BEKLEYİŞİN ÖYKÜSÜ

BEKLEYİŞİN ÖYKÜSÜ

Bu sabah büyük bir öfkeyle uyandım. Daha gözümü açmadan anlamıştım yağmur yağdığını. Yağmuru sevmem, hele böyle sabahları hiç sevmem. Üstelik bir temmuz gününde bastırıyorsa çiçeklerin kokusunu, yağmuru daha da sevmem. Halbuki ne güzel bir gün olacaktı. Bahçede dolanabileceğim, ailemle zaman geçirebileceğim upuzun bir hafta sonu vardı önümde. Yağmuru sineye çekip evdekilere bakınmaya başladım. En azından ev içinde yapacak bir şeyler bulabilirdik. Bu hevesim de kısa bir süre içinde kursağımda kaldı. Ben uyurken çıkıp gitmişler. İşte bu yüzden hep tetikte uyuyorum. Kulağım uyusa gözüm ayık kalmalı ve gözlerim kapalıysa belki ne bileyim burnum ayık olmalı. Nasıl olduysa fark etmemişim işte.

Ne yapmalı diye düşünürken tekrardan uyuyakalmışım. Yaşasın miskinlik! Kısa süren bu ikinci uykudan kâbuslarla uyandım. Zaten sinirliydim,bir de üstüne rüyamda annemin o bana nispet eder gibi sevdiği sarı kafaya odamı verdiğini görünce iyiden iyiye çıldırdım. Sarı kafa annemin yeni gözdesi. Arkadaşlarıyla geliyor bir de. Bizim evde yiyorlar, içiyorlar. Annemle devamlı bir muhabbet içindeler. Bana da söylemiyorlar ne konuştuklarını. Ama sarı kafa kısa sürede çok sevdirdi kendini. Annem yapabilse beni atıp onu alacak eve. “Bu çocuktan zaten hayır yok” der gibi her tavrı. Hem konuşmuyoruz da artık. Paylaşımlarımız azaldı. Yemekten yemeğe görüşür olduk, eskisi gibi değiliz.

Bu işin çıkarı yok! Nasıl beni bırakıp giderler? Üstelik nereye gittiklerini de bilmiyorum. Aksi gibi telefonum da yok. Hoş, olsa da açmazlar zaten. Yanlarına almaya bile tenezzül etmediklerine göre…. Bütün gün yalnız mı kalacağım şimdi evde? Ne zaman dönerler acaba? Temizlikçi kadın gelmese bari. Hiç çekemiyorum onun sevgi yoksunu sıfatını. En azından kendi kendime kafamı dinleyebileyim. Ah nerde annemler, nereye giderler bu saatte?

Babacığım nasıl gider peki bensiz? Annem gibi değildir o. Benim en iyi arkadaşımdır babam. Her zaman önceliğinde olan biricik oğluyumdur. Şu hayatta babam da olmasa ölmüştüm ben. Elimden bir iş gelmiyor da olsa, tembel de olsam o kabul ediyor beni. Arada bir istemeden “Bir işe yara be oğlum!” deyiverir. Ama dedim ya istemeden. Biz anlıyoruz birbirimizi. Eskiden ablamla da böyleydik. Aptal kız! Çok severdik birbirimizi. Ne oyunlar oynardık, ne sırlar verirdik, ne dersler çalışırdık birlikte. Gitmeseydi belki farklı olurduk. Ama gitti işte. Tek bir söz söylemeden bir gün yok oldu. İki sene sonra ortaya çıkıverdi. Hiçbir şey olmamış gibi umarsızca sevinç gösterilerinde bulunuldu. Annem, ah benim zavallı saf annem nasıl da mutlu oldu o döndü diye. Unuttu ağladığı günleri. Ama ben hatırlıyorum. Babam da unuttu hepsini. Aldı kızını bağrına bastı yine. Ama ben onun çektiklerini de hatırlıyorum. Ablamın yokluğu göze batmasın diye ona dair tüm izleri tek başıma silmeye çalıştım. Odasına sinmiş kokusunu çıkarmak hiç de kolay değildi. Anacığım her sabah odasına girip fotoğraflarına bakardı. Nasıl unuturum bu kadının çektiklerini. Unutmadım, unutmam da ama işte ne yaparsın hâlâ seviyorum aptal kızı. Dönmesi beni bir şekilde mutlu ediyor. Anladığım kadarıyla önce temelli dönmek istedi eve ama annemler izin vermedi. O dönemde konuşmuyordum onunla. Aynı evde iki yabancıyı oynuyorduk. Daha doğrusu o pişkin pişkin abla-kardeş olmaya çalışırken ben mesafemi koruyordum. Annemle babam sonunda bana hak verdiler ve onu affetseler de eve kabul etmediler. Şimdi anca bayramdan bayrama geliyor. Bir de yazları. Ben de bıraktım düşmanlığı. Sık görüşmeyince acı anılar canlanmıyor.

Neyse konuya odaklanmalıyım. Annemle babam nereye gittiler? Ben pencerenin önünde durup onların gelmesini beklerken kaç saat geçti? Bir gelsinler de karşıma alıp konuşmam gerek artık. Ben de sizin bugüne bugün oğlunuzum. Bu kadar hiçe sayılmak da dokunuyor doğrusu. Görürsünüz siz. Siz gelene kadar tek bir lokma yemek yemeyeceğim. Hatta su da içmeyeceğim. Ve hatta şu pencerenin önünden ayrılmayacağım. Döndüğünüzde beni böyle put gibi görün de içiniz parçalansın. Ağlayın gerekirse. Evet. Biz oğlumuzu ne hale getirdik deyin.

Ya da gelmeyin. Vazgeçtim. Ben de sizi sevmeyeceğim. Ne konuşurum sizinle ne de yüzünüze bakarım. “Oğlum, canım yavrum, seni seviyorum, gel yanıma hadi n’olur, oğlum bak en sevdiğin yemeği yaptım” demeler yetersiz kalır artık. Çizmeyi aştınız. O son birkaç senedir ensemde hissettiğim evlilik zorlamasını da artık anladığınız dilden reddedeceğim. Evlilik de evlilik! Tutturmuş gidiyorsunuz bir torun sevdası. Benim de yavrularım olsaymış. Herhalde bu konuda kafam bir tek ablamla uyuşuyor. İlk başlarda o da istiyordu evlenmemi. Sonra o da vazgeçti yeğen sevdasından. Neymiş arkadaş bu böyle? Benim çocuklarımı benden daha çok seviyorlar. Üstelik ortada çocuk yok.

Yine dağıldı kafam. Odaklanmam gereken şey ne ablam ne de çocuklar… Odaklanmam gereken şu an evde yalnız bırakıldığım. Ne anahtarım, ne telefonum ne de param var. Annemle babam beni bırakıp çıkıp gitmişler. Şu yaşımda evde hapis kaldım çocuklar gibi. Oldu olacak bir de engeller koysalardı düşmeyeyim, geçmeyeyim diye. Bu aldatılmışlığa odaklanmalıyım. Beni acaba kaç saatlik yalnızlığa mahkum ettiler? Ama belki saat değil günlerdir bahsettiğimiz? Ya da belki aylar? Daha da kötüsü ablamın yolundan gidip beni seneler sürecek bir yalnızlıkla baş başa bırakmaları? Yaparlar. Neden yapamasınlar? Ah zavallı ben! Ah zavallı kaderim! Sizin için onca yaptıklarımdan ve yapamadıklarımdan sonra beni böyle bırakabildiniz değil mi? İçiniz hiç acımadı değil mi? Öleceğim işte bu evde. Evdeki yiyecekler bana ne kadar yeter ki? Param da yok. Nerden para kazanırım ben? Elimden hiçbir iş gelmez. Ağlasam belki, bağırsam kendimi kaybetmiş gibi. Belki duyarlar sesimi de gelirler. Kim gelecek kendimi kandırıyorum. Ah Tanrım ben ne yaptım? Yoksa tüm bunlar o sarı kafalı şeytanla kavga ettiğimden, onu evden kovduğumdan mı başıma geldi? Annem onun ve arkadaşlarının zavallı durumda olduklarını söylemişti. Benim gibi şanslı değillermiş. “Benim gibi şanslı” değillermiş. Yine bir “elinde ne imkânlar var ve şu hâline bak” vurgusu. Bravo. Acaba ben şanslı mıyım? Kaç defa anneleri babaları onları bırakıp gitmiş sorarım? Kaç defa ölüme terk edilmişler? Yok, dayanamıyorum.

Koltukta çok zaman geçirdim. Gözlerim beni uykuya çekiyor. Ama uyumak istemiyorum. Tam burada durup kendime acımak çok daha iyi. Uzun zamandır beni bekleyen bu tehlike sonunda gerçek oldu. Ve ben bununla yüzleşmeliyim. Yüzleşiyorum. Gerçekleri kendime acımadan söylüyorum. Sonra da oturup ağlıyorum. Ama uykum biraz ağır gelmeye başladı. Belki ara vermeliyim, uyanınca gerçekler daha da net gözükebilir.

Uykumun en tatlı yerinde-hani böyle şekerli bir tat gelir ya bazen ağzınıza ama her zaman da olmaz, kıymetlidir o şekerli uykular-kapıdan gelen çıtırtılarla uyanıyorum. Aman efendim kimleri görüyorum! Annem ve babam şen şakrak eve giriyorlar. Ağladığımı fark ediyorum. Yok yok. Ağlamamalıyım. Uyku sersemliği sanırım. Öfkemi bulmam gerek. “Beni terk ettiniz”. Hatırla, hatırla hadi! “Beni bıraktınız ve bana söylemediniz”. Olmuyor. Sevincimi engelleyemiyorum. Sonradan fark ediyorum, annemin arkasında biri daha var. Ablam! Tabii ya, ablamı almaya gitmişler. Yine bu kız darmaduman etti hayatımı. Ama onu gördüğüme de seviniyorum. “Geç hadi seveceğim seni, gel de bir öpeyim” diyor. Ah benim yumuşacık sevgi dolu kalbim. Tutamıyorum kendimi ağlayarak sarılıyoruz. Yerlere yatıyorum mutluluktan. Kıyamıyor da bana tüm kötülüğüne rağmen. “Geç” diyor “şuraya otur da öyle sarılayım yerlere yatma”. O esnada annemle babam kahvaltıyı hazırlamaya iniyor. Kızları geldi ya yok yoktur şimdi sofrada. Bana da düşer kesin oradan bir şeyler. Nasıl da acıktım! Coşuyorum. İçim içime sığmıyor. Hep birlikte ailecek geçireceğimiz upuzun bir hafta sonu bizi bekliyor. Ama önce tuvalete gitmem lazım. Koşarak bahçeye açılan kapıya ulaşıyorum ve kendi dilimden sesleniyorum: “Anneeeee kapıyı açar mısın çıkmam gerek!”

Su Harma


  • yusuf bodur

    yusuf bodur 26.01.2017

    Yazma özürlü birisi olarak herkesten önce çömleğe girmek istemediğim için biraz yavaş aldım.. Keyifle okuyacağım yeni öykülerinizi bekliyorum . Tebrikler..

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 23.01.2017

    Tebrikler Su Hanım, Harika bir yazım ve anlatım tekniğiniz var. Kısa kısa cümlelerle fiziki dünyadan da büyük insan ruhunun bir veya birkaç dünyasını anlatmak ne zor bir şeydir. Harikasınız. 2. sini sabırsızlıkla bekliyoruz...

  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 23.01.2017

    Şiddetle ikinci öyküyü bekliyorum. Toptan kritik yazıcam çünkü. a.y.a. kritiksss

  • Su harma

    Su harma 21.01.2017

    Doğrudur. Kahraman bir erkek köpek :) Yazarken kendi köpeğim Çatal'dan çok esinlendim. Çatal Tarsus Çatalburun cinsi bir tazı. Av köpeği olarak kullanılıyor ne yazık ki ama bizimki ev köpeği. Çatalburunlar sevgiye ve ailesine çok düşkün olmasıyla biliniyor. Öyle ki söylentiye göre avcılar ava götürdüklerinde pişman olurlarmış çünkü sahibini yalnız bırakıp avı almaya gitmezmiş başka köpekleri sever diye. Çatal sevgi arsızı olabilir ve terk edilme korkusunu daha kuvvetli yaşayabilir. Ancak anlatılan aslında terk edilme korkusu yaşayan tüm hayvanların hikayesi.

  • Haydar Ali Albayrak

    Haydar Ali Albayrak 21.01.2017

    Bu hikâyenin kahramanı bir erkek köpek mi? Bana öyle geldi. Yanlış mı anladım?

  • Su HARMA

    Su HARMA 20.01.2017

    Tüm yorumlara çok teşekkür ederim. Yayınlamaya çekindiğim hatta kimi zaman benden başka kimsenin okumasını istemediğim öyküleri paylaşmak için bir kapı açtı bana bu yazım. Ve sevgili Gül T. "bencil ve megaloman kuruntu nöbetleri" tanımınız çok hoşuma gitti :) Tekrar teşekkürler :)

  • ishak özel tekin

    ishak özel tekin 20.01.2017

    Harika olmuş. Ellerine sağlık.Bir solukta okudum:)

  • Gül T.

    Gül T. 20.01.2017

    Tebessümle okudum. Karakterin bencil, megolaman kuruntular içinde geçirdiği nöbeti duru ve net bir dil ile yansıtmış Sevgili Su Harma. Başarılarının devamını dilerim.

  • Gülşen Küçükali

    Gülşen Küçükali 19.01.2017

    En insan duygularla yazılmış güzel bir öykü

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.