saatler, akıntıda istenç yükü
ileri bir tansık düşlüyorum
tam da “karuş maruş”lara inat
o alevler bedenimdeydi, korkunçtu!
cellat yüzlü o panayır yerinde
belleğe inat süreğen bir başkaldırış
ve kimsenin basmadığı o kül tabanlar
beni kollarımdan sündürdü rüzgâr
limanın öte tarafına doğru, kayalıkların
tüm sivriliğinde kan kokusu yükseliyordu
ve o denizciye yolunu gösteren ucube
kendi gibi; sünepe, ayyaş ama yanında
sabır, ilikleriyle dokuduğu avcı ağlar
yaralıyım, korkunç bulanık bulutlar,
kayıbım, ısırıklarıyla rüzgarın paramparça
imdi, kardeşlik mi?: yok, sonsuza ağar..
‘mavri mira’, ihanet içindeyiz!
yaşam o denli keskin, kılıcını yarı beline
indirirken, yazık ettik: ‘an’a ve analara.
kayıp kuş kentin mağaralarında buldum
ufuk daraldı, titrek deniz yanı başımda
karanlık ininde uyukladım, sabaha karşı
‘göçmen kaçakçılar’dı: umut ve hasret
devinimle baş başa, motorlar sustu
yunan adası kucak açmıştı, mahpusluklarına
mahkemeye neyi anlatacak, kimi savunacak,
kime diyesiydi? göçmen… kaçak… suç…
giyotin boğazına değdi, söz bitti!
nereden başlasan yarımdı her şey; o beden
yanarkendi, rüzgâr savurmuştu, mağaradan
sızan günün ilk saatleriydi. titriyordu deniz,
ağaç karanlığına devirmişti mağaranın ağzına.
bulutlarla kardeş bir dünya akıntıya kapılıp
gözlerden yanaklara asılı kalmıştı, öğleyin
bitmiş, akşam davulları inliyordu…
Kaan Turhan