Siyaset
Gezi ruhu Bakırköy’de!

1 Mayıs kutlamasına gitmeyeceğim! Gözlemci olarak da gitmeyeceğim, nostalji yaşamak için de. Masallara karnım doydu, ruhlara inanmak noktasında metafiziğe meyledecek yaşı geçtiğimi düşünüyorum. Gitmek isteyenlere, sözüm ona ‘güç göstermek’ isteyenlere diyeceğim yoktur. Bir Amerikan filmi izleyip de “günlerini göster ona dostum” repliğini duyunca klişelerden tüyleri diken diken olanların, “haydi gösterelim gücümüzü” yalanlarına inanmıyorum artık. Bir romantik iradi kayba daha tahammül göstermeyeceğim. Sizin olsun Gezi ruhu ve Bakırköy! Sizin olsun sendikalar ve ağaları!
Uçuk kaçık bir başlık mı attım, niçin öyle bakıyorsunuz? Yakında bu başlıklardan bolca çarpacak gözünüze, şimdiden alışın. Bu başlıklar ikiye ayrılacak tabii, ‘1 Mayıstan önce’ ve ‘1 Mayıstan sonra’ diye. Önce olanlar “Gezi ruhuyla buluşalım” şeklinde başlatacak bildirileri, sonra olanlar “Gezi ruhu Bakırköy’de buluştu” diyecek haberlerde.
İşin ilginci, Gezi ruhu sahiden de Bakırköy’de olacak, laf cambazlığı yok! Sendikalar ve siyasi partiler karar aldı, bu sene 1 Mayıs Bakırköy’de kutlanacak. Öyleyse ironisiz Gezi ruhunu açıklayayım ama ondan evvel Gezi neydi? Parti programı(nı) yeni açmışlar olabilir! Onlar için küçük bir hatırlatma yapalım. Gezi, tanık olanlarına anlatılacak bir hikâye veren ağaçtı fakat meyve veren ağacı taşlamadılar, hasat toplanmadı. Gezi bir şey’di. Bir... Bir... Adı dilimin ucunda... Hah! Gezi tam da amorf bir şeydi! Amorfluğu tabanından alıyordu, kaypak bir sınıfın sınıfımsı öfkesi, özgürlüklere müdahale minvalinde başlayıp vatan elden gidiyor’a kadar yükseldi. Orada durdu, bir soluklandı. Sonrası malum, o zamanların hızlı tutsağı Doğu Perinçek, Gezi’nin eylemsel birliğini parçalamak için direktifler yağdırdı, örgütünü içeriden çok güzel yönetti; sağ olsun var olsun, yeni partisine hizmeti bol olsun!
Peki, Gezi ruhu neydi? Gezi ruhu, park ile meydanın ayrıldığı yerdi, sevgi ve emek değildi. Sevgi ve emek vardı ancak buluşamadı. Park ziyaret edildi, meydanlarda bildiri dağıtıldı; önlükler giyildi, bayraklar asıldı.
Bir şeyi fark ettim, Gezi hakkında görüş bildiren çok cümle sarf etmişim çeşitli yazılar içinde, fakat siyasal altyapısına pek fazla değinmemişim. İsabet olmuş! Zira Gezi’de dişe dokunur bir siyasal altyapı yoktu. Bir yanılsamanın kurbanı veya ortağı olma durumu vardı esas anlamda. Nedir? O zamanlar 31 Mayıs akşamını anlatırken iştahla şu cümleyi kurardım: “Adamın bir elinde tablet, bir elinde taş vardı” deyip deyip coşuyor ve ekliyordum “Bir yandan twit atıyor, bir yandan taş.”
Sırayla, her şey sırayla! İtiraf ediyorum, bu benim büyük yanılgımdır! Taş atanlarla twit atanlar sapla saman oldukları, kör göze parmak oldukları halde, o ilk günlerde ısrarla, bilinçli veya bilinçsiz karıştırıldılar. İşte zengin ve çok yönlü isyanımız böyle efsaneleştirildi. Gezi buradan nereye kaydı? Twit atanlar çoğunluktaydı, onların sözü hâkim kılındı.
“Haklıyken haksız duruma düşmeyelim, parkın dışına çıkmayalım, barikatları kaldıralım, baklava börek yiyelim, yedirelim. İnsanlara cazip gelsin direnişimiz!”
Direnişin cazip geleni makbul değildir, bunu kimse anlamak istemedi?
Neden cazip değildir ya da Gezi hareketi tanımlaması niçin sorunlu?
Bir hareket sonuca yürür; evrilir, kesilir fakat bu sonuçlar için mutlaka irade gerekir. Romantik irade kaybı yaşadık o günlerde. Üçüncü yıl dönüme yaklaşırken bugünden geriye dönüp bakıyorum, romantizm gözümüzü kör etmiş, romantik iradi kayıplarımız tüm kazanımlarımızın önüne geçmiş; öyle ki meydana saldırıldığında kimse gıkını çıkarmadı, akşam parka gidenler vahşice dağıtıldı, bir otobüsün tepesinde gaz içinde kalan kadının ağlayışlarını, haykırışlarını hatırlarsınız. Hepimiz şaşkındık, ne yapacağımızı bilemiyorduk, romantizmden başka kaybedecek bir şeyimiz yoktu! Üç beş çadır yakılmış, insanlar can vermiş ve park kurtulmuştu!
Ayrım tam burada baş göstermiştir. Gezi tüm ülkeye yayıldığında, basınç kabın sınırlarını zorladığında sol hareketler demek yerine sol duraklar demeyi tercih edeceğim, çoğunluğu reformizmi ve pasifizmi bayrak edinmiş kurum ve kuruluşlar geri çekildi. Nihayetinde 15 gün sonra Taksim tümden dağıtıldı.
Çekişme ile çekilme arasında hüsranı aramak
Arada kalındı, çekişme sürüyor ve derinleşiyordu, işçi sınıfı dâhil olmamıştı kavgaya, kent yoksulları ucundan kıyısından ancak kıpırdamaya başlamıştı. Gazi Taksim’e yürüyor’da somutlanabilecek bir durum yavaş yavaş belirginleşiyordu. Her zamanki gibi kadrolar yetersiz kaldı. Halk öncü bulamadı, dahası halk ayaklanmaya katılamadı; dolayısıyla Gezi’nin ruhu ve romantizmi ön plana çıktı. Bunun en billur formunu forumlarda gözlemleyebiliriz. Taksim’de Atina demokrasi’sine dönüş denemeleri ve hezimetler mahallelere taşındı, adına da kent dayanışmaları denildi; süslendi püslendi, sonuç yine hüsran!
Hüsran Gezi geri çekildiğinde yaşanmadı, yahut forumlarda. Hüsran ilkin ‘bas geç’ politikasıyla zehirlenen yerel seçimlerde, ardından ‘barajları aş da gel’ popülizminde yaşandı, barajlarda boğulduk! Suruç’larda, Ankara’larda yok olduk! Şimdi kimse kafasını dışarı çıkaramıyor ya, işte hüsranın artık son evresini yaşıyoruz. En son ve en gerçekçi evredeyiz.
Pastadaki çilek Bakırköy’de: Gezi ruhu 1 Mayıs’ta
Yemeği yediğimize, zokayı yuttuğumuza göre sıra pastaya, pastadaki çileğe geldi. Efendim yalan çoktur reformizmde! Gezi ruhu’nu Bakırköy’e taşımak çocuk oyuncağıdır; artı elli turuncu veya kırmızı renkli bayrak dalgalandır Cumartesi Pazarı’nda, işlem tamam!
Peki ya sınıfa ne olacak? Ertesi gün sınıf, bayrağını bırakıp işine dönecek, canlı bombalarla ölüm korkusu hissedecek; işine giderken ve eve dönerken dua edecek! İşçilerimizin işi insafa ve duaya kalmış, düzen cephesinden bakarsak işler tıkırında!
Mesele sınıf bayraksız bir 1 Mayıs’ın kutlanması değil midir? İki işçinin eline bayrak tutuşturmak hangi yaraya merhem olur?
Neyse, yazıyı lastik gibi uzatmak niyetinde değilim. Derdimi bir örnekle kısaca anlatıp toparlayayım. “Yıkılsın bu köhne düzen biz başka âlem isteriz” diyenler varsa elleri bir göreyim -yumruk sıkmasanız da olur, genç adamlar ve kadınlardır, Cumartesi Pazarı’nda lazım olur- sözüm onlara. Bir otobüste veya trende yolculuk ediyorsunuz. Yer bulup oturmuşsunuz, köhne düzen ayakta, tepenizde dikiliyor; kalkmanızı bekliyor. Başınızı öne eğiyorsunuz, kitap okuyor (forum düzenliyor) numarası yapıyorsunuz; hatta gözlerinizi bile yumuyorsunuz. Düzen tepenizde. Birazdan ‘cık cık’ sesleri duyacaksınız. “Bu köhne düzene hiç saygıları kalmamış” diyecekler. Sizse başınızı eğdikçe eğiyorsunuz, duymazdan geliyorsunuz. Seçenek nedir? Kurtuluş nerededir? Göz göze gelmek köhne bellediğiniz düzenle ve hürmette bile isteye kusur etmek! Yoksa, sittin sene, burası sizi kaldırmak isteyenlerin, hizaya sokmak isteyenlerin, ‘sağ baştan say’ diyenlerin ülkesi olur; yahut sizi öldürmek isteyenlerin ülkesi, yahut caretta caretta’ların başını taşla ezerek öldürenlerin ülkesi.
Son bir not düşmek isterim. 1 Mayıs kutlamasına gitmeyeceğim! Gözlemci olarak da gitmeyeceğim, nostalji yaşamak için de. Masallara karnım doydu, ruhlara inanmak noktasında metafiziğe meyledecek yaşı geçtiğimi düşünüyorum. Gitmek isteyenlere, sözüm ona ‘güç göstermek’ isteyenlere diyeceğim yoktur. Bir Amerikan filmi izleyip de “günlerini göster ona dostum” repliğini duyunca klişelerden tüyleri diken diken olanların, “haydi gösterelim gücümüzü” yalanlarına inanmıyorum artık. Bir romantik iradi kayba daha tahammül göstermeyeceğim. Sizin olsun Gezi ruhu ve Bakırköy! Sizin olsun sendikalar ve ağaları! Ben evimin salonunda kutlayacağım 1 Mayıs’ı, salon toplantısıyla geçiştireceğim anlayacağınız!
Haydar Ali Albayrak
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Deniz Can 02.05.2016
Umutsuz olmak için bir sebep yok, üzülüyoruz, geriliyoruz yine de matematiksel olarak çoğunluktayız. Gezi öncesi yaşadığımız gerilimin şu andakinden daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Gezi’de bir öfke boşalması yaşandı. Binlerce insan kendiliğinden sokağa indi, bu potansiyelimiz her zaman var. Çok sabırlı bir milletiz, öfkemizi biriktiriyoruz ya da farklı odaklara yönlendiriyoruz, doğru odağa yönleneceği gün henüz gelmedi demek ki. O gün gelene kadar yazmak, çizmek, tartışmak, sizin gibi düşünenlerle iletişim halinde olmak, moralinizi yüksek tutmak ve bireysel olarak ya da küçük gruplar halinde inançlarımız doğrultusunda çalışmalar yapmak kötü olabilir mi, amaç birilerinin keyfini kaçırmak olmamalı, halinden memnun yüzde kırklarla uğraşmak beyhude, amaç keyfi kaçık çoğunluğa çaresizlik duygusu yaşatmamak olmalı.
Recep Cintek 01.05.2016
Herşey korkunç, her yer karanlık, yine de birşeyler yapmaya gerek yok mudur? Gezi'yi beğenmeyenlerin de Gezi'yi yeterince destekleyip sahiplenmekte çekingen kalmaları sorunlu değil midir? Konformizm," yapacak birşey yok o nedenle yapmıyorum" demek değil midir? Eleştiri önemli ama çoğu zaman ayağımıza pranga yapıp ağırlığından yürüyemiyoruz. Zorlukla bir damar bulunca genişletmek yerine, fazla düşünmekten hareket etmeye mecalimizin kalmaması, geriye baktığımızda o damarı da kaybetmemiz, muhalefet hastalığımız mıdır? İnsanın toptan iyi olmasını bekleyemeyeceğimizi bile bile desteklemek için katılan herkesin iyi olduğu bir isyan mı bekliyoruz? Bu uykulu, ağır düşüncelerle sadece yazı yazar, konuşur, yığınlar dolusu harfleri ardarda sıralarız. İnternet dehlizinde tüm dünya okusa birşeyin değişmeyeceği sayfalar dolusu yazı, yorum, fikir, kavga... Dostlarınızdan uzaklaştığınıza değmez. Keyfinizce hayat sürün daha iyi. Kimsenin keyfini kaçırabildiğimiz yok.
Ahmet Ahmet 01.05.2016
Hiç bir tespitinize katılmıyorum.Hatta zararlı ve çok yüzeyel buluyorum.Yazık.
Gül T. 01.05.2016
Gene sharp okuyayım diyorum yinede ne olur ne olmaz bu ülkede birşeyler ters gidiyor.Havadan çeşitli gazlar salınıyor galiba beyni etkileyen başka komplo teorisi olan varsa açıklasın :))Denesek belki bir şeyler olur.Bu arada şuanda evimin yakınındaki kutlamalar sayesinde Haziran flamalı bir grup gördüm o ne ki :)
arif yavuz aksoy 30.04.2016
Gandi güzellemesi yapan adamların pasif direniş metodolojisi hakkında cücük kada bilinci yok. Efendilikle, zahit tavırlarla, ermiş sabrının karikatür bile olamayacak replikaları ile mücadele kazanılaydı ikonik figür Che değil Eyüp olurdu. Perinçek'in intelicensiyasına da iyi giydirmiş yazar. Ellerine sağlık. Bana da afiyet olsun. Gezi'nin gazı üçüncü günde kaçtığından beri parkı sadece Sonja'yı Bosforus otobüsüne bıraktığım yer olarak hatırlamaktayım. a.y.a. memoriesss
ELİF FİRUZİ 30.04.2016
Haklısınız Kıymetli K. Arslanoğlu da, ben zaten pek bir şey yapmadığımız (m) kanısındayım. Belki de pek'i hiç' e çevrip enerjimizi daha sahi çözümler için saklamalıyız, dediğiniz gibi.
Kaan Arslanoğlu 30.04.2016
Benim yazıdan anladığım şu ve eğer öyleyse destekliyorum: Bazen hiçbir şey yapmamak, bir şey yapar gibi davranmaktan, bir şeyler yapıyormuş gibi kendini ve çevreni aldatmaktan iyidir. Ve giderek bizde bu bazen dediğimiz şey süreklilik kazanmaya başladı. Sol adına söylenenler ve yapılanların büyük bölümü, bırakın sola, insanlığa zarar veriyor, geriye götürüyor. Bir şeyler yapıyor süsüyle davranmak açıkça gerici bir işlev kazandı. Yazar eğer bunu kast ediyorsa, haklıdır bence. Şöyle bir altı ay hiçbir şey yapmasak. Durup etrafa, kendimize ve halka baksak. Halk bizi nasıl görüyor ve bunda ne kadar haklı, ne kadar haksız, bir düşünsek???
ELİF FİRUZİ 30.04.2016
Sayın Albayrak, Gezi ruhu ve 1 Mayıs'la ilgili yazdıklarınıza çoğunlukla katılmakla beraber; içinde biraz romantizm olmayan, insan ruhuna coşku katmayan hangi devrim bizi harekete geçirebilir şaşarım... Belki de sadece işçi sınıfı değil, insanlık hepten neo-liberalizmin bizi bu ne öldürür ne umdurur tüketici ruhuna iyice alıştırdı. Bakın siz bile 1 Mayıs' ı saonda geçiştirecekmişsiniz, Böyle olunca, yani kırlara, yollara, parklara çıkmayıp hepimiz birşeyleri salonlarda geçiştirince de birbirimizden iyice kopuyoruz. Bu durumda romantizm de ölüyor bittabii. Belki de siz şimdilik gücümüzü yarım yamalak şeylerle tüketmeyelim diyorsunuzdur, Lakin yarım yamalak olmayan şeyi de bir türlü tanımlayamıyor, yol haritasını çıkaramıyoruz sanki. Saygı ve iyilikle.