesi. Paris Komünü, Rus, Çin devrimleri, 2. Dünya savaşı sonrası ortaya çıkan sosyalist devletler… (Güneydoğu Asya devrimlerini de hesaba katarsak, geriye istisna olabilecek bir-iki devrim kalır.) Bu kesin ilişki için yapılan açıklamalardan biri özellikle dramatik. Neden savaşlar sonrası ortaya çıkıyor devrimler: Çünkü savaş zamanlarında insan hayatı iyice değersizleşiyor, insanlar canlarını çok daha kolay feda edebiliyor.

“Hareketlenmeden Devrime” yabana atılmayacak klasikleşmiş bir eser.

Sosyal hareketi anlamak için bazı kavramlar
Şimdi bazı kavramları biraz daha açarak, oluşan çeşitli toplumsal hareketliliklerin kuramsal değerlendirmesinde ortaya çıkan açmazlara ve gelişmelere göz atabiliriz kısaca.

Rational Choice Theory (Akılcı Seçim Kuramı) Rasyonel Eylem Teorisi olarak da bilinir. Buradaki “rasyonel” terimi felsefi bir anlama sahip değil, yalnızca kişinin eyleme geçmeden önce kâr-zarar hesabı yaparak harekete geçtiğini belirtiyor. Rasyonel seçim teorisinin temelini “homo economicus” insan modeli oluşturur. Buna göre, insan doğası gereği faydasını maksimize, içsel maliyetini ise minimize edecek karar ve tercihleri benimser. (Çevirenin Notu-Kürt Dirilişi- David Romano-Vate yay. Çevirenler: Mustafa Topal, Erdoğan Gedik, s.18)

Mobilizasyon (Kaynakların Seferber Edilmesi): “KSE teorileri, genellikle hareketin nasıl oluştuğu konusuna odaklanıyor. Oberchall, Tilly’nin ve kendisinin analitik çerçevesini şöyle anlatıyor: Kendi dinamik görünümleri içinde grubun mücadelesi, kaynakların yönetimi bakış açısından kavramsallaştırılabilir. Seferber etme, hoşnut olmayan grubun toplanması ve grubun amaçlarını izlemek için kaynaklara yatırım yapılması süreçleri olarak adlandırılabilir.” (Aynı eser. s.31)

Şu ise sanırım “kaynakların seferber edilmesi” kavramı için daha açıklayıcı: “Mobilizasyon teorisyenleri, sıkıntılara her toplumda her zaman rastlanabileceğini, sonuç olarak, sıkıntıların tek başına bir toplumsal hareketin gelişmesi için yeterli koşulu sağlamayacağını öne sürüyorlardı. Kolektif eylem için kaynakların ve olanakların elde edilmesinin, toplumsal hareketin oluşumunu tetikleyen sıkıntılardan daha önemli olduğu düşünülüyordu… Mobilizasyon yaklaşımı, harekete geçme süreçlerinin analizi ve toplumsal hareketin oluşumu için yapılan çalışmanın zemininde bulunan mevcut örgütlenmelerle ağların önemine vurgu yapılması bakımlarından çok verimlidir.” (Aynı eser. s. 32)

Fırsat yapıları kavramı (politik fırsatlar): Toplumsal hareketin ortaya çıkması veya gelişmesiyle ilgili olarak fırsatların nesnel olarak ortaya çıkması ve bunların iyi veya kötü değerlendirilmesi.

Framing (Çerçeveleme): Sosyal hareketlerdeki karşılığını sanırım en doğrudan şöyle tanımlayabiliriz. Sorunun özlü ve somut biçimde ortaya konuluşu. Bunu harekete geçirici özne yapar. Parti, örgüt, yapı, onu oluşturan liderler, kadrolar yapar. Bu bir beceri işidir. Sorun ortaya ne kadar özlü, açık seçik, kısa, çarpıcı şekilde konabilirse, bu yayıldığında harekete geçmeye aday kişi ve kitleler o derece hızlı şekilde harekete geçer. Çerçeveleme aday kitlenin duyarlılıklarına hitap etmiyorsa, karmaşık şekilde ortaya konmuşsa, dallı budaklı, etraflıysa, kitlenin harekete geçmesi o kadar zorlaşır, başka deyişle harekete geçenlerin oranı o derece düşük olur. (Bu alt başlık bence çok önemli. Türkiye’de Kürt Hareketi sorunu çerçevelemede ne kadar “başarılı”, Türkiye Sosyalist Hareketi kendi sorununu çerçevelemede ne kadar başarılı-daha doğrusu ne kadar başarısız konusu, ayrı bir makalede ele alınması gereken ciddi bir sorundur.)

Kendini feda tutumları: Birçok harekette, özellikle siyasi köktenci hareketlerde sıklıkla kendini feda tutumları görülür. Başka deyişle önemli sayıda bir insan toplamı herhangi bir kâr-zarar hesabı yapmadan, herhangi bir kazanım elde etmeden (kişisel olarak veya grup olarak) özverili şekilde bir mücadeleye kendini adar. (Elbette burada bile bazı manevi kazanımlar söz konusudur.) Değişik insanlar, değişik düzlem ve derecede fedâkarlık gösterirler. Kimi mali kayıpları göze alır, kimi geleceğini riske atar, kimi rahatından vazgeçer, kimi dayak yer, kimi hapse girer. Bunun uç örneği hayatın hiçe sayıldığı silahlı eylemlerdir, daha uç örneği de intihar eylemleri. Elbette bunları açıklamak için rasyonel seçim, mobilizasyon, çerçeveleme gibi kavramlar yetersiz kalır. O zaman kimlik ve duygulanım kavramlarına başvurulur. Onlar da yetersiz kalır. Aslında bu alan sosyolojiden çok psikolojinin konusudur.

Sosyal-psikolojik bir toplu gözden geçirme
İnsanlar toplumsal hareketlere neden yönlenirler konusu “sosyal hareket kuramlarında” olduğu gibi yakın komşu sosyal psikoloji alanında da benzeri şekilde birçok farklı, birbirini destekleyen veya birbirine karşıt görüşler ortaya çıkardı. Tüm bu görüşleri iyi derleyen bir makaleden “The Social Psychology of Protest” den (Jacquelien van Stekelenburg – Bert Klandermans-2010) özetleyerek aktaracağım:

Farklı tepkisel hareketlerin altında yatan dinamikler de farklıdır. Örneğin sokak gösterilerine katılan herkes grubun amaçları doğrultusunda şiddete de yönelmeye eğilimli değildir.

Klasik teorik yaklaşımlarda insanlar mağduriyetlerini ifade etmek için tepkisel eylemlere yönelirler. Mağduriyet, “göreceli yoksunluk”tan, düş kırıklığından veya algılanan adaletsizlikten kaynaklı olabilir. Ama klasik yaklaşım tüm sorulara yanıt veremez. Tepkisel eylemlere katılanlar mağdur insanlar mıdır, yoksa eylemlere katıldıkları için mi mağdur duruma düşmüşlerdir. Buna benzer. Araştırmalar sorular doğrultusunda genişler.

Grievances (Mağduriyet) kuramı sorunu açıklamaya dönük ilk kuramlardandır. Göreceli yoksunluk kuramı bunun öncüllerindendir. Kişinin bireysel olarak algıladığı yoksunluk veya kardeşlik duygusuyla grupsal olarak algıladığı yoksunluk- haksızlık… Her tepkinin özünde böyle bir mağduriyet duygusu bulunur. Bu da gayri meşru bir eşitsizlik algısından, göreceli yoksunluk ve adaletsizlik duygusundan veya aşağılanma hissinden kökenlenir ya da aniden ortaya çıkan bir hayal kırıklığının sonucudur.

Yararlılık Kuramı: (etkinlik-istenen sonucu vermek anlamında) Her mağdur kişi sosyal hareketlere katılmaz. Hatta çoğu mağdur sosyal bir tepki göstermez. Bu da Mağduriyet Kuramı’na eleştirileri beraberinde getirmiştir. Sosyologlar ve politik bilimciler bu soruya cevap olarak “olanakların elde edilebilirliği” (McCarty ve Zald-1977) ve “politik fırsatların” varlığı (McAdam-1982) kavramlarını önermişlerdir politik hareketleri kavramak için. Şöyle ki, daha çok olanağa-kaynağa sahip, daha fazla fırsata sahip gruplar harekete geçmeye daha yatkındırlar. Örneğin politik gruba, etkinliğe katılan kişiler yaptıkları işin bir sonuca ulaşacağına, bir fayda sağlayacağına, etkin olacağına inanıyorlar mı?

Yararlık şu demektir: Katılan kişi yaptığı eylemin bir sonuca götüreceğine inanıyor mu? (Gamson, 1992) Politik yararlılık kavramı eskilere, 1954’e Campbell, Gurin’e dayanır. Kişi politik eylemin bir şeyleri değiştirdiği duygusunda olmalıdır. İnsanlar yaptıklarının bir yarar getirdiğine inandıklarında eylemlere katılmaya daha eğilimli hale gelmektedirler birçok araştırma sonucuna göre.

Kimlik: 80’lerde tepkiye katılmak için sadece yarar beklentisinin de yeterli olmadığı görüldü. Kolektif kimlik duygusu eylemlere katılmak doğrultusunda önemli bir eğilim yaratıyordu. Bu da doğal olarak kendini aşağılanmış, mağdur hisseden gruplarda kendini daha çok göstermekte. Kendini mağdur gören grup genel durumu değişken olarak gördüğünde, durumunu baskın grup aleyhine değiştirmek için daha eylemli olabilmekte. Kolektif kimlik duygusu özellikle politik şekillerinde etkinlik duygusuyla daha da pekişmekte.

Duygulanımlar: Tepkisel gösterilere katılım açısından duygular da bazı araştırmacıların ve kuramcıların çalışma ve görüşlerine temel tez olmakta.

Duygulanımların Kıymet Biçme Kuramı: Kişiler daima çevreleriyle ilişkilerinde bu neye yarar, bu benim nasıl işime yarar diye araştırır, tahmin yürütürler. Kendi iyiliklerine midir herhangi bir olay, gelişme? Kendi kontrolleri altında mıdır? Bu onlar için uygun mudur? vb. Bunlar çoğun otomatik duygulanım-düşünce refleksleriyle gerçekleşir. Herkesin her hangi bir olaya karşı refleksleri de birbirinden farklı olacaktır doğal olarak ve bunun sonucu geliştirdikleri duygusal cevaplar da. Bu emosyonel cevaplar sadece kişiler bazında gerçekleşmez, gruplar da birer birey gibi davranarak ortak emosyonel cevaplar verirler. Gruplar arası çatışmaları, iletişimsizlikleri anlamak için, bu duygulanım birlikteliklerini anlamak da önemlidir.

Sosyal Katılma (Social Embeddedness) Kuramı: Özetle aşağı yukarı şöyle bir şeydir: Birbirleriyle sıkı iletişim ve birliktelik içindeki bireyler sosyal olaylara katılmaya daha çok eğilimlidir ya da bu durum onların politikleşmesini kolaylaştırır. “Sosyal Kapital” denilen sosyolojik kavram da bununla ilişkilidir. Kişiler ve gruplar arası iletişimden-birliktelikten beklenen ekonomik ve duygusal, dayanışma yönünden, sair yararlardır. Yapısal, ilişkisel ve bilişimsel bileşenleri vardır. Hem Kaynakların Seferber Edilmesi Kuramı hem Politik Süreç Kuramı’na göre yapısal bileşen harekete geçmiş yapılar için önemlidir.

Mobilization (Hareketlendirme-hareketlenme): Kişi bir tepki hareketine katıldığında bu bazen hareketlenme denilen uzun bir sürecin sonucudur. Hareketlenme kavramsal olarak birkaç farklı aşamada alt bölümlere ayrılabilecek karmaşık bir süreçtir. Klandermans’a göre (1984) görüş birliği hareketlenmesi ve eylem hareketlenmesi olarak iki ayrı alt bölümde incelenebilir. Fikir birliği hareketlendirmesi şöyledir ki, ortak ilgi veya ideoloji nedeniyle harekete katılım kimlerin niye ve nasıl eyleme geçeceği yönünde paylaşılmış bir yorum gerektirir. Hareket (özne anlamında) bu yorumları yaydığı haber-bilgilerle etkiler. Bu süreç framing (çerçeveleme) adıyla anılır. Çerçeveleme mağduriyet ve duygulanımlarla ilgili kişisel sosyo psikolojik anlayışlarla bunların yorumları ve anlamları arasında bir köprü mekanizmasıdır. Eylem hareketlendirmesi de dört ayrı adımda gerçekleşir. Kişinin davaya sempati duyması gerekir, gelişmeler hakkında bilgi sahibi olması gerekir, katılmayı arzulaması şarttır, katılabilmesi gerekir…

Yazarlara göre tüm bu anlayışlar tek başlarına durumu açıklayamaz, çünkü hep birlikte bir örgü gibi dokunmuşlardır.

Yazarların sorunu bağlayıcı son sözleri:

Tüm bu görüşlere meydan okuyan sorular ve durumlar yok mu? Yazarlara göre var. İddiaları doğrultusunda etkili olamayan grupların ısrarla mücadeleyi sürdürmesi durumu, buna katılan bireylerin belirgin bir başarı, kazanım elde edememelerine rağmen katılımı ısrarla sürdürmeleri hali… Nasıl açıklanabilir? Drury ve Reicher (2009) katılımın başlı başına olumlu bir sosyo-psikolojik dönüşüm sağladığını ileri sürmekte. Katılım, kimliği sağlamlaştırmakta ve ortaklaşa bir güçlenme-yetkilenme yaratmaktadır. Çoğu zaman tepkiler kısa vadeli somut kazanımları hedeflememektedir aslında. Kamusal bilinci etkilemek, bilinci geliştirmek veya dayanışmayı geliştirmek daha geniş hedefler arasındadır. “Kendini Algı” anlayışına göre eylemlere katılım, kişileri “aktivist” kimliğine doğru yönlendirir, bu da bir kazanım olmadığı durumlarda da sonraki katılımları kolaylaştırır. Kazanım olmadığında da kişilerin niye eyleme yöneldiği sosyal psikoloji ve sosyolojinin henüz tam çözemediği bir bilmecedir.

Halen böyle birçok soru yeni araştırmaları ve kuramları beklemektedir.

20 Temmuz 2012

Düşünürlerin zekâ yetersizliği: Sosyal kuramların en önemli açmazı

(Toplumsal Hareketleri Anlayamamak – 3)

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kaan-arslanoglu/dusunurlerin-zeka-yetersizligi-sosyal-kuramlarin-en-onemli-acmazi-57271

Kaan Arslanoğlu

Facebook
yorumlar ... ( 16 )
14-10-2014
14-10-2014 09:10 (1)
Yeni yazı yayımlamaya kısa bir ara vermeden önce D vitamini tartışmasında en önde vitrinde "bizim taraftan" bir yazı (Onur Şahin'in) durmasın, son sözü biz söylemiş gibi olmayalım diye hazırda bekleyen bu eski yazıyı koyduk. Ay sonuna dek yeni yazı koymayacağız artık olağandışı bir şey olmazsa. Bu arada SOL SANSÜR ile ilgili yazımız hayli destek ve ilgi gördü, ama yazıyı yaygınlaştırma konusunda özellikle yazar arkadaşlarımızda büyük bir tedirginlik olduğunu da gördük. SOL SANSÜR öyle yabana atılacak bir şey değil dostlar, bu sitenin okur yazarları arasında bile o çevreler ciddi bir sansür-dışlanma-tecrit edilme korkusu yaratıyor. Biliyorduk zaten. Sonuna dek mücadele edeceğiz. Sansür zayıflamadan solun gelişmesi, fikir üretmesi olası değil. Sırf bundan ötürü. Yoksa sağ olsunlar her şart altında biz okur buluyoruz. Editör-3
14-10-2014 10:13 (2)
Tavsiyemize uyup :) bu bestseller'i koymanız iyi olmuş, kısır tıp tartışmasının önüne geçeceğinden eminim. Yine de tartışma sizin tarafla değil, (madem öyle konumlandırmakta ısrar) bizim tarafla, yani Derya Şentürk'ün yazısıyla bitmeliydi centilmenlik açısından. Ne gam, bir süredir görünmediğine göre kendi kanıtlar.com sitesine koyar, oradan okuruz. Burada ifade ettiğiniz bizim için önçalışma gerektiren görüşlerinize artık tıp yazılarınıza olan mesafeyle yaklaşacağımızı, ancak hem sol sansür konusunda, hem de bu yazıya gelebilecek ezber saldırılar karşısında desteğimizi eksik etmeyeceğimizi (birinci tekil şahıs, padişah çekimi) bildiririz. Muhalif-1
14-10-2014 10:49 (3)
Hasbelkader uzun bir süre yurt dışında yaşadım ve yaşadığım ülkenin KP'sinde görev aldım. Orada KP'nin tek sorunu, insanları harekete geçirmek istediği konuda İKNA etmekti. Çünkü insanlar ikna olursa, gereğini yaparlar diye düşünüyorlardı. Bir süre sonra bunun o ülke insanları için doğru olduğunu gördüm. Kolay kolay inanmıyor, ikna olmuyorlardı, fakat bir inandılar mı, mutlaka gereğini yapıyorlardı. Daha sonra bunun başka birçok ülkede de böyle olduğunu öğrendim. Oysa Türkiye'de bir insanı harekete geçirebilmek için onu ikna etmek asla yeterli değildir. Hatta belki Türkiye'de insanlara (aydınları dahil) hiç inanmadıkları bir konuda bile, gerekli/yeterli maniplasyonla her şeyi yaptırabilirsiniz bu nedenle ikna etmek için çabalamanız gerekmiyor. Bu nedenle yazısında yer yer KA'nın da belirttiği gibi bu tür sosyal metinlerin batı kültürü biased olabileceğini hesaba katmak lazım. Burada Sezen Aksu'nun dizelerindeki gibi "bir yanı her duruma müsait" bir toplumda yaşadığımızı unutmamalı AA
14-10-2014 10:53 (4)
Sevgili AA, kısmen hak veriyorum size. Fakat insan her yerde insandır. Ayrıca yazının başında sözü geçen "Kürt Dirilişi" adlı eser, batı kaynaklı olmakla beraber, tamamen Kürt Hareketi'nin başlangıçtan bugüne nasıl geliştiğini bu "toplumsal hareket kuramı" çerçevesinde ele alıyor. Bizim kuramcılardan çok daha ayrıntılı ve nesnel anlatıyor, çözümlüyor. Çok ilginç bir kitap. Tartışma ilerlerse belki oradan önemli birkaç nokta aktarırım. Saygılar. Kaan A.
15-10-2014 11:13 (5)
Bir okurumuzun uyarısı üzerine KÜRT DİRİLİŞİ adlı kitapta "sorunun çerçevelenmesi"ndeki "başarı" ne anlama geliyor, onu kısaca ve anladığım şekliyle özetleyeyim. PKK özellikle gelişme döneminde çalışma alanı olarak sadece ve sadece bölgedeki Kürtlere yönelir ve "Ya devleti tercih edeceksiniz ya bizi" dayatmasını en yoğun şiddet yöntemiyle uygular. Bu arada devletle de çatışır ama daha çok kendisine destek vermeyen KÜRT aşiretlerine saldırır. Kendisine destek vermeyen Kürt köylerine saldırır.(Daha sonra da Koruculara ve ailelerine). Aynı bağlamda bölgedeki öteki KÜRT gruplarına ve sol gruplara saldırır. Bu şekilde yüzlerce (tahminime göre binden fazla) insan öldürür. ÇERÇEVELEME bu kampanya sonunda "başarılmıştır" Bölgede ya "devletten ya da PKK'dan yanasınız, başka yol yok" koşulu hayata geçmiştir. Bu şekilde neredeyse tüm Türkiye sosyalist güçleri de "hür iradeyle" değil, dayakla, cinayetle hizaya sokulmuştur. Ya devlet ya PKK'dan yana olmak. ÇERÇEVE budur, devam etmektedir. KArs
15-10-2014 21:37 (6)
Konu ilgi alanımın dışında ve kavramların çoğuna yabancıyım ama yine de okudum. Bir şeyler öğrenmek için bir kaç tekrar yapmalıyım. Sanchez.
15-10-2014 21:37 (7)
"Çerçeveleme" teorisi daha ziyade seksenlerde, doksanlarda geçerliydi. HDP ile birlikte bu sorun belirli bir ölçüde aşıldı. Ya devlet ya PKK ikiliği pek çok açıdan doksanlarda kaldı. Maalesef bazı solcularımız ve kanaat önderlerimiz de doksanlarda takılıp kaldılar. Hele belirli bir yaşı geçtikten sonra bu önderler iyice muhafazakar oluyorlar.
15-10-2014 23:00 (8)
7 nolu yorumcu şunu demek istiyor: Atı alan üsküdarı geçmiş. Çerçeve beton gibi sağlam. 7 numaralı sayın yorumcunun muhafazakarlık anlayışı ya devlet ya PKK çerçevesinin hakikaten hala geçerli olduğunu ispatlıyor. Teşekkürler.
16-10-2014 09:06 (9)
8 nolu sayın yorumcudan da anlaşılıyor ki, doksanların alacakaranlığından kaynaklanan çerçeveleme teorisini günümüz koşullarında ısrarla sürdürmenin ve HDP'yi bu şekilde yaftalama kolaycılığının kendisi en büyük çerçevelemedir. Çerçevecilere kolay gelsin.
16-10-2014 18:17 (10)
Ben ‘’Sosyal Hareketlenme’’yi artıran/azaltan bazı notlar aldım bu yazıyı okurken. ‘’Hareketlenme ‘’ gerektirici durumların sıklığı, eylem takviminin yoğun olması azaltıcı etki yapıyor. Diğer bir azaltıcı etken bence klişe söylem/yaklaşım veya yaratıcılıktan yoksun çağrı, sunum..Bir başkası semboller, renkler…yani bazı sembollere karşı toplumun uzak durmayı tercih etme hali..Sonra samimiyetsiz temsiliyet , gruba açık çıkarcı yaklaşım , bu hissediliyor ve toplayıcı olamıyor..’’Hareketlenmeye’’ katılımda ilginin fazla olması için kişiler bundan ne elde ederimi çok önemsiyor bir umduğu oluyor ve sonuç alabileceği ihtimalini yüksek görüyor..Mesela belediye seçimlerine halkın katılımı , seçime katılımdan daha fazla oluyor..Çıkar beklentisi var çünkü..Hadi bir de espiri yapalım ; eğer sonuna pilav ayran korsanız her hareketlenmenize katılım yüksek olur..Sevgiler..A.Tanış
16-10-2014 18:22 (11)
Siz şaka yapmışsınız, ama pilav ayranı yabana atmayın. Bu da kabile toplumundan gelen genetiğimize işlemiş bir doğal kültürel özelliğimiz insan olarak. Şölenli yemekli toplantılar daima daha fazla ilgi uyandırır insanda ve kardeşlik duygusunu daha pekiştirir birlikte yemek yemek. Kitaplar böyle yazıyor. O bakımdan yemekli, hiç değilse ufak tefek ikramlı siyasi toplantıları solun da önemsemesi gerek, sevgili A. Tanış. Teşekkürler yorumunuz için, öteki söylediklerinize de katılıyorum. Kaan Ars.
17-10-2014 21:27 (12)
Kürt hareketi "çerçevelemiş" midir? Çerçevelenmiş midir? Bu çerçeve'nin "eni-boyu" nerede biçilmiştir? Uğur Mumcu neden öldürüldü? Yanlış anımsamıyorsam İngiltere 30-40 bin "İngiliz" askerle Hindistan'ı yönetiyordu. Bu işi 300 yıldır bilen adamlar! Nasıl sömürge yapılır; sömürgeler nasıl yönetilir; sömürge karşıtları nasıl ikna edilir? Bu tür sosyolojik analizler, siyasal süreçlerin hep nal toplayanıdır. Her zaman "cinayetten sonra gelen" dedektiflerdir... Çerçeve, ABD'nin büyük satrancının çerçevesidir! Oyun bu çerçeve içindedir. Elbette yanlış piyon veya at fedaları da yapılabilir... Bence Vezir İsrail'se, bir "piyon" da karmaşık yollardan yeni bir vezir olabilir! "Çerçeve" içinde tabii! (Vezir olabilecek "piyon" şansı veren "doğal kaynaklar" ve "etnisiteye" ait bu yazıya iki link vererek yaptığım yorum gözden mi kaçtı, sansüre mi uğradı.. Bilemiyorum...) O. Gürsel
17-10-2014 21:57 (13)
Yorumlarda link yazdığınızda o yorum ne yazık ki çıkmıyor. Sansür değil teknik bir neden. Bu nedenle yorum yazdığınızda link olmamalı. Saygılarımla Editör
18-10-2014 18:08 (14)
Oyun kuran pozisyonuna gelmek profesyonellik istiyor tabiki. Ben bunu şimdilerde 18 li yaşlarda olan , eski ezberleri olmayan , iletişimin daha şimdiden bilemediğimiz nice şekillerini bulacak yeni yetmeler başaracak diyorum. '' Oyun bozan '' ve ''oyun kuran'' olacaklar , belki '' çerçevelemeyi '' ilk elden büyük hacimli yapamayacaklar ama sistemin başını ağrıtan müzmin ağrı olmanın üstüne çıkıp başat ''belalar'' olabilecekler..A.Tanış
20-10-2014 22:42 (15)
PKK'nın sivil halka yönelik terör eylemleri örgüt içi infazlardaki acımasızlıkları,( aytekin yılmazın kitabına bkz) örgütün finansı için uyuşturucu vs satması, başta Amerika olmak üzere birçok emperyalist devlet ve istihbarat örgütüyle yoğun ilişki ve işbirliğine rağmen Türk sosyalistleri arasında kabul görüyor olması kanımca pkk nın başarısından ziyade Türk solcularının kendi devrimlerine olan inançsızlıkları ve 12 eylül sonrası mağlubiyetin yarattığı öfkeyi devlet üzerinden kendi ulusuyla inatlaşma psikolojisi olarak görüyorum. Bu inançsızlık ve öfke onları pkk gibi geri örgütlerin kucağına savuruyor. Aslında bu inançsızlık ve öfke sıradan insan reaksiyonlarıdır ve devrimci bir tutum olmadığı açıktır. S.b
24-10-2014 22:47 (16)
Kobaneye bütün hesapları bozdu.nokta,Yavuz Alaton aydınlıktı faşistlere aydemir Güler şoven Türkçülük kompartımanına.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211459
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.