Bir kitap okudum dünyam değişti

Bir kitap okudum dünyam değişti

Kaleme aldığım bu yazı bir anlam ifade eder mi, bilemem. Evrim sürecinde insan en hızlı, en güçlü olduğu için değil, birlikte iş yaptığından, birlikte çalıştığından hayatta kaldı. Değişim istemeyi bırakmadan görmek istediğimiz değişim olmalıyız. Teşekkürler Kaan. Yaptığın şey bilime ve insanlığa katkıdır. Devam kardeş. Yolun açık olsun. Ortaklaşanların da yolları açık olsun.


Uykusuz gecen bir gecenin ardından günün öğle suları; önümde bilgisayarım, ekranda İnsan Bu sitesi, sağ kolumun dirseğinin dibinde Kaan Arslanoğlu’nun son kitabı, altında okurken tuttuğum kısa notlar... Site içinde kitaba atıf yorum sayfaları arasında sörf yapıyorum. Tadı tuzu yok, pek dişe dokunur yorum da yok. Küçük dalgalarda bir sörf bu. Birçoğu da can sıkıcı. İçimde tuhaf, anlamlandıramadığım bir boşluk var. Hiç keyfim yok.. hiç... Gözlerim masadaki kırmızı, mavi ve dışı sarı renkli kurşun kalemlerde takılı kaldı. Tamam da kalemler neyin nesi şimdi, diyenler olacaktır. Önce onu söyleyeyim. Kırmızı Kalem: Okunan kitabın ana temalarına ait kuramsal ve bilimsel önerme, tez, anti-tez, sentezlerine ait ilgimi ve dikkatimi çeken yerlerin altlarını çizmek için; Mavi kalem: Yine işlenen konunun yazım tekniği açısından ve iyi anlatılmış evrensel manada vurgusal olarak beni düşündüren ve soru sorduran bölümleri içindir. Kurşunkalem ise, bu altını çizdiğim yerlere kısa notlar almak için. Masamın mutat demirbaşları. İşte bu karmanyola içinde akıl sarkacım bir o yana bir bu yana sallanırken merdivenden gelen ayak patırtılarıyla aydım. İkiz yeğenlerim daldı odama; ışıldayan gözler ve gülücüklerle yetişkinlerle selamlaşır gibi selamlaşıp kucaklaştık. Süslü hemen kaçtı babaannesine. Küçük büyük adamla baş başa kaldık. Başka zaman olsa bilgisayarı kapmak için bin bir şirinlikler, cinlikler yapar. Oysa onun gözleri dirseğimin kenarındaki kitapta. Eline alıp okumaya başladı. EVRİMCİ AÇIDAN DİN- PSİKOLOJİ- SİYASET. Ardından sorular:

-Amca Evrimci açıdan ne demek?

-Din, yani Allah demek mi?

-Psikoloji ne demek? Amca evrimci açıdan psikoloji ne demek?

-Siyaset ne demek?

-Amma kalınmış kitabın Amca, tam288 sayfa.

-Amca sen de mi imzalattın kitabını? Ben de böyle çoook kitapların olduğu fuarda imzalattım kitaplarımı. Ama benim kitaplarım incecik, 18 sayfa. Ben de büyüyünce böyle kalın kitaplar alacam. Evrimci açıdan ne demek amca?

Al sana var olanlar yetmezmiş gibi muamma üstüne bir muamma daha. Tam bir pedagojik sorunsal. İnsan bu işte! İnsanoğlu kendi durumunu kurtarmak için her tür orijinallikleri hemen bulur. Hadi aslanım, al bilgisayarı bir odada kurcala demekten başka çare yok. “Amca seni seviyorum, öpüldünüz” sesiyle yol aldı çocuk. Kaldım öylece... Kendi kendimle. İyi miyim, kötü mü belirsiz. Anlamsız bir hareketle eğilip kâğıt tomarından boş bir yaprak alarak koydum masanın üzerine, başladım çiziktirmeye. Bir an duraladım. Ne zormuş elle yazmak. Parmaklarımda hoş bir ağırlık ve hafif bir sızı var. Ruhum beni götürüp attı 30-35 yıl öncesine. Mazinin bir döneminde elle yazmaktan, kalem tutan parmaklarım nasır tutmuştu. Fırlatıp kalemi bir tarafa, kalktım masadan. Yapılacak en iyi şey, içimdeki çocuğu yakalama umuduyla yeğenlerimle yansız, korumasız, amasız, fakatsız ama yetişkinlerle iletişim kurar gibi; her daldan, her havadan ve her gerçeklikten muhabbete dalmaktı galiba. Ben de onu yaptım. Üç beş satır yazı içinde debelenmek de ne oluyordu?

Birkaç saat sonra baktım. Yukarıdaki satırları karalamışım. Oysa Kaan’ın Kitabı için bir şeyler yazma ihtiyacı veya zorunluluğu duyarsam bu iş ancak kitabı ikinci okumamdan sonra gerçekleşebilirdi. O okuma da epey uzun sürer. Alıntı ve atıf yapılan kitaplardan bazıları bulunup alınacak; başkaları da el altında hazır tutulacak, masaya beş-altısı birden serilecek, paralel ve çapraz okumalar yapılacak. Notlar alınacak. Üzerinde uzun uzun düşünülecek. Yazı veya yorum, ihtiyaç duyulursa çok daha sonra gündeme gelecek. Nereden baksan bir iki ay. Uzun bir zaman. En iyisi yazmayı bırakıp yorumlar arasında turlamaya devam... Mevzu derin. Sol jargonla söylersek “teorik”, kuramsal. Arslanoğlu, kitabıyla “Standart Toplumsal Bilim Modeli”ni eleştirerek bilime bir anlamda katkı yapıyor. Bir çılgınlık bu. Dünyayı yorumlamada temel alınan ALT YAPI - ÜST YAPI ikiliğine; bunları reddetmeden bir üçüncü yapıyı eklemlemek gerektiğini ortaya koyuyor. Hadi kısa keselim; 200 yıldır dünyayı değiştirip dönüştürme iddia ve ülküsünde olanların, bu işe soyunanların, devam ettirenlerin ve de devam ettireceklerin hiç de dikkate almadığı, bu ikisinden çok çok eski (yaklaşık 195bin yıl) olan, doğal seçilimle, evrimle oluşmuş insanın biyolojik-fizyolojik-psişik gerçeğini ve bunun getirdiği Akıl-Düşünce-İnanç ve davranışsal varlığını, bu iki esasla aynı oranda ve değerde dikkate almalıyız, diyor.

Kitabın sömellerinden biri olan ( Sömel: Babam inşaatçıydı. 90’nına yaklaşıyor, onun lafıdır. Ondan duymuştum, tekrar sordum. Betonarme inşaatlarda beton direklerin bağlandığı demir ve betondan oluşturulan temel donatısı. Burada temel manasında kullanılmıştır) inanç ve din meselesini evrimsel açıdan ele alıp, İnançlar ve Dinsellik, Kültürden ziyade evrimle elde edilmiş biyolojik ve ruhsal miras olarak doğal parçamızdır diyor.

Bu düşünce ve tespitleri bilimsel pozitivizme aykırı mı? Onunla çelişiyor mu? Hayır. Evrim Teorisi bilimsel pozitivizmin ta kendisidir. Marks-Engels’in Evrim Teorisini iyi kavramadığını, hatta bilmediğini ileri sürüyor. Kaan bana göre de doğru tespitte bulunuyor.

Konu üzerinde biraz düşünürsek, Doğal seçilimin tezahürü, Evrimle yaşıt olan, ölçülemeyen, biçilemeyen görünmeyen muamma şey; başlangıçta doğaüstü güçlere, ruhlara olan inançla sınırlı olan şey, yazılı tarih verileri içinde mukim Mezopotamya’nın Mitolojik Tanrılarından Semavi dinlere dönüşmüştür. Bu süreçlerde Kabilenin birlikte yaşam kurallarına aykırı hareket edenlerin ulu Ruhlar tarafından lanetlenerek cezalandırıldığına inançla birlikte, bir de kabile kararı veya lideri tarafından cezalandırılma ortaya çıkar. Semavi dinlerde yaşanılan zamanın kural ve yaptırımlarına göre cezalandırma varken, bir de öldükten sonra cehennemle cezalandırma sistemleştirilir, yönetimde baskın öge haline gelir. Doğru.

Bilişsel bir olgu olarak ortaya çıkan inanç ve Din, ortaya çıkışından bu güne günümüz dünyasında da insanın manevi tatmini ve kendine uyumunu, yaşama uyumunu, topluma uyumunu kolaylaştıran, ruhu dinginleştiren bir olguysa (ki baskın ve egemen bir olgudur) üzerinde ciddi ciddi durmayı zorunlu kılar. Bu da doğru.

O doğru bu doğru da, Mezopotamya’nın aydınlığı Sümer, Akad, Babil, Asur, Mısır uygarlığından, eski Yunan’ın bilim felsefe egemen uygarlığından sonra on-on beş asır ortaçağ karanlığı dönemlerini nereye koyacağız? Marksist bir bellekle Din üst yapı kurumu olan kültürel bir olgudur diyerek meseleyi sınırlayabilir miyiz? Sınırlayabiliyorsak mesele yok. İşimiz kolay demektir. “Din insanın bir afyonuysa” onu yutmayız, çeşitli metot, yöntem ve mücadele biçimleriyle yutturulmasını önleriz, beyin diri kalır. Ama onu evrimle oluşmuş genetik kodlarımızdan gelen ruhsal bir parçamız kabul edersek işimiz oldukça zor demektir. 30 yıl süren din savaşları sonrasında Hıristiyan dünyası Laiklikle sorunun dünyevi yönünü belirli ölçülerde çözmüştür de, bu İslam dünyası için pek söylenemez. Peki, baskın inanç olarak İslami dinsel duyarlılığı olan toplumumuzda Dine karşı tutumumuz ne olmalıdır? Soruyor ve öneriler sunuyor Arslanoğlu. Siyasi mücadeleyle toplumu değiştirip dönüştürme mücadelesi verenler konu üzerinde kafa yormamalı mıdır? Yormak vazgeçilmez bir zorunluluktur deniliyorsa neleri, nasıl yapmalıdırlar? Zor soru, zor.

Kitabın bir diğer bölümü EVRİMSEL AÇIDAN PSİKOLOJİ. Freudculuk ve Lacan’ın düşünceleri üzerinden Freud ve yancılarının bilime, siyasaya verdikleri zararları bilimsel açıdan ortaya koyuyor. Freud meselesi benim çok uzun yıllar önce şöyle bir okuduğum, ama üzerine laf edemeyeceğim konulardan. Ancak siyaset yapanlar için genel olarak PSİKOLOJİ, SOSYAL ve TOPLUMSAL PSİKOLOJİ son derece önemli ve hatta öğrenilmesi, bilinmesi vazgeçilmez öğretilerdir bence. Çünkü bu, esas tayin edici alandır.

Kitabın ikinci bölümü siyasaya ayrılmış.  Bu bölümde Siyaset Bilimi ve sosyolojinin temel düsturları açısından, (Ben sosyal bilimler tanımlamasına pek inanmam. Duruşum daha çok logicalPozitiflere yakındır. Bu nedenle ancak bu guruba giren bilimleri bilimsel disiplinler olarak tanımlamadan yanayımdır) 14 ana ve bir o kadar alt başlık altında toplayarak,

Solcuların siyasi zekâsı neden düşük?

Atatürk ve Lenin’in liderlik anlayışı nasıldı?

Evrim Kuramına sığ bakışlar.

Sol siyasetin Dine bakışı nasıl? Nasıl bakmalıyız nasıl örgütlenmeliyiz?

Sosyalistlerin en büyük sorunu:

Toplumsal hareketleri anlayamamak

Marksizm artık devrimci değil.

Solculuk diye bir şey yok, az sağcılık var.

Godot’u, Lideri beklerken;

Gibi sol siyasetin genel olarak sorunlu olan alanlarına ilişkin, Eyyy Ahali! Benim söyleyecek sözüm var diyerek değerlendirmelerde, analizlerde bulunuyor ve düşüncelerini paylaşıyor. Sezar’ın hakkı Sezar’a… Arslanoğlu’nun yaptığı bu çalışma hem akademik alanda çalışanların, hem de fiili siyasi faaliyet yürütenlerin önlerini açacak, ufuklarını geliştirecek değerdedir. Siyaset bilimi, ilgili sosyal bilim ve disiplinlere son derece tayin edici bir katkıdır.

Sanırım Kitap hak ettiği oranda olmasa da dikkat ve ilgi çekti. Yayın dünyasında ve görsel medyada röportajlarla karşılık buldu. Ben de gelişmeleri merakla takip etmeye çalıştığımdan sık sık İnsan Bu sitesinden yapılan yorumlara göz attım. Ancak bu yorumlar nicelik (yorum sayısı) ve nitelik (yorumların bilimsel, sistemsel içeriği) bakımından pek tatmin etmediğinden, 8 yaşında bir çocuğun meraklı soruları ardından bir şeyler karalamaya başladım. Eeee bu noktaya gelmişken işte o yorumlar üzerinden birkaç söz etmeden olmaz. Gerek basında gerekse görsel medya röportajlarında hemen öne Marksizme genel bakış ve eleştirisi geliyor, getiriliyor. Yorumlar da bunun üzerinden yürüyor. Görülüyor ki hiç de bilimsel olmayan öğreti ona eleştirel bakanların bile beyinlerini esir almış. Arslanoğlu’nun Marksizm’e yaptığı eleştiri doğru alanlar üzerindendir ve bilimseldir. Yorumları okuyup değerlendirdiğimde;

1-Evrim Kuramının genel olarak sığ kıvranıldığına kanaat getirdim. Özellikle bilimsel disiplinlerin ve kuramlarının, şeylerin başka alanlarıyla etkisel ve dengesel bağlantılarının olması kaçınılmazdır. Şeylere, Merkezkaç kuvvet ve merkezlerini kapsayacak, mümkün olduğu kadar geniş, bağlantılı, bütünlüklü düşünme ve algılama idrakiyle bakmaya ve görmeye odaklanmalıyız. Beceremezsek hep bir yanımız eksik kalır. Merakımız daralır, eksik olan her şey bir manada tamamlanmamıştır. Sonuç olarak eksik olan her şey bünyesinde yanlışı taşır. Genelde yorumculardan ateist olanlar İlahi Yaradılış Nas’ına karşı kendi duruşlarını temellendirmek için ellerine aldıkları Evrim Kuramını bir okuyup raflarına kaldırmışlar.  Kitapta işlenen konulara Evrimsel açıdan bakamazsak yazılanların bir değeri yoktur. Kaan’ın savları aforizmalar olarak kalır.

2-“Kaan Arslanoğlu’nun düşünce ve kaygılarını uzun süredir takip ediyor ve anlıyorum. Ama olaya evrimci açıdan bakınca sonuç kapitalizmin sonsuz haklılığı ortaya çıkıyor... KA’nın asıl yanılgısı Evrimin anti materyalist ve tamamen dogmatik (yada) doğmatikleştirilmiş bir paradigma olduğunu anlamamaktan kaynaklanıyor.” Yorumcuya K.A. kısa ama sert, Taylan Kara da bilimsel ifadelerle cevap veriyor. Ben de işin içine girip yazıyı uzatmayayım. Zat-i muhteremin tezleri abesle iştigal. Ağır mı oldu? Olsun. Bir başka yorumu ayrı bir sığlık taşıyor.

3-Yorumcu TK’ya cevap verirken “Asıl sorun tarihsel süreç içinde üretimin farklılaşmasından kaynaklanıyor. Bakın şimdi değil taa Henry Ford’un montaj bandını ve seri üretimi bulmasından sonra Marx’ın toplumsal teorileri ve ütopyası çöp oldu. Yani bütün otomobili yapan adama mı işçi diyeceksiniz, yoksa 3 tane vida sıkan adama mı? Yani emek de işçi de çok kolay bulunabilir, değiştirilebilir ve çok daha ucuza satın alınabilir oldu.” Bu yorumun devamı da var. Ben bunlar üzerinde duracak değilim. Beni söz söylemeye iten daha çok tırnak içine aldığım tespit veya iddia. Marx’ın toplumsal teori ve ütopyasını çöpe atan şey Henry Ford’un mühendislik zekâsının ürünü seri üretim bandını bulması değildir. Kapitalist üretim esprisinin genel ve temel işleyişi maliyet, ekonomik ölçekli üretim, verimlilik artışı, otomasyon, (1980’ler sonrasının gelişimidir) rekabet, kâr, büyüme, büyüme, yeni pazarlar, kâr, kâr, kâr üzerindendir. Ford’un bulduğu bu yeni üretim metodu tabii ki üretim araçlarını, teknolojiyi,  çok büyük oranda geliştirirken üretici güç olan işçileri de teknik bilgi ve sosyal olarak geliştirmiştir. Marx’ın hülyasını çöpe atan kendi teziyle çelişen kapitalist üretim ve yönetim sisteminin üretim araçlarını mütemadiyen; üretici güçleri de kısmen geliştirmesi değildir. Marx’ın teorisi bir dönem için devrimcidir. Ama toplumun değişim ve dönüşümünü nedensellik üzerinden kuramsallaştırdığından ötürü bilimsel değildir.

19. yy. başlarında egemen hale gelen kapitalist üretim ilişkileri ve üretim araçlarındaki gelişim, işçi sınıfının içinde bulunduğu koşulları daha da ağırlaştırmış, İngiltere ve Fransa’da 1800’lerde başlayan işçi hareketleri, makine kırıcılığı (1811-1813) burjuvaziye karşı yürütülen daha önceki dağınık ve amaçsız mücadeleye yeni boyutlar katmış, sendikacılığı filizlendirmiş ve 1838 yılında Çartistlerin yayınladıkları bildirge ile işçi hareketi siyasal nitelik kazanmıştır. Marx ve Engels yazdıkları makale, kitap vb. çalışmalarla harekete siyasi bilinç katmışlar, 1848’de yayınladıkları Komünist Manifesto sosyalist düşünce ile işçi hareketleri ve sendikaların kucaklaşmasında önemli katkı sağlamıştır. Bu manifestoyla;

Sakın ha! Diyordu sakallı peygamber, makinelere dokunmayın. Kapitalizm fevkalade beşeri bir terakkidir, feodalizmin tembelliği ve hantallığı yararsızdır. Bahsini ettiğim, insanlık tarihinin kaçınılmaz bir yasasıdır. Tarihsel yasalar engellenemez, yasalara yalnızca boyun eğilebilir. Tez, anti-tez, sentez! Yahut inkârın inkârı! Burjuvazi yarattığı proletarya ordusunu besleyemeyecek ve açlık çeken proletarya kapitalizmin mezar kazıcısı olacaktır. Devrimci proletarya burjuvazinin makinelerini kırmayacak, onlara sadece el koyacak ve tüm insanlığın menfaati için çalıştıracaktır. İnsanlık proletaryanın tarihsel öncülüğünde elinde el konulmuş burjuvazinin makineleriyle zorunluluklar dünyasını terk edecek ve makinelerin kamu yararına harıl, harıl çalıştığı özgürlükler dünyasını yaratacaktır...

Karl Marx’ın ömrü feci bir yoksulluk içinde geçti. Proletaryanın fiili ve gelecekteki yoksulluğu üzerine çok yazı ve kitap yazdı. Toplumsal yoksulluğun gücüne o kadar inandı ki, onu 19.yüzyılın en devrimci, önünde durulamaz, durulamayacak gücü ilan etti. Sırtına devrim yapmak ve kendisi ile birlikte tüm insanlığı kurtarmak gibi son derece ağır bir yük yüklediği yoksullara yoksulluk çektikleri için hiç acımadı. Marx yoksullara acımayı burjuva santimantalizmi olarak tanımladı ve aşağıladı. Proletaryanın domuzlardan beter yaşamasını, açlıktan, yorgunluktan, uykusuzluktan, soğuktan ölmesini, insanların hayvanlar gibi 10’ar 20’şer kişilik guruplar halinde yan yana yatmalarını, çiftleşmelerini ve doğurmalarını en azından Engels’ten duydu, ama onu her zaman öncelikle ilgilendiren şey, mevcut ekonomik sistemin ahlaki eleştirisi değil, “bilimsel eleştirisiydi.” Ancak arkadaşlarına yazdığı kendi yoksulluğunu bildiren mektupları yürek paralayıcı içerikteydi. Marx’ın bu durumuna çok üzülen arkadaşları Marx için dilendiler. Hatta Engels bu “santimantalist” mektuplar yüzünden hırsızlık bile yaptı. Ama o, yoksullar için “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” diyordu. Tek derdi sistemin dönüştürülmesine bilimsel kanıt bulmaktı.

Marx 1844’ten 1867’e kadar Engels’le birlikte “bizim teori” dedikleri teorinin bilimsel kanıtını bulmaya çalıştı. Geciktikçe, Engels artan bir sabırsızlıkla “Hani nerede?” diye sordu. “Ruhuma eziyet ediyorsun, tamam bulacağım, beni rahat bırak” dedi Marx. Engels’i yatıştırmak için “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” adlı eserini yazdı. William Liebknecht kitabı okuduktan sonra Mösyö Biskamp’a “Bu kitap beni öyle büyük bir hayal kırıklığına uğrattı ki ağlayacağım geliyor. Hiçbir kitap beni böyle bir hayal kırıklığına uğratmamıştı” demişti. Dahası Biskamp’ın kendisi Marx’ın yüzüne karşı “A quoi bon?” (Bu ne işe yarayacak) demişti.

Yıllar birbirini izledi, teoriye kanıt bir türlü bulunamıyordu. Aradan tam 23 yıl geçti. Nihayet DAS KAPİTAL yayınlandığında Avrupalı sosyalistler ve Alman İşçi Partisi tarafından hiç ciddiye alınmadı. Marx öldüğü 1883 yılına kadar hiçbir şey yayınlayamadı. Kapital’in diğer cildi kalan notlar üzerinden Engels tarafından tamamlandı. Das Kapital’le buldukları kanıt: Kapitalist üretim ilişkilerinde yaratılan tüm artı değerin kaynağının ödenmemiş işçi emeği olduğunu, teknolojinin ilerlemesiyle birlikte üretim sürecinde makinelerin giderek artan oranda emeğin yerini alacağını ve böylece artı değerin biricik kaynağı olan işçi emeğinin kapitalistler tarafından imha edileceğini, bunun kapitalizmin sonunu getireceğini, ekonomik sistemin açlığa mahkûm ettiği işçi sınıfı tarafından bir ihtilal ile yıkılacağını bildiren bir kehanetten ibaretti.

Bir başka ifadeyle Marks’ın “Toplumsal Teorisi” ( Tarihsel materyalizm): Tarihsel yasalar engellenemez, yasalara yalnızca boyun eğilebilir. Tez, anti-tez, sentez! Yahut inkârın inkârı! Burjuvazi yarattığı proletarya ordusunu besleyemeyecek ve açlık çeken proletarya kapitalizmin mezar kazıcısı olacaktır. İnsanlık proletaryanın tarihsel öncülüğünde, elinde el konulmuş burjuvazinin makineleriyle zorunluluklar dünyasını terk edecek ve makinelerin kamu yararına harıl, harıl çalıştığı özgürlükler dünyasını yaratacaktır. Bu yenidünya; sosyalizm ve komünizm dünyasıdır. Marx bu teorik analizleriyle yoksulluğun her zaman büyük toplumsal sorun olduğunu çıplak bir biçimde gördü ve göstermeye çalıştı. Bunda yerden göğe kadar haklıydı. Ancak bu yenidünyayı kurma yasası bilimsellikten uzak determinizmden ibaretti. Determinizm tam bir zırvadır.

Peki Marksizm kuramı devrimci değil midir? Bilimsellikten uzak diyorsunuz, bilimsel olmayan öğreti nasıl devrimci olur? Nedensellik bir yere kadar gelip tıkanır, sorulara ve sorunlara cevap, çözüm sunamaz. Çözüm olarak sunduğu da nedenselliğin gerekirliği kadardır. Marksizm işçi hareketini desteklediği ve geliştirdiği kadar devrimcidir. Kapitalizm ve sosyal sınıflar analizi ve tespiti son derece doğrudur. Ama devrim öngörüleri tutmamış, hülyalarındaki devrim Almanya yerine Rusya’da gerçekleşmiştir. Rus devrimcileri “Her ne kadar kapitalizm bizde daha bebeklik aşamasındaysa da, bizim de canavarı kundakta boğma hakkımız vardır!” dediler, zayıf proletarya ve yoksul köylüler adına makinesiz ekonomiye ihtilalle el koydular. Bu satırlarla Ekim Devrimi’nin küçümsendiği sanılmasın. Hem Rusya toplumunda hem de egemen dünya sisteminde köklü değişim ve dönüşümler getirmiştir. Devrimcidir, ilericidir. Lenin deha seviyesinde siyasi bir liderdir. Bu konu siyasanın tüm yönleri açısından ayrı bir çalışma konusudur. Ancak şu kadarını vurgulayalım. Sovyet Devrimi, Batı ve Amerikan kapitalizminin 100 yılda gerçekleştirdiği sanayi devrimine 30-35 yılda ulaşmış, uzay bilimlerinde ve özellikle tarım genetiğinin geliştirilmesinde ayrı bir çığır açmıştır. Buna matematik bilimi de katmak mümkündür.

Marx’ın ve Lenin’in kuram ve öğretileri üzerinden kurulan sistem, makinelerin ve işlenen toprağın kamu yararına harıl, harıl çalıştığı özgürlükler dünyasını yaratmış mıdır? Bilim ve teknolojinin üretimde mükemmel yoğunlukta kullanılmasıyla toplumsal yapı sanayi ötesi gelişmiş bir topluma evrilmiş midir? Toplumun birey ve katmanları bilimde, sanatta ve hayatın diğer alanlarında dünya insanlığına “Bakın vahşi kapitalizmin ilgası üzerine kurulan yenidünya sistemi insanı ne kadar mükemmelleştirdi, insanlaştırdı” dedirttirmiş midir? Yoksa kurulan öncü parti yönetiminde bürokratik bir devlet ekonomisinin zorunluluklar dünyasının bir diktatörlüğü mü kurulmuştur? Sonuç olarak Rus işçi sınıfının öncülüğünde kurulan “reel sosyalizm” gelişmesinin belli bir noktasında çökmüştür. Bu tespitten “kapitalizm insanlığın üretim ilişkileri içinde yaşayacağı tek ve yegâne sistemdir” manası çıkarılabilir mi? Bence çıkarılamaz. Rus, Çin devrimleri ve diğerlerinin yarattığı “Reel sosyalizm” yaşanmışlığı üzerinden bilimsel sonuçlar çıkarılabilir, çıkarılmalıdır, çıkarılacaktır. Önümüzde duran şey, eğer sosyalizm diyorsak, nasıl bir sosyalizm sorusuna verilecek cevaptır.

Yoğunlaşmış sınırsız sınai üretimiyle kapitalizm pazarlar için kullanım değeri yüksek mal ve hizmetler üreterek bir eşitsizlikler dünyası yaratmıştır. Kapitalizmin yıkıntıları üzerinden kurulacak, her türden mezalimin ve eşitsizliklerin kaldırıldığı eşitlik ve özgürlükler dünyası, yani sosyalizm de bir ileri aşamasıyla “herkesin yeteneğine göre katkı verdiği üretimden ihtiyacına göre değer, ihtiyaç ürünü ve hizmet alacağı” sınırsız üretimi içermiyor mu? Sınırları belli bir dünyada sınırsız bir ekonomik büyüme ve üretim sürdürülebilir mi? Diğer yandan sınırsız bir nüfus artışı olanaklı mıdır? Bir zamanlar havayı temizleyen ağaçlıkların olduğu yerlerde havayı zehirleyen fabrikalar var. Fabrika atıklarının, tarımda kullanılan yapay gübrenin toprakta yarattığı tahribat, bunların yüzey akarsularına ve yer altı sularına karışmasının getirdiği kirlilik… Milyonlarca insan temiz içme suyundan mahrum yaşıyor.  Milyonlarca insan açlık çekiyor. Herkese yetecek kadar gıda varken (üretiliyorken) bir günün akşam yemeğinden artanların açlığı yok etmeye yeteceği söylenirken, peki bunlar nereye gidiyor? Son nehirler kirlendiğinde, son soluduğumuz hava zehirlendiğinde ne yapacağız? Klasik Marksizmin determinist toplum dönüşüm modeli üzerinden kurulacak reel sosyalizm meselenin bu yanındaki sorunları çözecek mi? Yoksa başka bir sosyalizm mi yaratacağız?

Diğer sorun, sınırsız nüfus artışı her ne kadar yönetilebilir olsa da Thomas Robert Malthus’un insanlığa sunduğu bir başka manifesto gibi tespiti ile insan nüfusunun geometrik artışı sürmemekte midir? Benim psikosomatik beyin sarkacımın bir o yana bir bu yana gidip gelmesinden kurtulup konumuza gelirsek:

Kaan ARSLANOĞLU daha önce yayınladığı kuramsal kitaplarından başlayarak 20 yıla varan çalışmalarının ürünü yeni kitabıyla önümüze yeni bir ufuk açıyor. Kaan, çeyrek ömürdür deryanın karanlık dehlizlerine dalıyor. Eyy ahali, bakın ben meselelerin şu, bu yanlarını da gördüm. Gelin ortaklaşalım, birlikte dalalım, sizler de mutlaka farkı şeyler ve farklı yanlar görürsünüz. Bakmasını unuttuğumuz an öldüğümüz andır. Bakmaksak göremeyiz diyor. Ve 8 yaşında bir meraklı çocuk soruyor: Amca Evrim ne demek? Evrimci açıdan ne demek? Amca Evrimci açıdan Din- Psikoloji-Siyaset ne demek?

Kitabı ve röportajları okuyanlar, iki bölümde 25 ana başlık ve birçok alt başlık altında son derece önem arz eden, bir o kadar da bilimsel nitelik taşıyan konusal esasları bir yana bırakıp, Marksizm meselesi üzerinden öncelikli yorumlarda bulunup yüzeysel tepkiler veriyor.

Kitabı ve İnsan Bu sitesindeki yazı ve yorumları okuduktan sonra… Esasen çok basit biri ideolojik öğreti olan Marksizm-Leninizmi öğrenmek için 20 yılını verip, “Marksizm daima bilimsel tek öğreti” diyen yazılar yazmış, seminerler vermiş, istikbalde gerçekleşecek sosyalist devrim için ağır bedeller ödemiş, üstüne bir de vaz geçmek için iki yılını kitap sayfaları arasında hapsetmiş bir adam için; köle ruhunun Pirus zaferini kazanmış bir adam için, yorum yazmak hem kolay, hem de çok zor bir işti. Okuyanların yorumlarına verilen cevaplara baktığımda Sayın TAYLAN KARA’nın önünde saygıyla eğilerek kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca hayatının 40-45 yılını hayat gailesi için çalıştığı saatlerin dışında kalan bölümlerinin büyük çoğunluğunu kitap sayfaları arasında geçirmiş bir adam olarak ben, zatıâlilerinin tam isabet kısa yorumlarına ortaklaştığımı ifade edebilmek için sayfalarca tutan bu yazıyı yazmış olduğumdan kendilerine öykündüğümü belirtmek isterim.

Kaleme aldığım bu yazı bir anlam ifade eder mi, bilemem. Evrim sürecinde insan en hızlı, en güçlü olduğu için değil, birlikte iş yaptığından, birlikte çalıştığından hayatta kaldı. Değişim istemeyi bırakmadan görmek istediğimiz değişim olmalıyız. Teşekkürler Kaan. Yaptığın şey bilime ve insanlığa katkıdır. Devam kardeş. Yolun açık olsun. Ortaklaşanların  da yolları açık olsun.

Haydar Ünsal

Not: Bu yazıda yorumculardan bir iki alıntılama yapılmıştır.  Bu kişisel bir şey değildir. Alıntılar eleştirinin merkezine konmak için de yapılmamıştır. Her fikir ve düşünce benim için saygındır, değerlidir. Kusur ettiysek af ola.

 

Editör olarak Kaan Arslanoğlu’nun notu: Haydar Ünsal gerçek isim değil. 1976’da devrimciliğe başlarken tanıdığım ilk mücadele arkadaşlarımdan biri. Sonradan Marksist-Leninist bir hareketin yönetimine kadar gelmişti. 1992’de aktif siyaseti bıraktı. Halen İstanbul’a yakın bir şehirde yaşıyor. 


  • Fatih T.

    Fatih T. 28.08.2016

    Sayın Haydar Ünsal, yorumunuz için çok teşekkür ediyorum. Değerli bir yorumun nasıl olması gerektiğinin tüm ipuçlarını yorumunuzda buluyorum. Sayın Arslanoğlu'na da alışılmışı sorgulatan, dogmatizme dönüşmüş fikirleri silkeleyen değerli eseri için teşekkür ediyorum.

  • Taylan Kara

    Taylan Kara 04.05.2016

    Değerli Haydar Ünsal'a benle ilgili güzel sözleri için teşekkür ederim. Saygılarımla

  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 26.04.2016

    Yazarın benim yorumlarıma karşı yapmış olduğu eleştiriler cevap niteliği taşımadığı gibi eleştiri ya da yorum niteliği de taşımamaktadır. Yazılan şeylerin yerine "Fenerbahçe'nin bu yıl yine de şampiyon olma şansı var. İmkansız değil" türünden bir şeyler yazılsaydı, bunlar hem daha az santimantal olur, hem de daha bi ilgi çekerdi. (B.Ö.)

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.