KAYIP DEVRİMİN ÖNCESİNDE

KISIM - I

Büyük Sıçramanın İşaretleri

Evren ne büyüktür… Evrende Dünya ne küçük… Ne kadar zordur tüm kainatın gerçeğini izlerken bin boyutlu zihnimle, birden bir uzak uyaran kaydedip yönlenmek oraya. Ulaşmak açısından değil zorluk, saniyelik bir şey benim için, kendimi oraya sığdırmak bakımından.

Bir sezi daha gelmişti işte, o mini minnacık, o toz kadar ufak sistemin, o tanımlanamayacak kadar küçük atomsu zerreciğinden. Dünya yeni bir dönüşümün arifesinde!

Gidip de bir şey yapacağımı sanmayın, bilinç bu… İnsanlar bazen kozmik bilinç diyorlar ona, “ona” yani bana, nasıl bir şey mi? Bilinç işte… Gözlemleyecek, kaydedecek, sonuçlar çıkaracak… Çıkardığı sonuçları mı ne yapacak? Hiç umuda kapılmayın, hiçbir şey yapmayacak, yalnızca kendini büyültecek, hakikat böyle.

Dünya’da bir sıçrama yaşanacakmış yakında! Seziler o yönde verilerle huysuzlanıyor, birçok  evrensel dimağ aynı kımıldanmaları algılıyor. Dünya yeni bir dönemine gebe. “Dünya” derken elbette insanlığı kast ediyorum. Gebe derken de bir benzetme yapıyorum. Ay’a bir kardeş gelmiyor, bunu açıklama gereği duyuyorum. Her eğretilemeyi, her esprili sözü doğrudan somut anlamıyla kapıp buna öyle cevap vermeye kalkanlar hayli kalabalık  aranızda. Görüyorum.   

İnsanlar severler beni, benden korkar çoğu. Değişik adlarla anarlar, ne var ki sevgi dedik, korku dedik, böyle türlü kekremsi duyguların özeti bir saygıdır hissettikleri. Daha çok da bir beklentidir. Benden pek çok şey umarlar, bu açık, beklentileri karşılanmayan da çoğu kez küfrü basar. Sonra o küfür rüyalarına girer, buz gibi soğutur bedenlerini, mızrak gibi kaldırır tüylerini.

Tanrı’yla karıştırırlar beni birçoğu. Ben Tanrı değilim, o daha farklı bir yerdedir yüreklerde. Ayrı ve derin bir hikayedir “yaratan” kavramı, her dilden yüzlerce, binlerce adla anılır, bahis oraya da gelecek. Benden birçok şey umarlar da tek bir kılımı bile kıpırdatmamışımdır kaç milyon yıllık tarihlerinde. Beklerler ha beklerler. Yazık!

Kozmik bilincim ben. Uzayın büyük uygarlıklarının enerjiye dönüşmüş, cismine gereksinimi kalmamış, sonra enerjinin de ötesine geçmiş aklı. Üstüme ne bilimkurgular geliştirilmiştir; ne filmler çekilip ne romanlar yazılmıştır. Bana benzer şeylerle ilgili fantazyalara dalmak hoşlarına gider de, benim de kışkırtmamla bazılarının gerçek olan gerçekten söz etmesi öyle bir rahatsız eder ki onları. En ifrit oldukları şeylerden biridir boyutsal oranlarını yüzlerine vurmak. Evrendeki minnacıklıklarını açıklamaya çalışmak benim bin boyutlu zihnim için iki kere ikinin her zaman dört etmeyeceği kadar açıktır, ancak onların zihinleri nasıl alacaktır bunu, hangi kavramlarla ne gibi kelimelerle bir benzerlik kurulabilecektir basit devrelerinde.

Bazen içlerindeki en üst matematiksel zekalılar, astronomiyle, fizikle falan uğraşanlar izah etmeye kalkıyorlar, aslında onların bile tam kavrayamadığı gerçeği. O saniye susturuyor büyük çoğunluk onları. Anlamayacakları şeyleri niye anlatırsınız. Devam edin isterseniz usanıncaya kadar. Dakikasında unutacakları aşikar. Burada kim haklı? Her mikrokozmozun kendi iç önemi kendinden büyük makrokozmozun önemini yener.

Ama insanın evrende ve Dünya’da özel bir yeri var. Bir solucan veya bir sinek ne kadar kıytırık ve zavallı olduğunun yüzüne vurulmasıyla öfkelenir mi? Böyle bir şeyi ona anlatmaya çalıştığınızda kesinlikle sinirlenmediğini, gerçeği büyük bir soğukkanlılıkla, adeta bir pokerci suratıyla karşıladığını, hatta daha ötesi tümüyle kayıtsız kalarak ilgilenmezmiş gibi yaptığını görürsünüz. Burada muhtemelen sizinle onun arasında ciddi bir dil kodu uyuşmazlığı ya da doğrudan içeriği anlamama problemi mevcuttur. Çileden çıkmış gibi göründüğü de olur bazen bir at sineğinin, ama bu onun işte o anda varoluş probleminin ayırdına vardığını ve o açmaz nedeniyle krize girdiğini göstermez. Büyük bir olasılıkla sizin o an hiç mi algılayamadığınız bambaşka bir uyarana yanıt vermektedir. İnsan öyle mi ya! Önemsenmek ister. Evrende biricik olduğuna, Tanrı’nın en sevgili kulu olduğuna inanmak ister. Aksi yönde bir fikre kapıldığında bok kokusunu aldığı halde önündeki bir tül yüzünden ona ulaşamayan kara sinekten daha fazla çılgına döner. Tüm bunların sebebi onda oluşmuş bilinçtir. İnsanın bilinci. Onu öteki hayvanlardan büsbütün farklı yapan şey. En büyük ödülü, en büyük zenginliği. Aynı zamanda başının en büyük belası, kara kaderi: İnsan aklı…

Filozofi yapmayayım. Ara ara mecburen gireceğiz. Gerçekten zorunluluktan. Ama kısa kesmeye çalışmalı. Müthiş sıkıcıdır filozofi, birkaç saat sopa at, yeter ki felsefeye sokma beyinleri.

İnsanlık yeni bir sıçramanın öncesinde. Sıçrayıp sıçrayıp da ne oluyor diye sormayın. Kurbağaya soruyor musunuz? O zıplama kendi başına dikkate değer ve bu devinim kendi başına fevkalade önemli. Benim açımdan. Oysa çoğu insan sıçrama hareketine sinir olur en baştan. Hatta birileri bir laf bulmuş, pek severler: “Bir sıçrarsın çekirge iki sıçrarsın.” Ee, sonunda? Niye rahatsız oluyorsun ki oncacık böceğin zıplayışlarından, batıyor mu sana, niye geriliyorsun. Üçüncüde üstüne mi basaksın. Ne eğlence ama!

Evet, sıçrayıp sıçrayıp ne oluyor derseniz, fazla bir şey olmuyor. Yine de bir şey olacak veya olmayacak diye, yani sadece sıçradıkları için üstlerine basmayı hiç aklımdan geçirmedim. Bende sizdeki duyguların hiçbiri yoktur. İyi, kötü… Güzel, çirkin algısı… Sevinme, üzülme… Sadece bilirim. Onlar bende yoktur. Bir şeyler ummam, ümide kapılmam, sonrasında hayal kırıklığı yaşamam. Hayal diye bir şey de yoktur bende. Bildiklerim hayallerinize sığmayacak kadar düş ötesidir.

Önce Kapitalizme Geçtiler Sonra Sosyalizmi Denediler

İnsanlar, insanlık sıçramalar yapar. Belli dönemlerde. İleriye doğru sıçradıklarını düşünürler. Bu onları müthiş heyecanlandırır. Bende bile bazen bu heyecan dedikleri şeye az buçuk benzeyen bir garip merak ve ilgi -ne bileyim sevinç diyeceğim de dilim varmıyor, işte ona benzer bir bilişsel tepkime- yaratırlar. Bazen de geriye sıçrarlar. Çoğu zaman geriye sıçrarlar. Akılları fikirleri ileri sıçramak olduğundan, bu geriye sıçrayışlar toplamda ileriye sıçrayışlardan daha mı fazla, kafa yormazlar. Zaten benim için, benim baktığım yerden, ileri geri… Buraya girmeyeyim şimdilik, başlangıç uzuyor.

Bir şeylerdeki değişim açısından giderek hızlandıkları çok açık. Değişiyorlar. Giderek daha hızlı değişiyorlar. Yirmi saat kadar önce maymunluktan yeni çıkmışlardı. Bir saat öncesine dek hayvanlar gibi sürü halinde yaşıyor, kök kazıp, meyve toplayıp, leş yiyorlardı. Yarım saat kadar önce büyük büyük şehirler kurmaya başladılar. Son birkaç dakikada modern uygarlığa geçtiler. Aklınız karışmasın, bendeki bir saat dünyada on bin yıla karşılık geliyor.

Tabii bu arada bir sürü başka kozmik bilinç, türdeşlerim, akrabalarım uğradı geçti sahadan,  gözlem yaptı, temaslar kurdu, başkalaşım yaşadı. Ama hiç karışmadı. İşlere karışmadı. Bununla ilgili anlatılan hemen her şey uydurmadır. Bazı çocuk türdeşlerimizin haylazlıklarını saymazsak. Onların da büyüklerimizce bir güzel paylandıklarından emin olabilirsiniz. Kendilerini göstereceklerdi güya. Mucizeler yaratacaklardı! Başları zaten göğe eriyordu,  başka ne istersin.

Kapitalizm diye bir düzen kurdular beş on dakika önce. Aklınızı karıştırmayayım diye artık bu tarihleri sizin ölçülerinize göre vereceğim, gayet kolay benim için, ama komik. İyi ki komiklikten fazla etkilenmiyorum. Kapitalizmi kuracağız diye birçok sıçramalar yaptılar. Bunları uzak gözlemlerimin yanı sıra o dönem Dünya’ya gelen türdeşlerimizin yakın aktarımlarından biliyorum. Burjuva diye bir sosyal sınıf biçimlendirdiler. Sonra kum gibi yayıldı o sınıf her yere. Herkes burjuva kesildi. Bunu yapmak için ne kadar çok insan kestiler bilemezsiniz… demeyeyim, bilirsiniz. Mecaz kullanmıyorum, mecazı gerçekten sevmem, en direkt anlamıyla on binlerce insan kestiler. Hem de tam kafadan. Tam kafaya bıçağı isabet ettiren bir buluş bile geliştirdiler. Kafaları kestikçe özgürlüğe kavuştular, daha çok kestikçe daha çok özgür oldular, tüm dünyayı burjuva kestiler.

Bu onlarda bir alışkanlık geliştirdi. Bir refleks demek lazım. Pavlov denen bir adam çıkmıştı, köpekler üstünde deney yapmak suretiyle birtakım refleks yasalarını tanıştırmıştı türdeşlerine.  Bu da öyle bir şeye dönüştü. Özgürlük demek daha çok insan öldürmek, demokrasi demek daha çok savaş çıkarmak, uygarlık demek daha çok ülkeyi kanla, baskıyla işgal etmek sonuçlarını otomatik şekilde veren bir düşünce ve davranış kalıbı yerleşti. Özgürlük iyi bir şeydi, gerçi bunun ne demek olduğu konusunda hiçbir zaman en ufak bir fikir birliğine varamadılar ya, yine de bu türün tamamına yakını onun güzel bir şey olduğunda hemfikirdi. Mesela bu son gelişimde yakın tarihe baktım, Irak denen bir ülkeye hürriyet ve demokrasi götürüldüğünü ve o amaçla iki milyona yakın insanın öldürüldüğünü gördüm. İnsana dair hiçbir şey beni yadırgatmaz. Birkaç bin kadına demokrasi için tecavüz edilmiş, tecavüz edilenlerden bir bölümü aynı zamanda insan hakları için boğazlanmış veya kurşunlanmış.

Bütün bunlar iyi veya kötü değildir, daha önce bahsetmiştim. Beni değişim ve sıçrama ilgilendirir. Yine de böyle bir merak anlamında bende çok hafif bir heyecana benzer bir bilişsel karşılık bulduğunu yinelemeliyim. Burjuva devrimi diyorlar özgürleşme hareketlerinin bütününe. Burjuvalar devrim yapa yapa bitiremediler ve bendeki ilginin de bayağı bir ağzına sıçtılar, yani suiistimal ettiler. Anlamanız açısından ara sıra böyle kaba laflar etmek zorundayım. Bende daha ne kabalıklar vardır gerçi, pek bir azını göstersem aklınız durur. Aklınızın durmasını ise hiç istemem. Burada bir şeyler anlatıyorum. Sizler açısından, sizler için.

Bir de sosyalistler diye bir grup çıktı bunların içinden. Aynı tür içinden demek istiyorum. Onlar da oraya buraya sıçradılar, zıpladılar, devrimler yaptılar. Komünistler… Bir bölümüne komünist deniyor bunların. Tam eşitlikçi bir düzen kurma derdindeler. Burjuva özgürlük sahteymiş, bunlar komünist düzenle gerçeğini yaratacaklarmış. Eşitlikçi devletler kurdular. İlginç olaylardı. Tam bir başkaldırı. Hala devam ediyor başkaldırıları. İzliyorum onları da. Ne ki hoşlandığım söylenemez. Kendi tabiatlarına başkaldırıyorsa bir canlı, orada bir tuhaflık vardır. Bir kurt vejetaryen olmaya karar vermişse, bir koyunun kurt yemeye başlamasından daha çok ürpermek lazım. Sonra onca kuzuya bir çoban köpeğini nasıl emanet edeceksin. Yoksa gerçek sıçrama yine onlardan mı gelecek? Sosyalistlerden, komünistlerden… Pek sanmıyorum. Bekleyip göreceğim birkaç dakika. Yani bir süre işte.

Rusya denen ülkede böyle bir şey yaptılar, Çin’de, başka bazı yerlerde. Bunlar vicdan denen şeyden güç alıyorlar. Vicdan denen şey de bilincin bir parçası. Bunlarınki daha çok birleşik vicdana dayanıyor, toplumsal vicdan diyorlar buna. İşte bu vicdan denen şeyle sorun yaşarım. Küstahtır, kendini bilmezdir. Diyeceksiniz ki, o da doğal yolla oluştu, doğadan geliyor, niye sorun yaşıyorsun. Sorun yaşıyorum dediğim atışırım ara sıra işte. Doğal yolla oluşan her şeyi alkışlayacak değilim. Ben hiçbir şeyi alkışlamam aslında, beni iyice tanıyana dek size bunu bir süre daha anımsatacağım. Herhangi bir şeyi de yermem. Sadece betimlerim. İşte bu vicdan denilen şey doğaldır ama doğaya karşıdır. O da aslında bu insan denen şeyin baş belasıdır. O yüzden atışırım, kendi açmazlarını vurgulamak açısından. Yoksa bir şeyimde bile değil.  Rusya’da işte bir şeyler yaptılar, havalara girdiler, bir şey olduk sandılar. Bu neredeyse bana bir meydan okumaydı, ama meydan okuyuşlarından ötürü kızacak da değilim onlara.

Şimdi hala bir sürüsü aynı derdin, davanın peşinde. İnatçılar. Yine sıçrarlar mı? Kuşkuluyum. O yüzden bu kesimi biraz uzak yere koyuyorum. Son ihtimal. İncelemeye oradan başlamak ciddi bir hata anlamına gelir, şimdilik ertelenmeli.    

Komünistlerin Saygısızlığı

Bir kere bunlar, yani komünist denen tipler, bana inanmadıkları gibi Tanrı’ya, Allah kavramına da inanmıyorlar. Hepsi değil, çoğu için söylüyorum. Bazılarının içinde açık veya gizli bir inanç bulunsa da o yönden zengin durdukları söylenemez. Oysa karşılarındakiler. Rakipleri… Onların çoğu inanır. Bir şey için kavgaya girdiklerinde Tanrı’yı yanlarında görmek isterler, görürler de. İşte komünistlerin en büyük zayıflığı. Ha, bakın inandıkları Tanrı bu kavgalarında aşırı sağcı denilen sol düşmanlarına yardım eder mi? Ben yüzlerce yılda böyle bir şeye şahit olmadım doğrusu. Kozmik bilinç olarak şahsımın ve türdeşleriminse dünya değil evren batsa etliye sütlüye karışmadığını anlatmaya çalışmıştım. İnsanların milyonlarcası bir anda kırılsa merak eder şöyle bir bakarız, sonra uçar gideriz.

O halde niye mi bu ateistler dinsizler yine de götürülü, yani dezavantajlı siyasi kavgalarında? Ötekiler, yani sağcılar veya belki dindar ortalama solcular inandıkları için manevi bir güç buluyorlar kendilerinde. İman gücü diyorlar buna ve işe yaradığını görüyorlar. Plasebo ilaç kullanmak yani bilmeden sahte ilaç almak hiç almamaya göre hemen her hastalıkla getirili. İnsan türünün imanlı olanları sadece savaşta, mücadelede değil normal hayatta da daha tırnaklı çıkıyor. Daha çok yaşayınca da bunlar daha çok çoğalıyor. Darwin diye biri yakın zamanda anlatmıştı onlara böyle şeylerin temel kurallarını.

O zaman bu komünist dediklerim de başka bir şey geliştiriyorlar dinlere karşı. Vicdan, toplumsal vicdan denen şey. O da bir din gibi. O da bir inanç istemi gibi. Kısmen işlerine yarıyor. Bir yere kadar. Fakat orada işte bir meydan okuma var. Saygısızlık bariz. Meydan okuyanlardan uzak dururum meydan okumayanlara göre. Evrensel üstün bilinciz diye evliyalık beklemeyin bizden. Söz aramızda nice evliyanın iç halini de biliriz. Saygı şart. Azcık saygı istiyorsak çok mu? Birazcık saygısızlık hissettiği için şehirleri yok ediyor, kavimleri ortadan kaldırmıyor mu, daha doğrusu böyle şeyler yaptığını söylemiyor mu başka bazıları! 

Kehanetleri yabana atmayın! Şimdiden şimdilik sadece bu kadarını söyleyeyim. Son 21 Aralık kehaneti de bunlardan biriydi. Onda da bizim parmağımız var mıydı? Hiç değilse kuşkulanın. Kıyamet kopacaksa tümüyle onlar yüzünden kopacak ne kadar osuruk ruh varsa yer yüzünde uzay ve sonsuzluk üstüne büyük laflar edip, darlık ve sonlulukları içinde tedirginliklere kapıldılar. Bunlardan bazıları belli köylere toplanıp ilahi güçleri iyice provoke edecek türlü haller sergilediler. Bereket ki, o güçler kendileri hakkındaki yayılmış tüm rivayetlere karşın hayli şerbetlidirler tahriklere karşı. Kehanetler tarihte yanılabilir, gösterdiği şeyde yanılabilir, ama bir şeyleri işaretler. Yabana atmayın!

Bizler hakkında, uzaylı yaratıklar genel kategorisi altında yayılmış söylencelerin mantıksızlığını anlatmaksa tümüyle beyhudedir, çabalamayacağım bile. “Uzaylı yaratık” kavramının kabalığı bile başta buna engel. Dünyaya sanki o tümüyle insana özgü tuhaf giysiler içinde, kafalarımızda fanusla indiğimizi düşünmeleri de bir o kadar abes. Kamışlarımıza kamış takarak dolaştığımızı hayal etseler bundan daha az gerçekçi olmazdı. Kıyamet kavramına yükledikleri anlam zaten yanlış. Kıyamet ne zaman kopacak sorusuna, ben öldüğümde demişti bir bilge. Arada akıllıları da çıkıyor. Böyle şeyleri biz fısıldıyoruz kulaklarına. 21 Aralık biraz şaşmış bir tarihti. Son gelişimin bununla alakası olmasın? Kıyamet bir bakıma büyük sıçramanın öncesindeki büyük olaylardır.          

Şimdi diyeceksiniz ki, ne güzel bir yaşam formu böyle. Ne müthiş bir keyif. Tüm evreni dolaş, gözlemle, kaydet, bilincine bilinç kat parana para katar gibi. Ne kadar kolay bir şey bu, ne harikulade bir ontoloji serencamı. Siz öyle sanın. Gelişigüzel yaşayıp dolaşırken sizin keyf dediğiniz şeye benzer bir aşkınlık halini hissetmiyor değiliz de... İşte o “de” den sonrası! 

Bir de alana açıldığımızda. Yaşam formlarını gözlemlemeye başladığımızda. O bizimkinden çok farklı, çok düşük, yine de adına “bilinç” denen şeylerle karşılaştığımızda… Evrenin birçok yerinde ortaya çıkmış durumdalar. Onlar da kendi içlerinde değişik düzeylerde. Bir terliksi hayvanın zeka düzeyinden on Einstein birimi düzeyine kadar… 

İşimizin zorluğu ise şurada. Merak ve vazife icabı sadece gözlemle yetinmeyip bu bilinçlerin içinde de olaylara bakmak zorundayız. O canlılara, o canlıların beyinleri, bilinçleri içine girerek. Buna da eğlenceli bir süreç diyeceksiniz, ama bizler açısından öyle sıkıntılı, acılı bir deneyimdir ki, tarifi mümkün değil, basbayağı bir işkencedir. Nasıl anlatabilirim. Bir tavuk nasıl mantık yürütür diye tavuklaştığınızı veya bir tavuğun beynine nüfuz ettiğinizi düşünün. O beyin ve bilinç daralması içinde ne kadar korumaya çalışsanız da zihinsel yetilerinizin çoğunu kaybedersiniz. Muhafaza ettiğiniz yetilerinizse öyle sıkışır ki, öyle yetersiz ve aciz, öyle nefessiz kalır ki; yaşamı dağlarda bayırlarda dolaşarak geçen birini tabutluk denen elli santime elli santim bir karanlık hücreye kapatsanız neye uğrarsa, ona uğramış gibi olursunuz. İzahatım, olgunun fiziksel benzetimidir, zihinsel benzetimini kavramanız olanaklı bulunmadığından buna çabalamıyorum.

Fikriniz olsun diye şöyle bir şey deneyebilirim. İnsanların çoğu tek bir çizgi üstünde düşünür. Gelişmiş insan beyinleri ise bir düzlem üstünde düşünür. Çoğu insan düz bir çizgi üstünde evet hayır yanıtları vererek, bir şeyi onaylayarak veya karşı çıkarak akıl yürütür, böylece yaşayıp gider. Düz çizgi zaman zaman sağa sola sapsa da -ki hiç ummadığınız şekilde onu son derece basit anlık çıkarlar saptırır, filozofik varoluş problemleri değil- kişi o çizgiden tamamen farklı çizgide bulunanları sapık, sapkın veya deli olarak görür. Oysa bir azınlığı oluşturan gelişmiş insan beyinleri, düşüncenin çok yönlü veri ve bilgilere dayanan açılımlarıyla gerçekliğin geniş bir düzlem üzerindeki çözümlemelerini yapabilirler. 

Kutsal Kâse ve Kehanetler

İnsanlar kafalarının kaldıramayacağı kadar yoğun bir bilgi yükünün altında eziliyorlar. İlk gözlemim bu örneğin. Bilgi sağanağı arttıkça böbürleniyorlar, bilgi kafalarından taşıyor, yüzde doksan dokuzu tamamen gereksiz olan o bilgilerle esrikleşiyorlar, keyifleniyorlar. Twitter diye bir şey çıkarmışlar en son. Duman işaretiyle haberleştikleri zamana daha acınacak biçimde geri dönüş. Güvercin haberleşmesiyle bile daha iyi bir iletişim kuruyordu eski toplumlar.

Düşünün, herhangi bir meseleyi dert edinen üst beyinli bir kişi yıllarca emek veriyor, sorunu araştırıyor ve bulduklarını anlatabilmek için bir tuğla kalınlığında kitap yazması gerekiyor. Ama bakıyor ki bu yetersiz kalıyor başka bir tuğla daha döşeniyor. Onu zayıf bulan başka birtakım beyinler karşısına başka tuğlalar çıkarıyorlar. Desteklemek isteyenler yeni briketlerle katkı sunuyorlar. Ancak böylelikle herhangi bir meselede bu insan denen canlı bir adım ilerlemiş oluyor düşüncede, bir sorunun gizini bir santim aralamış oluyor.

Oysa bugün gördüğüm internet yorumcuları, twetter hastaları. Tek cümle bitiriyorlar teoriyi: Ne demiş lan bu amcam, s.klemeyin a.na koyum.  

Bizim düşüncemizse binlerce boyutludur derken, onun tüm olguları bir bütün olarak üç boyutlu kavrayış özelliğinde bulunduğunu anlatmak istiyorum. Üstelik tüm bu gerçeklik evrenine üç boyutlu bakmakla kalmaz, aynı anda her şeyi ve tek tek her şeyi, farklı açılardan bakan binlerce gözden aynı anda izliyormuş gibi kavrarız. Onun için bizde iyi ve kötü güzel ve çirkin ilgili ve ilgisiz yoktur. Her şey aynı anda farklı bir açıdan her şey ve tam tersi her şeydir, tam olduğu gibi, tam gerçekliğiyle. Sakın ha, bunu gerçek diye bir şey bulunmadığını, varsa bile onun asla kavranamayacağını savlayanların söylemleriyle karıştırmayın, iyice batarsınız. Onlar bir odun kadar gerçek yetersiz akıllarını itiraf edemeyip, o sınırlılıklarını elle gelen düğün bayram hesabı herkese yaymaya çalışan kıskanç çocuklardır. Sınavda başarısız olacaklarını anlayınca tüm sınıfın kağıtlarını toplayıp kaybederler. Yerdiğim sanılmasın, sevimli bulurum çoğunu. Hadlerini bilirler son tahlilde, itaatkardır ekserisi. Sınırlarını zorlamaya kalkan sol devrimcilere yeğlerim hepsini.  

İşte o kozmik olanca yükümüzle genişliğimizle dünyaya indiğimizi düşünün. Şu anki gibi. Birilerin kafasına girmek zorundayız. Fakat bir seferde ancak birkaçına dayanabiliriz. Peki bu seçimi nasıl yapacağız. Meşakkatlidir. Dışarıdan gözlemle yetinsek. Öyle başlarız zaten. Bunun için dünyaya inmeye de gerek yok ki. Uzaktan izleriz. Buradaki yaşam formları, en başta gezegenin sultanı insan gerçekten şu anda neler hissediyor, neler düşünüyor. Sıçrama denen şey ne? Nerede nasıl gerçekleşecek. O dönüşüm beyinlerde nasıl yaşanıyor? Ön belirtileri nelerdir? Dışarıdan alımladığımız dökümler çoğu kez yetersiz veya yanıltıcıdır. Cidarın iç yüzünden yaşamak gerekir. 

Sıçrama dönemleri insanlığın geleceğini şekillendirmek bakımından önemlidir. Sistemler kurar insanlık. Sonra o sistem içinde evrilir yüzlerce binlerce yıl. O sistemi oluşturur ve bunu oluştururken bir bakıma kendini yeniden oluşturur. Alışkanlıkları değişir, mantığı değişir.

Çoğu kez zincirleme olaylarla girilir yeni döneme. Bir süredir dünyadan böylesi olayların haberleri geliyor. Bunları ortaya çıkaran bireyler ve topluluklar birçok kez neyi neden istediklerinin farkında değildir. Bir şeyleri ister, bir şeyleri devirirken bambaşka şeyleri değiştirirler.

Buna bir arzunun o zamanın ruhuna uygun şehvetlenişi neden olur çoğu zaman. Bir grup ortaya çıkar. Bir ülkede veya aynı anda birkaç değişik yörede. Değişik bazı tezler savunurlar, bazı çok hayati gereksinimlere karşılık bulurlar, farklı bir güdülemeye girerler. Başta garip karşılanan bir lider ortaya çıkar veya birkaç lider, değişik ülkelerde benzer liderler. Birisi birden bire bir çığır açar. Bir sıçrama yaşanır o anda siyasette. Veya bir düşünürdür bu. Başlangıçta kimsenin ondan bir şey ummadığı bazen de sessiz mi sessiz bir gizilgüç. Olgunlaşmış, topraktan fışkırmaya hazır bir şeylere denk gelir onun çağrısı. Onu önceden veya çıkış anında fark etmek… İşin bu yanı zevklidir.

İşin o yanı istek uyandırır bizde. İnsanların hayli sevdiği gerilim filmi tarzı ya da iyi bir polisiye roman izleğindeki gibi. Kim bu grup, önceden tahmin edilebilir mi? Hangi topluluk? Ne gibi bir devinim yaratacak? Nasıl bir toplumsal çalkantıya yol açacak? Uçsuz bucaksız uyuşuk yığın tarlarında hangi sert rüzgarlar ne tür bir dalgalanmaya yol açacak? Kimdir bu çevre? Kimler çekmektedir başını? Tarihi kimler değiştirecek yeniden?

Bunun kokusunu almasak gelmeyiz Dünya’ya. Bir şeyler olacak, bu kesin. Benim önceki gelişimlerdeki gibi, benden öncekilerin gelişlerinde olduğu gibi.       

Notlarıma da “Kayıp Devrimin Öncesinde” diye başladım. Bu nedenle. Oysa “Kutsal Kâse’nin Peşinde” gibi bir isim koysam herhalde çok daha fazla insan dikkat kesilirdi. Kehanetlerden söz etsem… Bir dönüşüm, bir sıçrama görür müyüz diye nerelerden geliyoruz, iş böyle mevzulardan anlaşılıyor ki ne bir başkalaşım var, ne mantıksal bir değişim… Eski tas eski kâse... Bir zamanlar ne buldunuz da şimdi yitirdiniz? Kutsal çömlekmiş, sihirli yüzükmüş… Boş verin artık bunları. Eksik tahtanızdan ne haber? 

Dünyada bir şeyler olacak da, nerede? İlk çözülmesi gereken giz buradadır. Orada kadim sezgilerimiz, muazzam bilgi birikimimiz devreye girer işte. Yine de bu yetmez. İnsanlarla temas etmek gerek. Ancak dedik ya, bir bilincin içine girmek sadece birkaç kez göze alınabilecek ağır bir külfet. O birkaç kişiyi nasıl seçeriz? Birilerinden görüş almak şart. Kimdir bunlar?

Çoğu zaman uçuk kaçık, yarı deli biridir. Öyle ki kulaklarına fısıldadığımızda, bir şeyler sorduğumuzda büyük bir ciddiyetle cevap verenler sadece onlardır. “N’aber John, işler nasıl gidiyor?” diye sorarız mesela gaipten, onlar da bu işte hiçbir olağanüstülük yokmuş gibi yanıtlarlar: “Ne olsun ya, İsa aşkına, şükür, geçinip gidiyoruz.” Neler konuştuklarını etraftakilerle pek paylaşmazlar; ola ki paylaştılar, zaten çatlak olarak bilindiklerinden kimse özel bir ehemmiyetle durmaz bu garipliğin üstünde.

23-05-2013
Facebook
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210551
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.