Bataklık

Bataklık

‘’Kıyıdan bizi duyamazlar değil mi Selami?’’ dedi kayığın küreksiz ucu. ‘’Sabahın alacakaranlığında yola düştük, gene de kadınları atlatamadık. Biraz daha açılsak da rahat rahat konuşsak. Bunların kulağı radar gibidir oğlum, vallahi duyarlar mı duyarlar!’’ diye seslendiği adam;  “tamamdır” diyerek küreklere asıldı .

Üstümde çok bulut var, boz bulanık görünüyorumdur uzaktan. Yine de gelenimi gidenimi eksiltmez bu halim. Kimse bana sen uygun musun abla diye sormaz, kafaya koyan gelir. Ah şöyle gürül gürül bir yağmur inse de başımı dinlesem, insansız kalsam biraz. Hayır; akıl yok bu insan milletinde, birbirlerini zerre kadar anlamazlar ki beni anlasınlar. Rüzgarın eseceği tutar, dalgalanmak zorunda kalırım, tepemde röntgenci bulutlar dizilir, içimi göremesinler diye matlaşırım, tek can yoldaşım güneş denen kor yakarsa ortalığı, ancak o zaman şeffaflaşırım, değmeyin neşeme. Ben olduğum yere, öylesine yayılmış bir edilgen varlığım, kendimi bildim bileli etrafa uydum.  Ama üstümde gezen salaklar, kıyıdan bakan avanaklar, her haltı bana yakıştırırlar: Göl bulanık, göl dalgalı, göl sakin, göl berrak. Heyt be! Meğer ben neymişim de haberim yokmuş.

        ‘’Karım ölüyor Selami. Anamı da görsen pek sevinçli.’’ Selami küt diye bıraktı kürekleri bağrıma.’’ “Nee? Abi sabah sabah dalga geçiyorsun herhalde?’’ “Keşke öyle olsaydı oğlum, keşke. Meme kanseri olmuş Şahika. İki memede birden hem de. Hiç fark etmemiş. Etmemişiz.’’ Selami afalladı, diyecek laf bulamadı, iş olsun diye kayığı olduğu yerde döndürdü, dar yere araba park edermiş gibi manevralar yaptı durdu. Döndü kıyıya doğru, kendi annesiyle oturan Şahika ablasına baktı, bir fark görecekmiş gibi. ‘’Üzülme abi, tıp ilerledi artık, şifa bulacaktır muhakkak. Da… Annen nasıl sevinir yahu, şaka değil mi?’’ ‘’Ulan ilgisiz herif, anam bunamaya başladı ya unuttun mu? Tedavi saçlarını dökünce karım eşarplı gezmeye başladı, anam da onu tesettüre girdi sanıyor, seviniyor garibim.‘’ Kürekli olan şaşkınlıkla havalanmış kaşlarını indirip çattı, oltasını kenara koyup bir sigara yaktı.

          Bıktım anasını satayım. Ben onların kayığına sızsam onlar batar. Gel gör ki herkesin derdi bana sızıyor, ben ne batıyorum ne çıkıyorum.  Görmekten, duymaktan, konuşamamaktan, olacakları durduramamaktan bıktım. Bataklığa dönüştüm aslında kimsenin haberi yok, kendime battım.

           Tam iki saat konuştular, kibritsiz, sigaraları ucu ucuna ekleyerek. Cos cos diye sinemde söndürdüm hepsini. Ben onsuz ne yaparım dedi. Üşüdüğümü, terlediğimi, acıktığımı, kalk yerine yat’ımı kim hatırlatacak bana? Kimin kötü adam olduğunu, kime borç verilmeyeceğini onun söylemesine alışkınım ben, karşı çıktığım her konuda onun haklı çıkmasına. Temizlikten anlamam, yemek yapamam ben, hazır yemeği bile ısıtıp masaya koyamam, dedi. Dedi, dedi ağladı hasta kadının kocası.

          Selami’nin arkadaşı o kadar çok ben, ben, dedi ki içim şişti. ‘’Atla lan!’’ derdim dilim olsaydı. ‘’Atla, ben senden kurtulayım, sen de karının ölümünü seyretmekten.’’ Nasıl olsa ben alışkınım acıları çürütmeye. Neler yok ki içimde; varile konup üstüne çimento dökülmüş insanlar, çuval çuval zehirler, üstü kanlı silahlar… Kuş gibi çırpınışı ağabeyleri, babalarınca seyredilmiş genç kız vücutları… Serinleyim derken nefessiz buzlara dönen gençler, çocuklar… Öyle cebine taş doldurarak, kıyıdan içime yürüyen yazarım yok.  Sarımsak gibi ezilmiş kadınlarla çalışırken ‘’Artık gördüklerime dayanamıyorum’’ diye not bırakıp atlamak isteyen sosyolog da boğaz köprüsünü seçer. Ben üçüncü sayfasıyım bu şehrin. Hiçbir havam yok. Sadece gerçeğim. Hayal mayal bırakmadılar bende. Silme gerçekle doldum; sabır taşımaz, tevekkül tutmaz, atsan atılmaz, satsan satılmaz, unutsan unutulmaz gerçeklerle.

            Altı saatte altı tane balık tuttular. Her zaman iğneye yaklaşan alabalığı, sazanı uyarırım, dayanamam gafil avlanıp can çekişmelerine. Bugün boş verdim, karışmadım balıkların alık olanlarına.  Adamların hâli hal değil. Oltayı dolu çekerlerse azıcık keyiflenirler sandım. Yok anam, fayda etmedi. Kemoterapi dedi biri, bitkisel ilaç dedi öbürü. Biri profesör, doktor, öbürü muskacı hoca dedi. Üstümde yüzen bira kutularına da kızamadım, kutular çoğaldıkça burun çekmeler duymaya başladım. Birden balık dolu kovalarını boşalttılar içime. Topu topu altı balık saydım. Kayık kıyıya doğru süzülürken ben balıkları iyileştirmeye koyuldum… Gidenin arkasından  bakakalmaktan, döneni kucaklamaktan başka  ne gelir elden.

 Özlem Çam


  • Mehmet Harma

    Mehmet Harma 09.10.2017

    şahane, elinize sağlık.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.